Arab Center DC: 5 Kasım seçimleri ABD için nasıl bir dönüm noktası olacak?
Büyük bir kutuplaşma yaşanan ABD'de gerçekleşecek seçimler nasıl bir dönüm noktası olacak? Seçim sonuçları ABD'nin Avrupalı müttefiklerini ve Arap dünyasını nasıl etkileyecek?
ABD merkezli düşünce kuruluşlarından Arab Center DC'de, artık sadece günler kalan ABD seçimlerinin Avrupa'dan Ortadoğu ve Arap dünyasına kadar olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Amerikan toplumunun 2016'dan bu yana Trump ve Demokrat liderler arasındaki rekabet nedeniyle giderek daha fazla kutuplaştığı belirtilen analizde, 5 Kasım'da gerçekleşecek seçim sonuçlarının bu atmosferde ABD için hem içeride hem de uluslararası arenada büyük bir sınav olacağına dikkat çekildi.
Analizde ayrıca seçim sonuçlarının ABD'nin Avrupalı müttefiklerine ve Arap dünyasına nasıl yansıyabileceğine dair öngörülerde bulunuldu.
İşte Arab Center DC'de yayınlanan analiz:
2024 ABD seçimleri yaklaşırken, dünyadaki atmosfer Soğuk Savaş dönemini anımsatan bir dönemden geçiyor.
Amerikan toplumu 2016'dan bu yana, Donald Trump ve Demokrat liderler arasında süregelen rekabetle örneklenebilecek şekilde giderek kutuplaştı.
Joe Biden'ın başkanlığa yükselişi büyük ölçüde COVID-19 salgınının ele alınışına ilişkin kamuoyundaki memnuniyetsizlikten kaynaklandı.
Ayrıca medya; kürtaj, göçmenlik, enflasyon ve vergiler gibi iç meselelere vurgu yaparken, dış politikanın özellikle Arap Amerikalılar gibi önemli topluluklardaki kararsız seçmenleri nasıl etkileyebileceğini gözden kaçırmamak çok önemli hale geldi.
Jeopolitik manzara, özellikle de Ukrayna ve Gazze'deki çatışmalar, Amerikan seçimleri yaklaştıkça, seçmen duyarlılığını şekillendirmede daha önemli bir rol oynamaya başladı.
Biden'ın liderliğinde ABD politikası Ukrayna'yı Rusya'ya karşı tehlikeli bir duruma itti ve çatışmanın yükünü Ukrayna halkı çekti. Yaklaşık üç yıldır Rusya, NATO'nun sınırlarına tecavüz ettiği algısına karşı duruşunu sürdürüyor.
Son BRICS toplantılarının ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 30'dan fazla ülkenin gruba katılmaya ilgi gösterdiğini belirterek Batı “hegemonyasına” meydan okuma ve “çok kutuplu bir dünya düzeni” şekillendirme hedeflerini yeniden dile getirdi.
Avrupa'da Amerikan müttefikleri, çatışmanın sonuçlarıyla boğuşuyor, benzeri görülmemiş yakıt fiyatları ve ekonomilerini zorlayan bir mülteci kriziyle karşı karşıya kalmış durumda.
Net bir askeri ya da siyasi çözümün olmaması bu zorlukları daha da arttırıyor ve Avrupa'yı Ukrayna'daki olası ateşkesler ve bölgesel istikrar üzerindeki daha geniş etkileri konusunda ABD direktiflerine bağımlı hale getiriyor.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Orta Doğu'da süregelen çatışmalar İran'la ittifak halindeki bölgesel güçleri kendine çekerken, ABD yönetiminin zayıf ve ilgisiz olduğu algısından faydalanıyor gibi görünüyor.
Bu durum İsrail ile hasımları arasında doğrudan bir çatışma ihtimalini gündeme getirmektedir ki bu sadece bölge için değil uluslararası ilişkiler için de tehlikelerle dolu bir senaryodur.
Demokrat aday Kamala Harris, bu karmaşık dış politika meseleleri karşısında Biden'ın izlediği politikaların dışında bir durum vadetmiyor.
Biden'ın Ukrayna ya da Gazze'de başarı getirmeyen dış politikasını devam ettirme taahhüdü, Harris'i eleştirilere karşı savunmasız bırakıyor.
Gazze'deki “acıya son verme” iddiası gibi Michigan'ın önemli Arap toplumunda yankı uyandırma girişimleri, İsrail'e askeri yardıma verdiği sarsılmaz destekle tezat oluşturuyor ve Demokrat Parti içinde dış politika konusundaki çatlakları vurguluyor.
Bu krizin nüanslarını incelemek, mali çıkarların çoğu zaman siyasi ideolojilerin önüne geçtiğini ortaya koyuyor. Şirketler ve devlet kurumları tarihsel olarak gücü ellerinde tutmuşlar, bu da bazen seçmenlerin refahından ziyade ekonomik kazanımların yönlendirdiği kararlara yol açmıştır.
Savaşlar genellikle büyük söylemlerle meşrulaştırılır, ancak bunun altında silah tüccarlarına ve askeri-endüstriyel komplekse fayda sağlayan “vahşi kapitalizm” gerçeği yatar.
Siyaset bilimci Samuel P. Huntington;
“Batı dünyayı fikirlerinin ya da değerlerinin üstünlüğüyle değil, organize şiddet uygulamadaki üstünlüğüyle kazandı.”
değerlendirmesi, yaşanan sürece dair önemli bir fikir veriyor.
Avrupa'ya ve Arap dünyasına etkisi
ABD'de seçimlerin sonucu ne olursa olsun, Avrupa için önemli sonuçlar doğuracaktır.
Avrupa, küresel siyasette değişen dinamikleri hesaba katarak ABD ile ilişkilerini yönlendirecek yeni bir strateji geliştirmelidir.
Çin ile rekabet ve Orta Doğu'da artan istikrarsızlık, ülkeler için keskin yanıt gerektiren zorluklar yaratırken, kolektif çıkarların net bir şekilde ifade edilmesi ihtiyacı da hiç bu kadar acil bir hale gelmemişti.
Arap dünyasında, özellikle de Körfez ülkelerinde, uluslar arasındaki işbirliği, sürdürülebilir kalkınmaya öncelik verilmesi ve çatışmalardan kaçınılması açısından hayati önem taşıyor.
Analistler, Harris'in liderliği sırasın Amerika'nın tıpkı Biden döneminde olduğu gibi bölgeden kaçınılmaz ve potansiyel olarak hızlı bir şekilde çekileceğini ve ABD'nin etkisinin azalmaya başlayacağını öngörüyor.
Amerikan dış politikasındaki bu karmaşa, ABD'nin ayrılmakta mı olduğu yoksa sadece karmaşık bir ortamda stratejisini yeniden mi tanımladığı sorusunu gündeme getirebilir.
Joseph Roth'un “The Emperor's Tomb” adlı eserinde güçlü medeniyetlerin çöküşüne ilişkin dokunaklı düşünceleri, ahlaki çürüme ve etkisiz liderliğin Amerikan demokrasisinin geleceğine ilişkin acil endişeler doğurduğu günümüz gerçekleriyle örtüşmektedir.
Ülke seçimlere hazırlanırken, Amerikan halkının kendisinin en büyük kaybeden olarak ortaya çıkabileceği açıktır. Bölünmeler derinleşirken ve liderliğe duyulan güven aşınırken, pek çok kişi başkanlığın ulusal birlik ve gücü sembolize ettiği zamanları özlüyor.
Yaklaşan seçimler sadece ABD liderliğinin geleceğini değil, aynı zamanda küresel siyaset üzerindeki etkilerini de belirleyecek.
ABD'de, iç meseleler ile dış politika arasındaki etkileşimin hesaplı bir şekilde incelenmesi, karmaşık bir dünyada anlamlı bir değişim arayan seçmenler için hayati önem taşıyacaktır.
Sonuç olarak 2024 seçimleri, ABD seçmeni için, hem yerel öncelikleri hem de küresel ilişkilerin karmaşık ağını dikkate alan dengeli bir yaklaşım gerektiriyor.
ABD halkı ve politika yapıcıları, değişen dünya düzeninde konumunu korumak için hem içeride hem de dışarıda birliği, ahlaki anlayışı ve sürdürülebilir ilerlemeyi destekleyen bir vizyonu savunmak zorunda.