Arab Center DC: Savaş sonrası küresel düzen üzerine plebisit
2024 yılında, dünya nüfusunun yarısını temsil eden düzinelerce ülkede seçimler yaşanacak. Dünyada yaşanan süreç; Frankenstein'ı kendisini yaratan doktora düşman olmasıyla güçlü bir benzerlik taşıyor.
ABD merkezli düşünce kuruluşlarından Arab Center DC'de, bu yıl dünyada düzenlenecek olan seçimlerin, dünya düzenine olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Analizde, 2024 yılının büyük bir seçim yılı olacağı ve bu seçim sonuçlarının dünya düzeninin sürdürülebilirliği açısından kritik önem taşıdığı belirtildi.
İşte Arab Center DC'de yayınlanan analiz:
1944 yılında, İkinci Dünya Savaşı sona yaklaşırken, sürgündeki Avusturyalı Macar ekonomi sosyoloğu Karl Polanyi, ekonomik sistemleri içinde yaşadıkları toplumlardan ayırmaya çalışmanın tehlikelerine odaklanan bir inceleme olan "Büyük Dönüşüm” adlı çalışmasını yayınladı.
Seksen yıl sonra, Polanyi'nin insan ihtiyaçları ve ilişkilerinden arındırılmış bir piyasa ekonomisi fikri ve uyarıları, ileri görüşlülüğün en büyük örneklerinden birisi olabilir.
Aslında Polanyi'nin öngördüğü gelecek, Mary Shelley'nin "Frankenstein" adlı eserindeki doktorun yaratığı karakterin çılgına dönüp sonunda yaratıcısına düşman olmasıyla güçlü bir benzerlik taşıyor.
Tarihteki en büyük seçim yılı olan 2024'te, dünya nüfusunun yarısını temsil eden düzinelerce ülkede insanlar sandık başına gidecek.
Listede, dünyanın en büyük iki ülkesi Hindistan ve ABD ile en kalabalık üç ülkesi olan Endonezya, Pakistan ve Bangladeş de yer alıyor. Ayrıca 27 ülkeden yaklaşık yarım milyar insanın oluşturduğu AB'de de parlamento seçimleri yapılacak.
Birçok yorumcu ve uzman bu küresel eşzamanlılığı savaş sonrası küresel düzene ilişkin bir tür plebisit olarak değerlendiriyor.
Şimdiye kadar uzmanlar tarafından yapılan değerlendirmeler olumlu görünmüyor. Bazıları, küresel özgürlük seviyelerinin düştüğüne, otoriter gerilemeye ve özgür ve adil seçimlere yönelik saldırılara dair kanıtlara atıfta bulunarak dünyanın bir "demokratik durgunluk" yaşadığını savunuyor.
Doğal olarak tüm bunlar, Francis Fukuyama'nın meşhur "tarihin sonu" dediği Soğuk Savaş'ın bitişine eşlik eden kör edici umuttan bugünkü derin hayal kırıklığına nasıl geldiğimiz sorusunu gündeme getiriyor.
Demokrasi şüphesiz kötü aktörlerin kurbanı olmuş olsa da, mevcut rahatsızlık daha derindir ve seçim dürüstlüğü ve ifade özgürlüğüne yönelik endişe verici gerilemelerden daha temeldir.
Muhtemelen Cumhuriyetçilerin yeni başkan adaylığını garantileyecek olan eski ABD Başkanı Donald Trump ve Ocak ayında Ayodhya'da tartışmalı bir Hindu tapınağının açılışını yaparak yeniden seçim kampanyasını gayrı resmi olarak başlatan Hindistan Başbakanı Narendra Modi gibi liderler gerçekten popüler görünüyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyaya daimi barış ve refah vaat edildi. Bunlardan ilki siyasi liberalizm (özellikle demokrasi ve hukukun üstünlüğü), ikincisi ise neoklasik iktisat (her toplumun benimseyebileceği son derece sofistike bir niceliksel iktisat yinelemesi) tarafından sağlanacaktı.
Ancak bu modeller siyasetten, değerlerden ve duygulardan yoksun, neredeyse tamamen prosedüreldi. Hiçbir topluluğa ya da liderliğe ihtiyaç duymayan, yalnızca sonsuz bireysel rasyonaliteye sahip, bağlamla ya da bilişle asgari düzeyde etkileşim gerektiren tak ve çalıştır sistemler olarak pazarlandılar.
Polanyi, Sanayi Devrimi'nden sonra dünyanın, ekonomiyi toplumun üzerine çıkarma ve insanları onun içindeki metalara indirgeme girişiminde bulunarak tehlikeli bir deneye giriştiğini savunmuştu. Sonuç, yaratıcıları için varoluşsal bir tehdit oluşturan bir yaratık oldu.
Bu açıdan bakıldığında, savaş sonrası dünya düzeninin bu yıl reddedilme olasılığı sürpriz olmamalıdır. Bu anlatının unsurları son yıllarda giderek daha belirgin hale gelmiştir.
1990'larda küreselleşmeyle ilgili hoşnutsuzluk dalgası coğrafi olarak sınırlı bir olgu olarak yorumlandı.
2000'li yılların başlarına gelindiğinde ise, bir zamanlar gelişmekte olan dünyayla sınırlı olduğu düşünülen sorunlar; azalan büyüme, yaygın eşitsizlik, başarısız kurumlar, parçalanmış bir siyasi uzlaşı, yolsuzluk, kitlesel protestolar ve yoksulluk gelişmiş ülkelerde de ortaya çıkmaya başladı.
Pek çok uyarı dikkate alınmadı ve 2008 küresel finans krizi, 2009'da başlayan Avro Bölgesi kamu borcu krizi ve 2016'da Birleşik Krallık'ta yapılan Brexit referandumu gibi gelişmeler yaşandı.
Popülizmi anlamaya yönelik akademik çabalar, esasen duygusal bir tepkiye rasyonel bir mercek uygulamaya çalıştıkları için sadece sınırlı bir başarı elde etti. Kimlik, güven ve topluluğun uzun süredir göz ardı edilmesiyle tetiklenen atavistik korkular ve içgüdüler.
Gelinen noktada, dünyanın dört bir yanındaki popülist liderler, uzmanlar tarafından ileri sürülen ekonomist argümanları terk ederek ve doğacı motiflere başvurarak zemin kazanıyor.
Trajedi şu ki, savaş sonrası liberal düzenin mimarları hakkında hakim olan popülist anlatı, onların yarattıkları üzerinde kontrollerini kaybetmiş çılgın bilim adamları oldukları yönündedir.
Ancak hikayemiz farklı bir sonla bitebilir."Frankenstein"da olduğu gibi, canavarın sahip olduğu gücün biraz farkına varılması, onun davranışını değiştirmek için uzun bir yol kat edebileceği anlamına gelir.
Bu yıl, dünya için çok kritik. Seçimler, yaklaşık 100 yıl önce yaşanan savaşlar sonrası istikrarara kavuşan dünya düzeninin ve ekonomisinin devam edip etmeyeceğini belirleyecek.