Arab Institute for Security Studies: Dünyadaki halklar, İsrail'in Gazze'deki suç ortağı olmak istemiyor!

“İşgal” kelimesini kullanmak veya İsrail'in zulmüne itiraz etmek Yahudi karşıtlığına eşit görülür hale getirildi. Avrupa'da halklar, devletlerinin yapmaya cesaret edemediğini yaparak İsrail’in ortantısız saldırılarını kınıyor.

1. resim

BAE merkezli ABD'den yayın yapan Arab Institute for Security Studies'de İsrail'in Gazze'ye olan orantısız ve soykırım derecesine ulaşan saldırılarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Avrupa halklarının sokaklara çıkarak, Avrupalı devletlerin yapamadığı şeyi yaparak İsrail'in savaş suçlarına ortak olmadığı belirtilen analizde, “İşgal” kelimesini kullanmanın Yahudi karşıtlığına eşit görülür hale getirildiği ancak AB halklarını buna karşı çıktığı belirtildi.

Analizde ayrıca; bu meselenin 7 Ekim günü Hamas'ın yaptığı saldırı ile başlamadığı ve İsrail'in yıllardır süren zulmunun gözardı edildiği belirtildi.

İşte Arab Institute for Security Studies'de yayınlanan analiz:

Gazze’de devam eden İsrail-Filistin savaşının son safhası, Avrupa Birliği’nin kurumları ile üye devletlerin neredeyse tamamının beklenmedik bir şekilde ahlaki olarak iflas ettiğini gözler önüne serdi.

2003 yılındaki “Barışa Yol Haritası” girişiminin taslağının hazırlanması sürecinde olduğu gibi Avrupa, Washington’un körü körüne takındığı İsrail yanlısı tavrı biraz olsun hafifletmek için eskiden karşı hamleler yapardı. Ancak aradan geçen yirmi yılda AB ve bu yapının en büyük hissedarlarını artık kimse tanıyamaz hale geldi.

İsrail-Filistin meselesinin son yirmi yılında, ikinci intifada, İsrail’in Gazze’ye yönelik yıkıcı saldırılarında hayatını kaybeden binlerce Filistinli sivil, binlerce yıkılan ev ile işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te kanser gibi yayılan yerleşimciler üzerinden adım adım yaklaşan bir ilhak girişimine şahitlik ettik. Bu süreç içinde Gazze’de 2007’den itibaren ağır bir muhasara altına alındı.

Dışarıdan bakan birisi bu şartlar altında mantık olarak Avrupa’nın Filistin halkına gösterdiği desteğin zaman içinde mutlaka artmış olacağını tahmin eder. Ancak Avrupa bu süre zarfında gittikçe daha İsrail yanlısı oldu veya en iyi ihtimalle Filistin davası artık umurlarında olmayan bir mesele haline geldi.

Son yirmi yıldır AB’nin bu mesele özelinde attığı en büyük adım yasa dışı yerleşkelerde üretilen İsrail mallarının bu gerçeği yansıtacak şekilde etiketlenmesi için bir değişiklik talep edilmesiydi. Sırf gösteri olsun diye verilen bu “ceza” dahi İsrail tarafında büyük öfkeyle karşılandı.

Filistin meselesinde sesi görece olarak gür çıkan muhalif ve farklı fikirler ana akım medya tarafından ya susturulduğu ya da ağır bir eleştiri altına alındığı için AB’nin bu konudaki siyasi söylemi zaman içinde İsrail’in aşırı sağcı söylemlerine paralel olarak değişti.

“İşgal” kelimesini kullanmak veya İsrail devletinin zulmüne herhangi bir şekilde itiraz etmek Yahudi karşıtlığına eşit görülür hale getirildi. Bu “suçlama (Yahudi karşıtlığı)”, Filistin yanlısı siyasetçiler ile aktivistlerin itibarını zedelemek için iş birlikçi medya tarafından sürekli gündeme getirildi. Mesela İngiltere İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn itibar suikastının en iyi örneklerinden birisiydi.

Jeremy Corbyn’in ardından gelen İşçi Partisi liderliğinin bugün Filistin meselesine yaklaşımını İsrailli aşırı sağcı Likud Partisinin sloganlarından ayırt etmek neredeyse imkânsız olduğu için İngiltere’de yaşayan Müslüman bu partiye verdikleri desteği zaman içinde büyük oranda azalttı.

Taraflı birlik mesajları

Siyasetin her cenahından diğer Avrupalı partiler de aynı yolu izledi. Avrupa’nın Filistin meselesindeki tutumu tamamen farklı bir şeye dönüştü. Neden böyle olduğuna dair birçok noktaya vurgu yapılabilir ancak kısaca özetlemek gerekirse Avrupalı siyasetçilerin İsrail’e destek vermelerinin en büyük nedeni böyle yapınca başlarına daha az iş açılmasıdır.

Avrupalı liderlerin tavırlarındaki değişikliği herkes biliyordu fakat 7 Ekim saldırılarından sonra yaşanacakları hiç kimse tahmin edemezdi. Burada bahsettiğim, 7 Ekim saldırılarını ağır bir şekilde kınamaları veya İsrail’e verdikleri büyük destek değildir.

Eleştirilmesi gereken nokta, İsrail-Filistin meselesinin kök nedenlerine yönelik yirmi yıldır devam eden Avrupalı vurdumduymazlığı ve hala İsrail işgali konusunda bir adım atmaya çekiniyor olmalarıdır.

Bu mesele 7 Ekim günü başlamadı.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Avrupalıları içine düştükleri o suçlu “uyuşturucu komasından” uyanmaları için adeta tutup silkeledi ve;

“Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakılmaktadır. Bu insanlar sürekli, şiddetin musallat olduğu topraklarının yavaş yavaş yerleşimciler tarafından yutulduğunu, ekonomilerinin mahvedildiğini, halkın vatanlarından göç etmeye zorlandığını ve evlerinin yıkıldığını izlediler. Filistinlilerin siyasi bir çözüme ulaşılacağına dair umutları uzun zamandır zaten yok olmaktaydı”

ifadelerini kullanma ihtiyacı hissetti.

Peki, bu sağduyulu açıklama karşısında İsrail ne yaptı?

Tabi ki Guterres’in istifasını talep ettiler.

Almanya Devlet Başkanı, Fransa Devlet Başkanı, İngiltere Başbakanı, İtalya Başbakanı, Avrupa Komisyonu Başkanı ve Avrupa Meclisi Başkanının da aralarında bulunduğu birçok Avrupalı lider de İsrail ile birlikte olduğu mesajını vermek için bizzat ülkeyi ziyaret ettiler.

Ama ne hikmetse, Gazze’ye bomba yağmaya devam ederken Avrupalılar aynı şekilde Ramallah’a ziyarete gitmedi.

Avrupalıların ahlak terazisine göre İsraillilerin acısı Filistinlilerin acısından daha üstün olduğu açık ve görünüşe göre bunu hiçbir şey değiştirmeyecek. Avrupa’nın şu anda takındığı tavır şu: Hamas, hiçbir kışkırtma olmaksızın bir terör eylemi gerçekleştirdi ve İsrail’in yaptıkları ise sadece meşru müdafaa hakkını kullanmaktan ibaret.

İçi boş tembihler

Ancak şu nokta çok önemlidir. İsrail’in meşru müdafaa hakkı, sayısız Filistinlinin taciz edildiği, aşağılandığı ve öldürüldüğü elli yıldan uzun süredir devam eden işgalci sıfatı üzerinden değerlendirilmelidir.

Guterres’in, özellikle kurallara dayalı dünya nizamının müdafileri o batılı demokrasileri hedef alan ağır eleştiri içerikli sözleriyle tam olarak bunu anlatmaya çalışıyordu.

Filistinlilerin son barışçıl büyük protesto gösterisi olan 2018’deki Büyük Geri Dönüş Yürüyüşüne cevaben ABD’nin İsrail’deki elçiliğini Kudüs’e taşıdığı ve Gazze’deki tel örgülerde toplanan binlerce Filistinliye İsrail ordusu tarafından ateş açıldığını hatırlamak lazım gelir. İsrailli keskin nişancılar bu gösteriler sırasında aralarında sağlık görevlileri ve gazetecilerin de bulunduğu 200’den fazla Filistinliyi öldürmüş binlercesini de yaralamıştı.

Bu kabul edilmesi mümkün olmayan rezil bir durum ve bir suçtu. Ancak batılı demokrasilerin hiçbirisi İsrail’i bu yaptıklarından dolayı kınamadı.

Avrupalı liderler bugün ise hala devam eden orantısız Gazze bombardımanına ağızlarına bile almaktan imtina etmekle kalmayıp, Gazze’de masum sivil falan yoktur diyen ve “orada yaşayanların hepsi olanlardan sorumlu bir millettir” ifadesini kullanarak Gazzelilere yönelik toplu cezalandırma taktiğini haklı göstermeye çalışan İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve diğer İsrailli devlet yetkilileri tarafından kullanılan cani dili üstü kapalı biçimde tasvip etmektedir.

20. yüzyılın en ağır toplu kurban haline getirme uygulaması olan Yahudi Soykırımına maruz kalmış insanların soyundan gelen birisinin bu şekilde ölçüsüz laflar etmesi ayrı, Avrupalı liderlerin Herzog’un bu ifadelerine ses çıkarmaması ise ayrı bir faciadır.

7 Ekim günü 1400 İsraillinin öldürülmesinin ardından Avrupa’daki binaların dış cephelerine birlik mesajı vermek amacıyla İsrail bayrağı yansıtılmıştı. Fakat şu ana kadar 8000 Filistinlinin hayatına mal olan ve hala devam eden kıyıma rağmen Avrupa’dan benzer resmi jestler görmedik.

Şunu atlamamak gerekir ki ana akım medya tarafından ekrana taşınmasa da Avrupa devletlerinin başkentlerinin çoğunda Avrupalı vatandaşlar tarafından binlerce Filistin bayrağı açıldı.

Halklar, devletlerinin yapmaya cesaret edemediğini yaparak İsrail’in orantısız intikam saldırılarını ve suyun, elektriğin, yakıt ve yiyecek ikmalinin kesilerek Gazze’de tüm Filistinli nüfusun toplu olarak cezalandırılması faaliyetlerini kınıyorlar.

Halk tabanının inanılmaz baskına rağmen Avrupalı kurumların ağzından çıkan tek şey İsrail’e yönelik içi boş “uluslararası hukuka riayet edin” tembihi oldu. Şu tavır nereden bakılırsa bakılsın hiçbir şeyi değiştirmeyeceği gibi aynı zamanda ikiyüzlüdür.

Tartışma