gdh'de ara...

Atlantic Council: Libya'nın on yıllık krizi ve Batı'nın çıkarımları

ABD, AB ve NATO, Libya'da neden başarısız oldu? Libya süreci, tüm dünyada "Batılı kriz yönetiminin" mantığını ve geleceğini sorgulattı. Batı, eğer politika değiştirmezse, dünyadaki rolünü ve beklentilerini küçültmek zorunda kalabilir.

1. resim

Mart 2011'de, Birleşmiş Milletler (BM) şemsiyesi altındaki ve askeri olarak Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) liderliğindeki ülkelerden oluşan bir koalisyon, görünüşte Kaddafi'nin sivillere yönelik misillemelerini durdurmak için Libya'da Muammer Kaddafi rejimine karşı bir dizi isyanı desteklemek için bir hava harekatı başlattı.

Ekim ayının sonuna gelindiğinde artık Kaddafi ölmüş ve rejimi çökmüştü. Bazı NATO ülkeleri ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, Libya'nın istikrara kavuşmasını ve demokratikleşmesini destekleme taahhüdünde bulundu. Ama aslında sadece müdahalenin ardından ülkenin parçalanmasına tanık oldu.

Sonraki on yıl ise sadece Libya'daki içi savaşlar ve Rusya, Türkiye, Mısır gibi bölgesel ve küresel güçler tarafından yürütülen vekâlet savaşlarındaki tırmanışlarla noktalandı.

Ayrıca, Libya'daki merkezi otoritenin çöküşü, İslam Devleti (IŞİD) dahil olmak üzere cihatçı grupların genişlemesine ve silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı dahil olmak üzere çeşitli yasadışı faaliyetlerin kurulmasına yardımcı oldu.

Şu anda Libya, Trablus ve Sirte merkezli iki rakip hükümetle hala bölünmüş bir ülke. Ülkede yaşayan yaklaşık 7 milyon nüfusunun 800 binden fazlası, çaresizce insani yardıma ihtiyaç duyuyor ve bilinmeyen sayıda göçmen, muhtemelen 600 bin kadar, Libya kıyılarındaki insanlık dışı gözaltı merkezlerinde mahsur kalıyor.

2011 müdahalesi ile sahada büyük çaplı insan ıstırabını önleyemeyen Batılı güçler ve destekçileri, Libya'nın yeniden inşasında kilit bir rol oynamakta ve Batı'nın hayati çıkarlarını korumada da başarısız oldu.

Libya krizinin sonuçları olarak Avrupa, cihatçılığın AB topraklarından sadece 280 mil uzağa yayılması, Orta Akdeniz üzerinden eşi benzeri görülmemiş bir göç krizi ve Libya'dan hidrokarbon ithalatındaki azalma dahil olmak üzere bir dizi zorluk ve tehdide maruz kaldı. Ek olarak, NATO ve AB ülkeleri, kendilerine büyük ölçüde düşman olan dış aktörlerin karşısında, bölgedeki nüfuzlarını kademeli olarak kaybettiler.

2011 müdahalesinin ironisi, NATO ile ilişkilendirilmesine ve hatta NATO emperyalizminin bir tezahürü olarak görülmesine rağmen Kaddafi karşıtı kampanya uygun bir NATO operasyonu olarak planlanmadı ve uygulanmadı. NATO'da çok sayıda ülke, Libya'ya müdahil olmaktan memnun değildi ve bölünmüştü. İngiltere ve İtalya gibi bazı üye devletler NATO varlıklarını kullanmaya istekliydi ancak Almanya, Türkiye ve Doğu Avrupalı üyeler ya ikna olmadı ya da tamamen böyle bir operasyona ilgisiz davrandı.

ABD kendi adına müdahaleyi destekledi ancak geri planda kalmak istedi. Başkan Barak Obama'nın meşhur tabiriyle "geriden liderlik” anlayışını yürütttü. NATO'yu çatışmaya dahil etme konusundaki nihai karar, savaş beklenenden daha uzun sürdüğü için daha iyi koordinasyon, daha net komuta-kontrol ve daha güçlü varlıklara duyulan ihtiyaç gibi askeri kaygılar tarafından belirlendi.

Bunların ardından NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, İttifak'ın Libya halkını koruyacağına ve "uzlaşma ve insan haklarına saygıya dayalı birleşik bir devlete sorunsuz ve kapsayıcı bir geçiş" sağlayacağına söz verdi.

Ancak bu retoriğe rağmen, NATO ciddi ve uzun süreli bir taahhüde sınırlı ilgi göstermeye devam etti ve bu da genel olarak krizi uygun şekilde yönetme becerisini engelledi.

Siyasi düzeyde ve önceki NATO operasyonlarının aksine, savaşın yönü NATO'nun siyasi organı olan Kuzey Atlantik Konseyi'ne (NAC) değil, bir Libya Temas Grubuna verildi. NATO ise sadece askeri operasyonlarla görevlendirildi. Bu, NATO'nun, koalisyonun NATO üyesi olmayan üyeleri üzerinde siyasi gözetim uygulayamayacağı anlamına geliyordu. Hatta bunlardan bazıları iki taraflı olarak bazı Libyalı isyancı grupların silahlandırılmasında ve eğitilmesinde kritik bir rol oynadı.

NATO'nun geleneksel “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” sloganını yıkan bu tür bir karar, İttifak'ın bir bütün olarak siyasi taahhüdünün olmamasının bir başka sonucuydu.

Operasyon sona erdiğinde NATO askeri yetkilileri, çatışma sonrası barışçıl bir geçişi sağlayacak bir istikrar gücü olmadan ve devrimden doğan kırılgan Libya liderliğine uzun süreli destek olmaksızın, kaos ve devlet başarısızlığı riskinin ortadan kalktığı konusunda güçlü bir savunma yaptı.

Ancak neredeyse tüm NATO üyesi devletler, "Afganistan senaryosuna uzaktan benzeyen herhangi bir durumun ortaya çıkması" konusunda endişeliydi.

Müdahalenin ardından NATO'nun Libya'ya sunduğu şey, savunma kapasitesinin oluşturulmasında teknik destekti. 2015 yılına kadar devam eden bu tür tüm programlar da hayal kırıklığı içinde kapatıldı.

Libya makamları çok sayıda silahlı grupla uğraşırken Batı onları yalnız bıraktı ve bu yeni senaryoları teşvik etti. Bu sadece milisleri meşrulaştırmakla kalmadı, aynı zamanda giderek daha fazla milisi ülkeye çekti ve silahlanma iştahı arttı. Politikacıları kaçırarak, silah zoruyla yasalar dayatarak ve Libya'nın ekonomik kurumlarından fon toplayarak Libya'nın siyasi manzarasına hakim oldular. Libya, bir savaş ağalığı, mezhepçilik ve yerleşik siyasi şiddet yoluna girdi.

AB ve yumuşak gücün sınırları

Savaştan sonra Libya'yı istikrara kavuşturmak için öne çıkan örgüt ise NATO değil, BM'nin Libya destek misyonunun (UNSMIL) yönetimindeki AB oldu. AB,"yakın çevremizde barışı teşvik etmek için temel ve net bir katkı"anlayışı ile Libya'ya destek sağlama sözü verdi.

Başlangıçta AB, yardım, finans, eğitim ve geliştirme programlarından oluşan klasik yumuşak güç araç setine başvurdu. Birlik, Libya'da insani yardıma 44,5 milyon Avro yatırım yaptı, 70 milyon Euro değerinde 23 projeye ikili destek olarak katkıda bulundu ve Libya'daki Covid-19 müdahalesini 66 milyon Euro ile finanse etti. Ek olarak, Libya'nın göç sorunuyla başa çıkmasına yardımcı olmak için AB Afrika için Acil Durum Güven Fonu kapsamında 408 milyon Euro seferber edildi.

Ancak bu programlar iki ana sorundan muzdaripti.

Birincisi; Kaddafi yönetimi altındaki Libyalılar, fiilen çalışmayı değil, rejime sadakate dayalı bir devlet maaşı alıyorlardı. Bu nedenle AB finansman mekanizmaları için Libya, “prizsiz bir fiş gibiydi”. Bu, AB mali planlarındaki tutarsızlıklar ve çabaların tekrarlanmasıyla daha da kötüleşti.

İkinci bir sorun, herhangi bir geliştirme programının uygulanmasını engelleyen güvenlik eksikliğiydi.

AB'nin Libya delegasyonu, 2011'in sonlarında güvenlik alanında daha güçlü önlemlere duyulan ihtiyacı değerlendirdi. Yıllar boyunca, AB çevrelerinde, Trablus ve çevresinde konuşlandırılacak 5.000 kişilik bir AB kuvveti de dahil olmak üzere bir dizi seçenek tartışıldı. Bir dizi güvenlik planı değerlendirildi. Ancak bu planlar da çeşitli sorun nedeniyle hiçbir zaman uygulanmadı.

Bunun yerine, bir fark yaratamayacak kadar zayıf olduğu ortaya çıkan bir AB Sınır Yardım Misyonu (EUBAM) kuruldu. AB, seçilmiş bir Libya Hükümeti'nin bir istikrar gücü davet etmeye daha meşru hissedeceğini umuyordu, ancak tam tersi oldu. İstikrar ve güvenliğin olmadığı 2012 Libya seçimlerinde siyasi şiddet ve insan hakları ihlalleri arttı. Seçimleri izleyen AB herhangi bir adım atmadı. Takip eden yıllarda Bbri Trablus'ta, diğeri Bayda'da bulunan ve her biri farklı bir meclis ve farklı bir milis koalisyonu tarafından desteklenen ve iktidar için rekabet eden iki hükümet oluştu ve iç savaş tetiklendi.

2015'ten itibaren AB kendi hedeflerini küçültmeye başladı ve Libya krizini, bir göç sorunu ve ülkeye silah kaçakçılığı gibi sadece belirli yönleri ile ele almaya çalıştı. Bunu da iki deniz operasyonu, EUNAVFOR MED Sophia ve Irini aracılığıyla yaptı. Her iki operasyon da kronik olarak yetersiz kaynaklara sahipti ve stratejik bir etkiyi engelleyen kendi kendine koyduğu sınırlamalardan muzdaripti.

Irini'nin ana handikapı, UNSCR 2292'den kaynaklanan operasyonun yetkisinde yatıyordu. Ayrıca Rusya ve Çin'in karara dahil edilmesinde ısrar ettiği 'uyumlu tepki' kavramına dayanıyordu. Sonuç olarak Irini gemileri, Libya'ya savaşla ilgili malzeme taşıdığından şüphelenilen gemileri ancak gemilerin bayraklı ülkelerinden izin verilirse denetleyebildi ve bu da mümkün olmadı.

Doğal olarak bu, Irini'nin yaptırım ve caydırıcı potansiyelini sınırladı. Bazı durumlarda, kargoları ve konvoyları durdurmaya çalışılan ülkeler Avrupa gemilerine ateş açmakla tehdit etti ve Avrupalılar geri çekildi.

Mart 2021'de Abdülhamid Dibeybe yönetiminde Trablus'ta güçlü bir Türk yanlısı hükümetin kurulmasıyla kanıtlanan, AB'nin yumuşak güç araçlarını desteklemek için sert güç kullanamaması, bölgede giderek artan bir baskı kaybına yol açtı. Bir yıl sonra Fethi Başağa yönetiminde Sirte'de tanınmış hükümet kuruldu.

Libya krizi, hem NATO'da hem de AB'de ortak olan “cesur taahhüt ancak ödün verilmiş araçlar” eğilimini ortaya koyuyor.

NATO'nun gönülsüz 2011 müdahalesi, Libya'da NATO üye devletlerine yönelik bir dizi tehdidin ortaya çıktığı bir güç boşluğu bıraktı. Bu boşluk sonunda, NATO'nun ana rakibi olan Rusya'ya bölgede hidrokarbon kaynakları açısından zengin stratejik bir bölgede tutunma olanağı sağladı.

AB için Libya krizi, birliğin yumuşak güce dayalı dış politika paradigması ile sert bir güvenlik krizinin ihtiyaçları arasındaki dengenin hikayesidir.

Örgüt, Libya halkına verdiği sözleri yerine getirmedi ve sonuç olarak bölgedeki nüfuzunu kaybetti. Bu durum, tüm dünyada Batılı/liberal kriz yönetiminin mantığını ve geleceğini sorgulatmaktadır.

Libya'dan çıkarılacak ilk çıkarım, yarım önlemlerin pek işe yaramadığıdır. Bir karşı olguyu nihai olarak kanıtlamak veya çürütmek imkansız olsa da, Libya'nın çöküşünün kaçınılmaz olmadığına dair pek çok kanıt var.

2011 operasyonunun ardından kurulacak olan bir barış gücü; 2012'de Libya'nın barışçıl geçiş sürecini ilk bozanlara karşı hızlı tepki adımları; 2015 ve 2020'de rakip Libyalı gruplar arasında BM tarafından yönetilen müteakip siyasi anlaşmalara bağlı daha güçlü uygulama mekanizmaları ve bu anlaşmaları bozan Libyalı ve uluslararası kişilere yönelik cezai tedbirler, ülkeyi yutan şiddet sarmalını önleyebilir veya en azından kontrol altına alabilirdi.

İkinci çıkarım ise; daha güçlü bir AB ve NATO siyasi rolüne ihtiyaç olduğudur. Batılı girişimlerin başarısızlığı, yerel ve uluslararası oyunculara, BM kararlarını açıkça ihlal eden politikaların cezasız kalabileceği mesajının iletilmesine katkıda bulundu.

NATO, AB ve üye devletleri bu sorunları ele almaya ve gelecekteki kriz yönetimlerinde 'politika değiştirmeye' hazır değillerse, beklentilerini küçültmek zorunda kalabilirler ama aynı zamanda retoriklerini de gözden geçirebilirler.

Giderek militarize olan bir dünyada, daha düşük bir profil, Batı'nın çıkarlarını güvence altına almak ve barış ve istikrarı desteklemek için yetersiz olabilir ama en azından ikiyüzlülük ve kibir suçlamalarını önleyecektir.

Tartışma