Balayı bitince Truva atları devreye girer
Reisi’yi koruyamayan İran, Hamaney’i koruyabiliyor mu? Direniş ekseni denilen hattaki güçler İran’a ne kadar güvenebilir? Kendi devlet başkanını güven içinde uçuramayan bir devlet, söz ile mi direniş eksenini koruyacak?
Konu Esed’e destek vermek ve onu muhaliflerin gazabından korumak olduğunda her şey güllük gülistanlıktı.
Neden mi bahsediyorum?
Hizbullah ile İsrail arasındaki adı konulmamış Esed’e destek mutabakatından. Mutabakat dediysem zımni bir anlayış yani her iki tarafından sezdiği ve sessiz kaldığı bir çerçeve.
2011 yılında Suriye iç savaşı başladığında muhalifler birkaç yıl içinde büyük bir başarı kazanarak Şam’ı tehdit etmeye başlamışlardı. Ortaya çıkan tablo, baba Esed’in Hama ve Hums’ta yaptığı katliamlardan sonra sürekli olarak bastırılan, katledilen Suriye halkının oğlu Esed’i göndermeye çok yakın olduğuna dair bir tabloydu.
Bu esnada Mısır’da seçimler yoluyla Mursi başkan seçilmişti. Mursi’nin İhvan teşkilatı içinden Mısır Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması güvenlik paranoyası içindeki İsrail’i ise son derece rahatsız etmişti.
İsrailli gazeteci David Weinberg 2013 yılında yaptığı bir değerlendirmede açıkça ‘Arap orduları İsrail için konvansiyonel tehdit olmaktan çıktı. Mursi gidici, Kahire sokaklarında gücü kırıldı’ derken tam da bugünlere ışık tutacak açıklamalar yapmaktaydı.
Hizbullah ise İran desteği ile Esed’e destek verip Suriye’yi tarumar ederken, İsrail’in neden kendilerine ilişmediğini sorgulama gereği dahi hissetmedi.
Oysa İsrail bir taşla kaç kuş vurmaktaydı.
Bir taraftan kendisine en büyük tehdit olarak gördüğü Suriyeli muhalifleri Hizbullah ve İran eliyle katlettiriyor, diğer taraftan İran ve Hizbullah büyük bir şevk içinde Halep’i, Hama’yı, Hums’u kedi ajandası doğrultusunda haritadan siliyor ve Suriye’nin parçalanması için vazife görüyordu.
İşin en tuhaf olanı ise İran ve Hizbullah bunu her zaman olduğu gibi ‘Kudüs’e giden yolda verilen kutsal mücadele’ diye İslam dünyasına pazarlamaya çalışıyordu. Ermeni işgalinin sona erdiği günlerde duydukları rahatsızlık nedeniyle, Kudüs’e giden yolu Bakü’den de geçirmeye kalktıklarında, Recep Tayyip Erdoğan Nahcivan’a gidip verilmesi gereken mesajı vermek durumunda kalmıştı.
Hatırlamakta fayda var
İsrail, bu fırsattan istifadeyle ABD eliyle sınırlarımızda bize saldıracak bir terör devleti oluşturmaya çoktan başlamıştı bile. Bu noktada da verdikleri mücadeleyi her ülkede sonsuz ve sorunsuz kalabilmenin en meşru argümanı haline getirilen DEAŞ ile savaşan YPG palavrası üzerine kurgulamıştı.
Aslında Türkiye, Suriye’ye dört kapsamlı harekât gerçekleştirene kadar plan kusursuz şekilde işlemekteydi. İşte o harekatlardan birisi olan Zeytin Dalı Harekâtında Hizbullah’ı YPG’nin saflarında savaşırken görmüştük.
Hatırlayalım…
Hizbullah militanları ceset torbaları içinde Lübnan’a sevk edilmeye başlayınca ses yine İran’ın ruhani lideri Hamaney’den gelmişti: ‘Masum insanları öldürüyorsunuz’ diye.
Ne olmuştu da bir İsrail projesi olan Türkiye’nin sınırları boyunca uzanan hatta YPG üzerinden terör devleti oluşturulmasına Hizbullah ve İran’da destek vermek istemişlerdi?
Cevabı basit aslında.
İşin içinde İsrail dahi olsa fırsat bu fırsat diyerek Türkiye’nin sınırlarında oluşacak bu terör devletinin, zaman içinde kendileri adına kullanışlı bir aparata dönüşebileceğini ve İsrail ile aralarında olan balayının sonsuz süreceğini düşünmüşlerdi.
07 Ekim dönüm noktası oldu
Ama 07 Ekim’de Hamas saldırıları sonrası ortaya çıkan tabloda İslam alemi gözlerini yaklaşık yarım asırdır ‘Kudüs’e giden yol’ sloganını kullanan İran’a dikti. İran buna rağmen Gazze’de devam eden soykırımda Hamas adına bir adım dahi atmadı.
Hatta İran eski Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da İsrail saldırısı ile öldürülmesi sonrası yaptığı açıklamalarda ‘İran halkı Filistinlilerden daha Filistinli olmamızdan bıktı. Nasrallah dahi Hamas ile arasına mesafe koydu’ dese de İsrail eline geçirdiği kırk yıllık fırsatı değerlendirmekte kararlıydı.
Balayı sona ermişti zira Suriye parçalanmış, Mısır’da Mursi katledilmiş ve yerine Sisi koltuğa oturtulmuş, Arap ülkelerine ‘koltuğunuzu muhafaza etmek istiyorsanız sesinizi çıkarmayın’ diye alenen çağrı yapılmıştı ve şimdi sıra Hizbullah’ı ortadan kaldırmaya gelmişti.
Peki Hizbullah kolay lokma mı?
Elbette hayır.
İsrail 2006 senesinde Lübnan’da Hizbullah’a karşı çok büyük bir yenilgi almış ve bu yenilgiden çok ders çıkartmıştı. Bu doğrultuda Lübnan’a bir kara harekâtından ziyade hem hava taarruzları yapıyor hem de Hizbullah’ın lider kadrosuna yönelik suikastlar gerçekleştiriyordu.
İşte bu telsizlere ve çağrı cihazlarına yerleştirilen patlayıcıların angajman boyutu, yukarıda zikrettiğim balayı döneminde geliştirilen zımni ilişkiler döneminde kotarıldı. İsrail, tedarik zincirleri de dahil olmak üzere İran ve Hizbullah’ın tüm rutinlerini, lojistik ihtiyaçlarını çözmüştü.
Bu zemin üzerinden geliştirilen ilişkiler doğrultusunda acaba İsrail sadece çağrı cihazlarına mı patlayıcı yerleştirmiştir?
Reisi’nin helikopteri için yapılan tedarik zincirleri de İsrail kontrolü altında ise İran Devleti’nin Cumhurbaşkanı dahi İsrail eli ile ortadan kaldırılmış olabilir mi?
Reisi’yi koruyamayan İran, Hamaney’i gerçekten de koruyabiliyor mudur?
Direniş ekseni denilen hatta direnen güçler ne kadar İran’a güvenebilirler?
Tahran’da Haniye’yi koruyamayan hatta kendi devlet başkanını güven içinde uçuramayan bir devlet, söz ile mi direniş eksenini koruyacak?
Ya söz konusu çağrı cihazları Hizbullah’a İran eliyle tedarik edildikten sonra İran’ın farkında olmadığı bir durum içerisinde İran eliyle verilmiş ise?