Bir hazin savaş gemisi satın alma hikayesi
Türkiye’nin savunma sanayi alanında son yıllarda yaptığı başarılı çalışmalar dünya kamuoyunun gündeminde sık sık konu oluyor. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında yaşanan mühimmat ve özellikle savaş uçağı lastiği sıkıntısı; bize savunma sanayi konusunda dışa bağımlı olmanın ne kadar riskli ve tehlikeli olduğu konusunda acı bir tecrübe oldu.
Özellikle ASELSAN, TUSAŞ gibi kurumlarımız ve Baykar gibi özel sektör girişimleri ile son yıllarda bu alanda başarılı çalışmalar yapılıyor ve bu sayede dışa bağımlılık konusunda önemli adımlar atıldı. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri ile yaşadığımız ve ilk olarak F-35'lerde başlayan, devamında F-16 satışında yaşanan sorunlar savaş uçağı alanında da dışa bağımlı olmanın ciddi risklerini bize gösterdi.
Tarihte uçağın askeri amaçla kullanılmasının ilk örneği İtalyanların o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan Libya’ya Ekim / Kasım 1912 döneminde yaptıkları keşif ve bombalama faaliyetleri ile başlar. Savaş uçaklarının gelişiminin yavaş ilerlediği bu dönemlerde dünyada aktif ve en güçlü savaş makineleri Dretnot’lardı. İlk örneği 1906 yılında İngiltere’de denize indirilen HMS Dreadnought, 305 mm’lik 10 ana bataryası, tek ve çift namlulu 5 taret ve 24 küçük topla donatılan silah sistemi ile mükemmel bir savaş makinesi olarak göz dolduruyordu.
Beklenen büyük dünya savaşının gitgide yaklaştığı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu da bu deniz teknolojisinden yararlanmak istedi ve İngiltere’ye 2 adet savaş gemisi sipariş etti. Bu gemilerden bir tanesine “Sultan Osman-ı Evvel”, diğerine ise “Reşadiye” ismi verilmişti. Temmuz 1914’te inşası tamamlanan ve deneme seferlerine başlayan gemileri almak için Osmanlı devleti 500 kadar denizci ile birlikte bir subay heyetini de Londra’ya yollamıştı. 2 Ağustos 1914 günü gemilere resmen Osmanlı sancağı çekilme töreninin başlamasına yarım saat kala İngiltere hükümeti gemilere İngiliz Kraliyet Donanması adına el koydu. Bu kadar Londra’da bekleyen Osmanlı subay heyetinde ve haberi alan İstanbul’daki yöneticilerde şaşkınlık yarattı. Sultan Osman-ı Evvel gemisine Enver Paşa tarafından süvari olarak atanan Rauf Orbay İngilizlere gemilere zorla binip sancağı çekeceğini söylediyse de dönemin Amirallik Birinci Lordu Winston Churchill böyle bir şey yapılırsa silahlı güç ile karşılık verileceğini söyledi. Rauf Orbay daha sonra yayınlandığı hatıratında konudan şöyle bahseder:
“Birleşik Krallık hükûmetinden 2 Ağustos 1914 günü Reşadiye dretnotu ile beraber teslim alınması gerekirken, Osmanlı Sancağının çekilmesi törenine yarım saat kala Britanyalılar tarafından el konmuştur. Osmanlı heyeti İstanbul'a döndüğünde seferberlik ilan edildiğini öğrenmiştir.[39] Aynı zamanda Britanyalılar, ikinci bir Osmanlı zırhlısı olan ve Vickers tarafından Reşadiye adıyla inşa edilen King George V sınıfındaki gemiye de el koyarak HMS Erin olarak yeniden adlandırdı. Sözleşmede böyle bir eyleme ancak o sırada Birleşik Krallık savaştaysa izin veriliyordu; Birleşik Krallık henüz savaşta olmadığı için bu eylemler yasa dışıydı. Birleşik Krallık hükûmeti Osmanlıları bir oldu bittiye getirmeye karar vermişti. 3 Ağustos'ta, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Birleşik Krallık büyükelçisi, hükûmete Britanya'nın gemileri ele geçirdiğini bildirdi.[40] Churchill, gemilerin Birleşik Krallık'a karşı kullanılması riskini almak istemedi, ancak bunun sonuçları oldu.”
Alınan bu akıl almaz karar Osmanlı devletinde ve özellikle halk nezdinde büyük infiale yol açtı. Balkan Harbi sonrasında ciddi bir mali buhran içine giren Osmanlı devleti bu gemilerin yüksek maliyetini karşılamak için halktan yardım toplamış, büyük bağışlar yapan kişileri “Donanma İmtiyaz Madalyası” ödüllendirmişti. Bu hadise sonrasında Alman İmparaturluğu’nun Göeben ve Breslau gemilerini Osmanlı’ya hediye etmesi, Osmanlı’nın doğal olarak Alman İmparatorluğu yanında savaşa girmesine yol açtı.
Peki, son kuruşuna kadar paralarını ödediğimiz bu iki savaş gemimize daha sonra ne oldu?
İngilizler “Sultan Osman-ı Evvel” gemimize “HMS Agincourt”, “Reşadiye” gemimize ise “HMS Erin” adını vererek İngiliz birleşik donanmasına kattı. Bu 2 gemi 1. Dünya Savaşı sırasında büyük yararlılıklar gösteremedi çünkü çok acı bir gerçek İngilizlerin de karşısına çıkmıştı. Bu 2 gemi de Osmanlı’ya satılacağı için kasıtlı olarak sorunlu üretilmişlerdi. Hiçbir zaman beklenen performansı gösteremediler ve 1922 yılında hizmet dışı ilan edilerek söküme yollandılar.
İşte parasını son kuruşuna kadar ödediğimiz 2 savaş gemimizin hazin hikayesi de bu şekilde sonlandı. Savaş sanayisi alanında dışa bağımlı olmanın ne kadar tehlikeli olduğu da bu şekilde ortaya çıktı.