BM’de reform arayışları: Daha adil bir dünya mümkün mü?

💢 BM, krizleri ve savaşları niçin engelleyemiyor?

💢 BMGK'da reform yapılması bir zorunluluk haline mi geldi?

1. resim

Birleşmiş Milletler (BM) 78. Genel Kurulu, 19-26 Eylül’de New York’ta gerçekleşiyor. Öyleyse sorulması gereken soru şu: BM, kendisinden beklenen işlevi başarıyla yerine getirebiliyor mu? Elbette bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün değil. Özellikle de Soğuk Savaş sonrası dönemde BM, krizlerin önlenmesindeki başarısızlığının yanı sıra çıkan krizlerin yönetimi konusunda da son derece sıkıntılı bir karneye sahip.

Öyle görünüyor ki; yakın geçmişte BM’nin gıda krizinin önlenmesi amacıyla hayata geçirilen Karadeniz Tahıl İnisiyatifi dışında somut bir başarısı yok. Zaten bu başarı da BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyelerine değil; Türkiye’ye ait. Söz konusu anlaşma Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın krizler karşısındaki ön alıcı, yapıcı ve vizyoner liderliğinin bir yansımasıydı. Yürütülememesi ise üçü BMGK’nın başarısızlığı.

Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile özdeşleşen “Dünya beşten büyüktür.” söylemini haklı kılan husus da bu. Yakın geçmişte Suriye, Libya ve Karabağ’daki çatışmalara bakıldığında ya da halhazırda Filistin’deki durum veya Ukrayna’daki savaş incelendiğinde, barışın tesisi noktasında BM’nin üzerine düşen görevi yerine getirebildiğini söylemek mümkün değil. Tam da bu nedenle daha adil bir dünya arayışının artık tarihsel bir zorunluluk haline geldiği öne sürülebilir. Peki ne yapmalı?

Öncelikle sorunun adını doğru koymak gerekiyor. BMGK’nın beş daimi üyesi var ve bu ülkeler, İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri. Ancak aradan geçen zamanda Soğuk Savaş bitti. Tek kutuplu dünya düzeni kuruldu ve artık o da çöküyor. Çok kutupluluğa geçiş kaçınılmaz. Dolayısıyla çok kutuplu dünyada bir güç merkezi olarak konumlanmaya hazırlanan aktörler bulunuyor. Elbette bu aktörlerin BMGK’da temsil edilmesi de gerekiyor. Çünkü daha adil bir dünya mümkün olacaksa, bu ancak daha adil bir temsiliyetle mümkün olacak.

Bu noktada söz hakkını hak eden güçlerden bahsetmek gerekir. Öncelikle Almanya’ya değinmek gerekirse, bu ülkenin dünyanın en büyük ekonomilerinden olmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın işlediği suçların cezasını çekmeye devam ettiği vurgulanmalı. Elbette Berlin, dönem dönem daha fazla söz hakkı istediğini dile getiriyor. Ukrayna’daki savaşın ardından Almanya’nın silahlanma kararı alması ise göz ardı edilmemesi gereken en kritik bir husus. Söz hakkı kısıtlanan Almanya’nın zamanla siyasi ve askeri hırslarının artması kaçınılmaz.

İkinci Dünya Savaşı nedeniyle cezalanan bir diğer aktör ise Japonya. Tokyo yönetimi de küresel ekonomideki ağırlığına rağmen siyaseten arzu ettiği gücten oldukça uzak. Bunun nedeni de BMGK’da temsil edilmemesi. Kuşkusuz bu durum, son dönemde silahlanan Japonya’nın da ilerleyen süreçte söz hakkını güç kullanarak istemesi riskini barındırıyor. Yani Almanya ile Japonya’nın geçmişleri benzediği gibi, gelecekleri de benzeyebilir.

Dünyanın yükselen güçlerinden ve çok kutupluluğa evrilen sistemde birer kutup olarak konumlanmaya hazırlanan Türkiye ve Hindistan’ın da daimi üye olmaması ciddi bir problem. Üstelik Karadeniz Tahıl İnisiyatifi, Türkiye’nin dünyanın beşten büyük olduğunu teyit eden en önemli başarısıyken. Gelinen noktada gerek Rusya-Ukrayna Savaşı’nda gerekse de Karabağ’da yükselen tansiyonda BM’nin Türkiye’nin olmadığı bir kriz yönetimi seçeneği üretmesi olası gözükmüyor.

Dünyanın mühim bölgeleri de BM merkezli uluslararası sistemde ciddi bir temsil sorunuyla karşı karşıya. Örneğin Afrika ve Latin Amerika’nın BMGK’da söz hakkı yok. Böylesi bir temsil problemi varken, BMGK’nın krizlere çözüm üretmesi de mümkün olmuyor. Dolayısıyla BMGK’nın daimi üye sayısının arttırılması ve temsilin daha hakkaniyetli bir mahiyete bürünmesi zaruriyet. Aksi takdirde günümüzde yerel ve bölgesel düzeyde yaşanan çatışmaları önleyemeyen BM, ilerleyen dönemde küresel bir savaş riskini de engelleyemez. Bu da uluslararası güvenlik ortamının kırılganlığı açısından son derece sıkıntılı.

Reform ihtiyacı olan bir diğer husus ise BMGK’nın karar alma yapısı. Mevcut durumda BMGK’nın beş daimi üyesindeki veto yetkisi birçok konuda karar alınmasını zorlaştırıyor. Örneğin Kuzey Kore, İran ve Suriye gibi aktörlere ilişkin yaptırım kararlarında Rusya ve Çin’den birinin veto hakkını kullanması yeterli oluyor. Dahası Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline yaptırım gücüyle yanıt vermesi beklenen BMGK’nın daimi üyelerinden biri Rusya ve haliyle Moskova yönetimi veto yetkisine sahip. Bu da Rusya’nın uluslararası hukuku çiğnemesinin BM nezdinde cezalandırılmasını önlemekte. En fazla BM Genel Kurulu’ndan kınama kararları çıkarılabiliyor. Dolayısıyla Rusya'nın gayrıhukuki eylemlerinde kınamanın ötesine geçilemiyor.

Anlaşılacağı üzere, temsilde adalet sağlanırken; BMGK içerisinde eşitler arasındaki işbirliğine dayalı bir düzen kurulmalı. Bunun yolu da sistem içerisindeki bazı üyelere daimi veto yetkisi vermek yerine, nitelikli oy çokluğu gibi bir yönteme geçilmesi ve her aktörün eşit söz hakkının bulunması. Aksi takdirde BM’nin barışı koruma misyonunu yerine getirmesi pek mümkün değil.

Esasen BM’nin işlevi hususunda BMGK daimi üyelerinde bile inançsızlık var. Zira Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in BM Genel Kurulu’nun 78. Oturumu’na hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin verdiği tutuklama kararı nedeniyle katılmadığı bilinse de diğer daimi üyelerin devlet başkanları da ABD dışında temsil edilmiyor. ABD Başkanı Joe Biden ise ev sahibi. Yani Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de zirveye katılmıyor. Bu da BM’nin mevcut yapısıyla sürdürülemez olduğunu teyit eder nitelikte.

Sonuç olarak 78. Genel Kurulu toplanan BM, son derece sıkıntılı bir gelecekle karşı karşıya. BM’nin önünde iki seçenek var: Ya dünyanın beşten büyük olduğu realitesini kabul ederek daha adil bir dünyayı mümkün kılacak bir formüle yoğunlaşacak ya da her geçen gün daha da işlevsizleşecek. Bu da uluslararası politikadaki krizlerin ve kaosun büyümesi; haliyle büyük ölçekli savaşların kaçınılmaz hale gelmesi demek.

Tartışma