gdh'de ara...

Carnegie Endowment for International Peace : ABD, küresel düzeni korumak için acil adımlar atmalı!

Yükselen orta güçler, yirmi yıl içinde dünya siyasetinin yapısını yeniden şekillendirecek. ABD, hegemonyasını ve küresel düzeni korumak için hangi adımları atmalı?

1. resim

Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Carnegie Endowment for International Peace'de, ABD'nin son dönemde izlediği politikalar ve uluslararası sisteme karşı ortaya çıkan değişim taleplerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

ABD'nin dünya düzenini korumak için yükselen güçlerle olan ilişkilerini yeniden düzenlemesi gerektiği belirtilen analizde, Washington'un artık neo-Soğuk Savaş dönemi çerçeveleme politikasından kaçınması gerektiği tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca; önümüzdeki yirmi yıl içinde Türkiye gibi yükselen güçlerin dünyanın en büyük ekonomileri ve nüfusları arasına gireceği ve bu süreçte, dünya siyasetinin yapısının yeniden şekilleneceği belirtildi.

İşte Carnegie Endowment for International Peace'de yayınlanan analiz:

Dünya genelinde, dünya siyasetine ABD'den farklı bakan çeşitli uluslar yükseliyor ve diplomatik güçlerini Amerikan hegamonyasını zorlaştıracak şekilde sergiliyorlar.

Afrika'dan Latin Amerika'ya, Orta Doğu'dan Asya'ya, yükselen bu güçler ABD'nin dünya düzenine ilişkin geleneksel düşüncelerine uymayı reddediyor.

Jokowi olarak bilinen Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo Kasım 2022'de yaptığı bir açıklamada;

"Yeni bir soğuk savaşta piyon olmayı reddediyoruz"

ifadelerini kullanmıştı.

Aslında bu görüşü Arjantin, Brezilya, Hindistan, Meksika, Nijerya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Tayland ve Türkiye de paylaşıyor.

Bu 10 ülkenin tamamı ya G-20'de yer alıyor ya da üyeliği gerektirecek kadar büyük ekonomilere sahip. Çoğunun nüfusu Almanya'nın nüfusundan daha fazla.

Toplamda dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini ve ekonomik üretiminin beşte birini oluşturan bu ülkeler, aynı zamanda küresel güney olarak adlandırılan bölgenin nüfusunun ve ekonomik üretiminin de önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Önümüzdeki yirmi yıl içinde bu gibi yükselen güçler dünyanın en büyük ekonomileri ve nüfusları arasına girecek ve bu süreçte dünya siyasetinin yapısını yeniden şekillendirecek.

Bu ülkelerin özellikle diplomasileri giderek daha iddialı hale geliyor ve giderek artan bir cesaretle ABD'ninkilere ters düşen pozisyonlar alıyorlar.

Washington ve müttefikleri sadece bu güçlerin ortaya çıktığını değil, aynı zamanda gbu ülkelerin artık birçok uluslararası meselede Washington'un tercihlerine uymayacaklarını da kabul etmelidir.

Rusya Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiğinde, bu güçlerin çoğu Ukrayna'yı desteklemek için ABD öncülüğündeki koalisyona katılmayı reddetti ve Rusya'ya yaptırım ya da Kiev'e silah yardımı gibi somut adımlar atmayı reddetti.

Hatta Hindistan ve Türkiye gibi bazı yükselen güçler Rusya ile ekonomik bağlarını genişletti.

Bu arada, bazıları savaşı sona erdirmek için aktif diplomasi yürüttü ve ABD'nin Ukrayna'yı "gerektiği kadar" destekleme politikasına meydan okudu.

Örneğin Brezilya Devlet Başkanı Luiz Lula da Silva, savaşı sona erdirmek için bir barış kulübü kurma planını ortaya attı ve Washington'u "savaşı teşvik etmeyi bırakıp barış hakkında konuşmaya" çağırdı.

Güney Afrika, savaşı sona erdirmek için Afrikalı liderlerden oluşan bir heyete öncülük ederken, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Putin ile çalışma ilişkisini sürdürdü ve diplomatik kanalları açık tutmaya çalıştı.

Bu yükselen güçlerin çoğunun Pekin ile de sıcak bağları var. Çin ile ekonomik ilişkilerini tehlikeye atacak herhangi bir şey yapmak konusunda isteksizler.

Örneğin Lula 2023'te Pekin'e yaptığı bir ziyarette "dünya jeopolitiğini dengelemek" için Çin'le birlikte çalışma sözü verdi ki bu ifade Amerika'nın küresel üstünlüğünü sarsmak anlamına geliyordu.

Çin'i bir düşman olarak gören ve son yıllarda ABD'ye çok daha yakınlaşan Hindistan'ın bile Tayvan konusunda bir savaş çıkması durumunda ABD'yi askeri olarak desteklemesi pek olası değil.

Dolayısıyla Washington'un dünyanın bu tarihi anında, neo-Soğuk Savaş ideolojik mücadelesindeki dürtüsünden kaçınması gerekiyor.

Çin ve Rusya etkisi

ABD yükselen güçlere liberal dünya düzeni için kendi çıkarlarını feda etmeleri çağrısında bulunduğunda, bu güçler ABD'nin Rusya ve Çin ile giriştiği sert güç mücadeleleri için onları ikna etmeye çalıştığından şüphelenmektedir.

Bu ülkelerin yetkilileri, Washington'un liberal uluslararası düzene iddia ettiği kadar bağlı olmadığının kanıtı olarak 2003 Irak Savaşı'nı göstermekte gecikmiyorlar. ABD'nin yüksek ilkelerinden ödün verdiği ve otokratları desteklediği pek çok vakaya işaret ediyorlar.

Diğer yandan, Başkan Joe Biden'ın İsrail'in Gazze'deki harekatına verdiği destek, bu ülkelere Amerika'nın istisnai ahlaki otorite iddialarının doğruluğundan şüphe duymaları için bir neden daha verdi.

Bu yükselen güçlerin çoğunun, ABD dış politikasını sık sık canlandıran türden ideolojik mücadeleler için zaten sınırlı bir siyasi hareket alanı var. Örnek olarak savaşın başlamasının ardından Hindistan Dışişleri Bakanı S. Jaishankar, Avrupa'nın Rus enerjisinden vazgeçme kabiliyetinin Hindistan'ın sahip olmadığı bir lüks olduğuna dikkat çekmişti.

Washington ile son dönemde pek çok yükselen güç arasındaki sürtüşmeler göz önüne alındığında, bunları göz ardı etmek ve yalnızca Pekin ve Moskova'ya karşı koymaya odaklanmak cazip gelebilir. Ancak bu da bir hata olur.

Yükselen güçler ABD'nin Çin ve Rusya gibi ana rakipleri oranında bir tehdit oluşturmuyorlar. Ancak görmezden de gelinemezler. Çünkü, ABD bu güçleri görmezden gelse de Çin ve Rusya kesinlikle onları görmezden gelmeyecektir.

Yükselen güçler aynı zamanda, Çin'in BRICS ve Yeni Kalkınma Bankası gibi, Batı kredilerindeki rahatsız edici koşullar olmaksızın sermaye alternatifini kullanma konusunda hevesli görünüyor.

Bu ülkeler, eski sömürgeci güçlerin hakimiyetinde olduğunu ve dünyanın en zengin ülkelerinin çıkarlarına hizmet etmek üzere adil olmayan bir şekilde yapılandırıldığını düşündükleri ABD liderliğindeki uluslararası düzenin pek çok yönüne eleştirel yaklaşıyorlar.

Washington, liberal dünya düzenine ilişkin büyük ideolojik çerçeveleri bir kenara bırakır ve bu güçlerin ekonomik ve siyasi gelişimlerine, egemenliklerine ve uluslararası ilişkilerde daha fazla söz sahibi olma isteklerine yönelik pozitif bir değer önerisi geliştirmeye odaklanırsa bu güçlerle ilerleme kaydedebilir.

Şüphesiz buna rağmen ve ortak çıkarlar konusunda ilerleme kaydederken bile yükselen güçler ABD'nin hasımlarıyla da önemli ilişkilerini sürdüreceklerdir. Washington, yükselen güçlerle ilişkilerinin kalitesini bu güçlerin Çin veya Rusya ile olan bağlarının gücüne göre değerlendirme tuzağına düşmemelidir.

Nihayetinde bu ülkelerle ilişki kurmanın en iyi yolu, egemenliklerini güçlendirmelerine yardımcı olmaktır.

ABD ancak bu şekilde, düşmanlarının etkisine direnebilir ve dünya düzeninin sürdürülmesi konusundaki hedefine ulaşabilir.

Tartışma