Carnegie Endowment for International Peace: Türkiye küresel rolünü genişletiyor

Ankara, daha özerk ve Türkiye merkezli bir dış politikaya doğru öngörülebilir bir ilerleme kaydediyor. Türkiye, dış politikasını yeniden yönlendiriyor ve küresel rolünü genişletiyor.

1. resim

ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Carnegie Endowment for International Peace'de Türkiye'nin dış politikasının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Türkiye'nin, daha özerk ve Türkiye merkezli bir dış politikaya doğru öngörülebilir bir ilerleme kaydettiği belirtilen analizde ayrıca, ülkenin dış politikasını yeniden yönlendirdiği ve küresel rolünü genişlettiği tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde Suriye'de ABD ile, Libya ve Afrika gibi bölgelerde ise Körfez ülkeleri ile çeşitli mücadeleler yaşayacağı ve bu mücadelelerin sonuçlarının Türkiye'nin konumunu daha da netleştireceği ifade edildi.

İşte Carnegie Endowment for International Peace'de yayınlanan analiz:

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Temmuz 2023'te Vilnius'ta düzenlenen NATO zirvesinde İsveç'in Kuzey Atlantik ittifakına katılımını kabul eder görünerek oldukça cesur bir hamle yaptı.

Ancak bundan sadece birkaç hafta sonra, Körfez ve Karadeniz'deki bazı gelişmelerin yanı sıra yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ilk resmi açıklamasının ardından, Türkiye'nin dış politikasının ana ekseni ortaya çıktı.

Türkiye, güçlü ve bağımsız bir dış politika izleme konusundaki güçlü arzusunu net bir şekilde ilan etti, Körfez ülkeleriyle yeni anlaşmalar yaptı, Rusya ile uzun süreli bir diyalog sürdürdü, AB'nin “stratejik körlüğü” olarak adlandırdığı şeyi eleştirdi ve AB'nin politika çelişkisine dikkat çekti.

2023-28'de Türkiye'nin siyasi yönü nasıl olacak?

Türkiye'de Mayıs 2023'te yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinin ardından ilk değişim ülkenin ekonomik yaklaşımında oldu.

Uluslararası finans çevreleri, Mehmet Şimşek'in ekonomi ve maliye bakanı, Hafize Gaye Erkan'ın da merkez bankası başkanı olarak atanmasını ekonomik ortodoksiye dönüşün umut verici işaretleri olarak gördü. Genel olarak, Mayıs 2023 seçimlerinden bu yana tek gerçek yenilik, ülkenin ekonomi politikasının kademeli olarak gözden geçirilmesi oldu.

2023-28 cumhurbaşkanlığı döneminin ikinci önemli bileşeni ise, Türkiye'nin merkezi hükümet sisteminin sağlamlaştırılması oldu. Mayıs seçimlerinde gözlemcilerin beklediğinden daha geniş çaplı bir zafer elde eden Erdoğan yönetimi gücünü pekiştirdi.

Türkiye'nin dış politikasının ana ekseni

Türkiye'nin siyasi ortamı giderek muhafazakarlaşıyor ve milliyetçileşiyor.

Ankara da daha özerk ve Türkiye merkezli bir dış politikaya doğru öngörülebilir bir ilerleme kaydediyor. Mayıs seçimlerinden bu yana atılan adımlar ve Fidan'ın 7 Ağustos'ta yaptığı kapsamlı dış politika konuşması Türkiye'nin bu kararlılığını ortaya koyuyor.

Cumhurbaşkanlığı'nın "Türkiye'nin Yüzyılı" sloganı altında dış politika daha özerk ve ülkenin kendi çıkarlarına odaklı hale gelecek.

Dışişleri Bakanı'nın ifadesiyle Türkiye "uluslararası gündemi belirleyen, tam bağımsız, etkili ve nüfuzlu bir aktör" olmayı hedefliyor.

Mesaj açık; Doğulu ya da Batılı yabancı güçler Ankara'yı kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşündüğü bir yöne itemeyecek. Bu doğrultuda dış politika, terörle mücadeleye daha fazla öncelik verilerek ve silah satışları ile askeri anlaşmalar dış politika araçları olarak kullanılarak daha güvenlik ağırlıklı hale gelecek.

İlk örnek olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın Temmuz 2023'te Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) kapsayan turu, Katar ile yaptığı finans anlaşması, Suudi Arabistan'a bir insansız hava aracı satışı ve BAE ile 50 milyar doları aşan bir dizi anlaşma gibi çeşitli ekonomik ve endüstriyel anlaşmalarla sonuçlandı.

Bu turun amacı sadece kırılgan Türk ekonomisini canlandırmak için büyük miktarda fon toplamak değil, aynı zamanda Türkiye'nin finansal erişiminin City of London veya Wall Street'ten çok daha geniş olduğu ve ülkenin jeopolitik öneminin Körfez monarşileri tarafından iyi anlaşıldığı sinyalini vermekti.

Bu yeni dış politika yaklaşımı, tahmin edilebileceği gibi Türk dış politikasının bazı unsurları yakın geçmişe kıyasla daha fazla zorlukla karşılaşacaktır.

Örnek olarak Ankara ve Washington arasında Suriye'nin kuzeyinde güçlerin rolü konusundaki görüş ayrılıkları devam edecek, Belki de daha da kötüleşecek.

Türk hükümetinin Suriyeli mültecilere yönelik gönüllü geri dönüş politikası, ülkelerinde bir barış anlaşması olmaması nedeniyle tökezleyecek. Tüm bunlar olurken, Suriye yönetiminin Ankara ile normalleşme sürecini başlatmak için önkoşulu olan Türk askerlerinin Suriye'yi terk etmesi şartı da devam edecek. Türkiye böyle bir çekilmeyi "hayal bile edilemez" olarak nitelendiriyor.

Ankara'nın Kıbrıs Cumhuriyeti'ni (GKRY) tanımaması ve son zamanlarda bölünmüş ada için iki devletli bir çözümü desteklemesi, AB ile bu konudaki çıkmazın uzamasına neden olacaktır.

Türkiye'nin güneyinde Şubat 2023'te meydana gelen depremin ardından, deprem diplomasisini geliştirmeye çalışan Türk ve Yunan liderliklerinin ihtiyatlı iyimser yaklaşımından faydalanan tek konu Yunanistan ile ilişkiler oldu.

Hakan Fidan'ın 5 Eylül'de yaptığı;

"Komşumuz ve müttefikimiz Yunanistan ile ilişkilerimizde yeni ve olumlu bir aşamadayız. Üst düzey temasların ve diyalog kanallarının yeniden canlandırılması olumlu gelişmelerdir.”

açıklaması, bu iyimserliğin teyidi niteliğinde oldu.

Ancak Fidan'ın dış politika yaklaşımında iki konu belirsiz kaldı.

Bunlardan ilki, özellikle Ukrayna'daki savaşın yıllarca sürmesi ya da tamamen çıkmaza girmesi halinde, Türkiye-Rusya ilişkilerinin zaman içinde sürdürülebilirliği.

Ankara şu anda Rusya ve Ukrayna ile ve daha genel olarak Batı ile ilişkilerinde mevcut denge politikasına sadık kalmak niyetinde. Türkiye, hem Ukrayna ile Rusya arasında Temmuz 2022'de imzalanan ve Moskova tarafından askıya alınan Ukrayna'nın tahıl ihracatına izin veren anlaşmanın yeniden başlatılması hem de daha geniş bir barış süreci için potansiyel aracılık rolünü vurguluyor.

İkinci olarak, Avrupa ya da Batı açısından bakıldığında, Türk dış politikasında eksik olan unsur hukukun üstünlüğüdür. Bu sadece AB'nin ve Batılı yatırımcı ve işletmecilerin kaçınılmaz bir talebi olduğu için değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğü yeniden tesis edilmeden Türk toplumunun kendisiyle barışık olmayacağı için de böyledir.

Türkiye'nin AB'ye yaklaşımı

Türkiye Cumhurbaşkanı'nın, İsveç'in NATO'ya girişini Türkiye'nin AB'ye girişiyle ilişkilendiren söylemi birdenbire ortaya çıktı.

İki katılım süreci birbirinden tamamen farklı hukuki konular olduğu için AB ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Türk liderliğinin birincisini ikincisine bağımlı kılma talebini derhal reddetti. Bu talebi 7 Ağustos'ta Fidan'ın Türkiye'nin AB'ye yaklaşımını resmen ifade etmesi izledi.

Fidan'ın ifadesiyle "Avrupa Birliği Türkiye olmadan gerçek anlamda küresel bir aktör olamaz" ve Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinin sekteye uğraması "stratejik körlük" ile eşdeğer.

Yeni jeopolitik bağlam

Savaş Avrupa kıtasına geri döndü ve Rusya ile Ukrayna, NATO ve AB karşı karşıya geldi. Bu tamamen yeni bir jeopolitik bağlamdır ve kaçınılmaz olarak AB-Türkiye ilişkilerinde kartları yeniden karmaktadır.

Savaşın geri dönüşü, AB, NATO ve daha geniş anlamda Batı'nın silah ve makro finansal destek sağlayarak Ukrayna'yı desteklemek ve enerji kaynaklarını yeniden düzenleyerek ve yaptırımlar uygulayarak Rusya'nın eylemlerine karşı koymak için aldığı çok sayıda kararın da gösterdiği gibi, Avrupa çapında birliği mutlak bir siyasi öncelik haline getirmiştir.

Rusya'nın Ukrayna'yı sebepsiz yere işgal etmesinin ardından Avrupalı liderler tarihi öneme sahip iki siyasi karar aldı. AB, Moldova ve Ukrayna'ya aday ülke statüsü verirken Finlandiya ve İsveç liderleri de ülkelerinin tarafsızlığından vazgeçerek NATO'ya katılmak için başvuruda bulundu.

Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, hızla değişen küresel jeopolitik ortamda sadece bir gelişmedir. Körfez monarşileri dünya meselelerinde daha fazla söz sahibi olmak istiyor ve mali güçlerini siyasi kazanç için kullanıyorlar. Türkiye ile imzaladıkları anlaşmalar, ortodoks politikalara geri dönüş taleplerini beraberinde getiriyor. Ve Körfez ülkelerinin siyasi gündemleri, Libya, Suriye ve Afrika'daki diğer ülkeler olarak Türkiye'nin aktif olduğu ülkeleri de kapsıyor. Bu da sürecin nasıl ilerleyeceği konusunda tedirginlikler oluşturuyor.

Diğer yandan; bazılarının itiraz ettiği küresel Güney kavramı, 24 Ağustos'ta düzenlenen BRICS zirvesinde; örgütün altı yeni üyeyi kabul etmesiyle genişledi. Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve BAE örgüte üye olurken, daha birçok ülke de başvuruda bulundu.

Türkiye'nin küresel liderlik hedei var, ancak uluslararası meseleleri etkileme konusunda yalnız değil. Başka bir deyişle, Türkiye'nin "uluslararası gündemi belirleyen ve gerektiğinde oyunu kuran veya bozan tam bağımsız, etkili ve nüfuzlu bir aktör olarak konumunu" güçlendirme hedefi, politika kararları ile Avrupa kıtasında ve NATO'da bir oyuncu olarak mevcut rolü arasında yüksek derecede tutarlılık gerektirmektedir.

Özellikle, küresel liderlik için daha geniş bir rekabette, gündemi belirlemeyi hedefleyen ülkeler önerilerde bulunmak ve diğerlerini bu önerilerin etrafında toplamak, yani yapıcı bir şekilde hareket etmek zorunda kalacaklardır.Rusya gibi sadece yıkıcı olmayı tercih eden ülkeler ise oyunu bozan ülkeler olacaktır.

Türkiye özellikle Orta Doğu ve Afrika ülkelerine, ticaret ve savunma satışları açısından kesinlikle eşsiz fırsatlar sunmaktadır.

Sonuç

Dünya, kıta Avrupası ve ötesinde önemli jeopolitik değişimlere tanıklık ediyor. Buna paralel olarak Türkiye de dış politikasını yeniden yönlendiriyor ve küresel rolünü genişletiyor.

Türkiye'nin kendi yörüngesini takip etmekte özgür olduğu açıktır. Görülmesi gereken, ülkenin küresel jeopolitik hedeflerini Avrupa'daki komşularıyla ve temel ekonomik çıkarları ve kısıtlamalarıyla nasıl dengeleyeceğidir.

Dünya jeopolitiğindeki büyük çalkantıların ortasında, tüm aktörlerin uluslararası gerçekleri uygulanabilir bir şekilde değerlendirmesi hayati önem taşımaktadır.

Tartışma