gdh'de ara...

"Çin Barışı" kuşatmayı aşabilir mi?

💢​ Çin’in Hint-Pasifik'te ABD-NATO ikilisini dengeleyebilmesi için İran ile Suudi Arabistan arasındaki yumuşama süreci yara almamalı.

💢 Çin Temmuz ayındaki NATO zirvesine kadar hem İran-Suudi Arabistan hem de Rusya-Ukrayna Savaşı için harcadığı çabaların karşılığını almak zorunda.

1. resim

Düşman neye karşı çıkarsa onu desteklemeli, düşmanın desteklediği her şeye karşı çıkmalıyız. (16 Eylül 1939 / Çin Halk Cumhuriyeti Kurucu Lideri Mao Zedong’un Kuomintang güçlerinin yayın organı Merkez Haber Ajansı, Kuomintang askeri yayın organı Sao Tang Pao ve ulusal basından Hsin Min Pao gazetesi muhabirlerine verdiği röportajdan)

Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi 20’inci Kongresi ve Çin Ulusal Halk Kongresi’nin 14’üncü dönem Birinci Genel Kurulu yalnızca Şi Cingping’in üçüncü dönem liderliğinin onaylanması ve savunma bütçesinin 300 milyar dolara dayanmasıyla tarihe geçmedi. Çin Komünist Partisi Başkanlığı, Çin hükümeti liderliği, Çin Merkez Askeri Komisyonu Başkanlığını tek elde toplayarak ülke tarihinde Mao’nun da önüne geçen Şi, edindiği güç ve yetkiyi ülkesine yönelen kuşatma ve bastırma girişimini bertaraf etmek için hızla kullanmaya başladı.

Uluslararası ilişkiler alanını yakından gözlemleyenlere göre ABD’nin bugün Çin Halk Cumhuriyetine karşı yürürlüğe koyduğu politika, Amerikalı diplomat George Kennan’ın 1947’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ne karşı gündeme getirdiği “çevreleme ve kuşatma” politikasının da ötesinde. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi, ABD’nin “çevreleme” kavramını ülkesinin komşularına nüfuz etmek için kullandığını, fiziki ve diplomatik kuşatmanın ötesinde Çin’in bir “bastırma – suppression” politikasıyla karşı karşıya olduğunu dile getiriyor. Çin bugün “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” ile yürüttüğü küresel ölçekteki ticaretinin engellenmesi, Latin Amerika, Afrika ve Avrupa’ya ulaşan ticaret yollarının kesilmesi baskısıyla karşı karşıya. Huawei ve TikTok gibi markalarının maruz kaldığı baskı bu “bastırma politikasının” en sembolik unsurları.

Şi’nin iktidarını konsolide etmesiyle eş zamanlı olarak 10 Mart günü Pekin’de bir başka sürpriz gelişme yaşandı. 7 yıl önce aralarındaki diplomatik ilişkileri kesmiş olan İran ve Suudi Arabistan, iki yıllık zorlu müzakere süreçlerini Çin Halk Cumhuriyeti’nde noktaladılar. Taraflar büyükelçiliklerini yeniden açmak ve diplomatik ilişkilerini başlatmak için uzlaştılar. Çin Devlet Başkanı Şi bu süreçte aktif rol oynadı. Aralık ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret ve İran Cumhurbaşkanı Reisi’yi Şubat ayında Pekin’de konuk etmesi sonuca ulaşılmasında etkili oldu. 6 Mart’ta Pekin’de biraraya gelen tarafların 4 gün gibi kısa sürede diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek üzere anlaşmaya varmaları Şi’nin yürüttüğü lider diplomasisinde temellerin güçlü atıldığına işaret ediyor.

İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerde kriz 2 Ocak 2016 tarihinde Suudi Arabistan’da Şii din adamı Nimr el Nimr ile beraber 47 kişinin terör suçlamasıyla idam edilmesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Bu idamların ardından Suudi Arabistan’ın Tahran ve Meşhed’deki diplomatik temsilcilikleri ateşe verildi. İlerleyen süreçte İran, Yemen’deki vekil güçleri aracılığıyla Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin rafinerileri başta olmak üzere stratejik tesislerine yönelik kamikaze dron ve füze saldırıları düzenlemek suretiyle tansiyonu yükseltti. Taraflar 2021’de Irak’ta yeniden diyalog için masaya oturdular ve süreci Pekin’de başarıya ulaştırdılar.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin İran ile Suudi Arabistan arasındaki krizi çözmesi, hem uluslararası jeopolitik ortamda çok kutupluluğu savunanlar için, hem de Ortadoğu’da barışın hakim olmasını arzu eden çevrelerde iyimser rüzgarların esmesini sağladı. Hemen ardından Şi’nin, Moskova’ya bir ziyaret planladığı hatta bu ziyaretin ardından savaşın başlangıcından bugüne ilk kez Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile görüşmeyi planladığı yönündeki haberler çok kutupluluktan yana olanların saflarında coşku yarattı. Peki bu iyimser havanın sürdürülebilir olması mümkün mü? Pekin yönetimi “Çin Barışı” sayesinde kendisine uygulanan “kuşatma-çevreleme-bastırma” politikasını aşabilir mi?

Denizden kuşatılan Çin İpek Yolunu zorluyor

Hint-Pasifik bölgesindeki tüm denizler ve stratejik deniz geçitlerinde AUKUS İttifakı bileşenlerinin yanı sıra Filipinler, Vietnam, Hindistan ve Japonya tarafından kuşatılmakta olan Çin’in Avrupa ve Afrika’ya ulaşmasında “Demir İpekyolu”nun önemi her geçen gün artıyor. Bu konuyu harita üzerinde değerlendirdiğimizde Suudi Arabistan ve İran’ın barışmalarının Çin’in gerek enerji güvenliği gerekse ürünlerinin Avrupa-Afrika pazarlarına ulaşması için taşıdığı önemi somut olarak görebiliriz. Pakistan ile Çin arasında gelişen işbirliğine karşı İslamabad’daki siyasi krizleri kimlerin nasıl tetiklediğini, Çin’in ABD çekildikten sonra Afganistan’da artan etkinliğine DEAŞ-Horasan terör örgütünün eylemleriyle, doğrudan Kabil’deki Çin vatandaşlarının hedef alınmasıyla yanıt verildiğini yakından izlemekteyiz. Çin bir yandan anakarasını ve Tayvan’ı tehditlere karşı korurken, bir yandan da “bastırma politikasını” aşmasını sağlayacak uluslararası pazarlara ulaşmasını temin edecek en kestirme yol üzerindeki Pakistan, Afganistan, İran ve Suudi Arabistan’ın istikrarını temin etmek gibi zor bir göreve soyundu. Çin’in sınavları bunlarla da sınırlı değil. Şi, diplomasi masasından aldığı güçle şu hedeflere ulaşmak niyetinde olabilir:

  1. Rusya’nın Ukrayna ile savaşında düştüğü duruma bağlı olarak yitirdiği nüfuzunu takiben Orta Asya, Güney Asya, Körfez bölgesi ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan güç boşluğunu doldurmak, ABD ve Avrupa Birliği’ne karşı dengeyi sağlamak.
  1. 2019’un son çeyreğinde başlayan, Covid-19 salgınıyla ivme kazanan ve Ukrayna savaşı ile perçinlenen ticaret kabiliyetindeki hasarı telafi etmek, ekonomik büyüme kabiliyetini yeniden kazanmak.
  1. Barış sağlayıcı rolüyle, “Kuşak ve Yol İnisiyatifine” ilişkin Çin’in bu projeyi Afrika ve Asya ülkelerini önce ekonomik sonra siyasi olarak kendisine bağımlı kılmak ve sömürmek amacıyla yürüttüğüne dair propagandayı boşa çıkartmak ve samimiyet sınavını başarıyla vermek.

Çin Halk Cumhuriyeti tüm bunları başarırken, İran’ın nükleer programı nedeniyle bir İsrail saldırısına uğramaması ya da ABD’ye güvenlik ve ekonomi alanlarındaki bağımlılığından kurtulmaya çalışan Suudi Arabistan’da bir saray darbesinin yaşanmaması gerekiyor.

Nitekim Suudi Arabistan, Çin Halk Cumhuriyeti’ni arabulucu olarak devreye sokmasının Washington’daki yaratabileceği öfkeyi frenlemek için Amerikan uçak üreticisi Boeing’e 121 uçaklık sipariş vererek ilk hamlesini yaptı. 37 milyar dolar tutarındaki bu sipariş parasal getirisinin ötesinde ABD’deki istihdam piyasasına yapacağı katkıyla Beyaz Saray’daki her yönetim tarafından takdir edilecek bir yumuşatma hamlesi olabilir. İran’a yönelik İsrail tehdidi ise Tel Aviv’de halihazırda yaşanan gelişmeler nedeniyle, şimdilik göz ardı edilebilecek seviyede. Netanyahu Başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin gerek Batı Şeria topraklarında yürüttüğü askeri operasyonlarla ortaya çıkan güvenlik sorunları, gerekse İsrail Yüksek Mahkemesinin yetkilerini kısıtlamaya kadar varan adalet sisteminde yaptığı değişikliklerin yol açtığı kamuoyu tepkisi, kısa vadede İran’ı olası bir İsrail saldırısından koruyabilir.

Yine de Pekin yönetiminin Ortadoğu meselelerine müdahil olurken dozu iyi ayarlamasında fayda var. Sovyetler Birliği’nin 1955 yılından itibaren Mısır üzerinden Ortadoğu meselelerine müdahil olma hevesi, hem askeri bakımdan utanç verici sonuçlara yol açmış hem de Sovyetlerin diplomatik düzeyde tasfiye edildiği gelişmelerle noktalanmıştı.

​Çin Halk Cumhuriyeti’nin Mart ayı itibarıyla küresel kriz bölgelerinde başlattığı atağın Hint-Pasifik bölgesine her gün daha fazla ağırlığını koyan ABD-NATO ikilisini dengeleyebilmesi, İran ile Suudi Arabistan arasındaki yumuşama sürecinin “sağlığı” ile doğrudan ilişkili. Çin’in Temmuz ayında Vilnius’ta düzenlenecek NATO zirvesine kadar hem İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin yeniden tesisi hem de Rusya-Ukrayna Savaşı’nın son bulması için harcadığı çabaların karşılığını acilen almaya ihtiyacı olacak.

Mehmet Kancı

Tartışma