Doğu Akdeniz'de yeni denge: Uluslararası hukuk mu, politik yaklaşım mı?
Doğu Akdeniz'deki ekonomik sınırlamaların yasal temeli parça parça birçok anlaşmayla çözüm aramaya devam ediyor. Ayrıca, Lübnan'ın Güney Kıbrıs ile onaylanmamış anlaşması ve Mısır ve Yunanistan'ın vardığı kısmi MEB sınırlamasının gösterdiği gibi, mevcut sınırlandırma anlaşmalarının durumu dahada karmaşık hale getiriyor.
Bölgenin karmaşık tarihi ve ülkeler arasındaki çeşitli zamanlarda ve parça parça gerçekleşen anlaşmalar göz önüne alındığında, şu anda yaşanan anlaşmazlıkların altında yatan siyasi, ekonomik ve güvenlik kaygıları daha net anlaşılabilir.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog 9 Mart'ta Ankara'da, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi ve bu ziyaret iki ülke arasında, bu düzeyde yaklaşık on beş yıl sonra gerçekleştirilen ilk ziyaret oldu.
Bu süre zarfında ikili ilişkilerde kayda değer inişler ve çıkışlar görülse de, iki ülke çok çeşitli alanlarda bağlantılarını sürdürdüler ve bunlardan biri Herzog'un ziyareti sırasında öne çıkan enerji güvenliği oldu.
Rusya-Ukrayna savaşı sırasında bölgesel hidrokarbon kaynaklarının acil önemi göz önüne alındığında, görüşmede bu konunun gündeme gelmesi bu pek şaşırtıcı değildi, Aslında Türkiye ve İsrail'in mevcut krizden çok önce bu tür konuları tartışmak için acil nedenleri vardı. Son yıllarda, Doğu Akdeniz'de doğal gaz rezevlerine ilişkin yasal iddialar, iki hükümeti karşı karşıya getirdi.
Bu nedenle İsrail, Türkiye ve bölgedeki diğer devletlerin enerji ve denizcilik konularında yaptığı yasal hamlelere daha yakından bakmak için şimdi uygun bir zaman. Bu faaliyeti şekillendiren veya bu faaliyetten doğan çeşitli ikili anlaşmaları daha iyi anlamak için öncelikle bunların çoğunun altında yatan uluslararası anlaşmayı incelemek gerekiyor.
UNCLOS ve 1994 Anlaşması
Çağdaş uluslararası deniz hukukunun, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne (UNCLOS) dayandığı, uzmanlar tarafından yaygın olarak kabul edilmektedir. Daha sonra ise UNCLOS'un daha fazla ülke tarafından onaylanması için, 1994 anlaşması imzalandı.
UNCLOS'a 168 ülke taraf ve1994 anlaşmasına 150 ülke taraf oldu. Bu tarafların tümü, Cook Adaları ve Niue dışında (her ikisi de Yeni Zelanda ile serbest ortaklık içinde) BM üyesi ülkelerdir. Doğu Akdeniz'de bazı ülkeler UNCLOS'u imzalamamış veya taraf olmamıştır.
Bazı uluslararası hukuk uzmanlarına göre, UNCLOS bu konuda esas olarak kabul edilir ancak bu görüş evrensel değildir.
UNCLOS anlaşmasına göre Deniz bölgelerinin sınırlandırılmasıyla ilgili olarak şu şartlar genel kabul görmüştür:
Karasuları; iç sular veya kıyı ile açık deniz arasında bulunan ilgili devletin deniz alanıdır. UNCLOS uyarınca bir kıyı devleti, karasuları üzerinde tam egemenliğe sahiptir.
UNCLOS anlaşması 12 mile kadar genişliğe izin verirken 1982 yılında çıkarılan 2674 Karasuları kanunu ile karasularının 6 mil olması esası kabul edilmiştir. Kıta sahanlığı kıyı ülkeleri için ilan edilmeksizin kabul edilen bir doğal haktır.
Münhasır Ekonomik Bölge veya MEB: UNCLOS anlaşması 12 mile kadar genişliğe izin verirken 1982 yılında çıkarılan 2674 Karasuları kanunu ile karasularının 6 mil olması esası kabul edilmiştir.
MEB veya kıta sahanlığı üzerindeki egemen haklar, doğal kaynakların araştırılması ve işletilmesi ile ilgilidir ve bu nedenle ekonomik niteliktedir.
Bölgesel Anlaşmalar
Doğu Akdeniz'in çoğunlukla kapalı doğası göz önüne alındığında, birkaç kıyı devleti, MEB'lerini ve kıta sahanlıklarını sınırlamak için son yirmi yılda çeşitli anlaşmalar yapmak zorunda kalmıştır.
2003 yılında Güney Kıbrıs ve Mısır, MEB'lerini sınırlandıran bir anlaşma imzalayan bölgedeki ilk ülkeler olmuştur.
Güney Kıbrıs, 2007'de yılında da Lübnan ile bir MEB anlaşması imzalamıştır. Fakat Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”nin adanın tüm nüfusu temsil etmediğini iddia ederek anlaşmayı protesto etmiş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için de deniz alanları üzerinde hak iddiasında bulunmuştur.
Lübnan, sonraki yıllarda Kıbrıs'la yaptığı anlaşmayı tek taraflı olarak BM genel sekreterliğine taşımış ve ilk anlaşma metnini yok sayarak yeni bir liste göndermiştir. Bu liste sadece Güney Kıbrıs anlaşmasından farklı olmakla kalmayıp ayrıca İsrail'in MEB olarak kabul ettiği yere de tecavüz etmiştir.
Aralık 2010'da ise aralarındaki sulardaki büyük miktarda gaz rezervi netleştikten sonra bu defa Güney Kıbrıs ve İsrail kendi MEB anlaşmasını imzaladılar. İlk olarak İsrail'in Tamar ve Leviathan gaz sahalarında üretim başladı. Güney Kıbrıs 2011'de Afrodit sahasını, 2015 yılında ise Mısır, Zohr sahasını keşfetti.
Bu gelişmelerin ardından, Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan ve İsrail arasında geniş jeopolitik bağlar, Türkiye'nin katılımı olmadan yoğunlaştı. Libya iç savaşı ve diğer bölgesel gelişmeler sırasında bu dört ülke ve Türkiye giderek kendilerini karşı tarafları desteklerken buldular.
Ankara'nın Libya'nın “Ulusal Mutabakat Hükümeti” ile yaptığı 2019 mutabakat muhtırasının ardından ise bölgede dengelerdeğişti. Bir yıl sonra Yunanistan ve Mısır kısmi bir MEB anlaşması ile Türkiye'nin hamlesine yanıt verdi.
2020'deki diğer gelişmeler arasında Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail ile birlikte EastMed Boru Hattı'nın inşası konusunda bir anlaşma yaptı. Başlangıçta AB ve ABD desteği alan bu proje daha sonra AB ve ABD'nin desteğini çekmesi ile uygulanamadı.
Üç ülke ayrıca Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nu kurmak için Mısır, İtalya, Ürdün ve Filistin Yönetimi ile ortaklık kurarak enerji bağlarını kurumsallaştırdı. Fransa ve ABD, foruma 2021 yılında sırasıyla üye ve gözlemci olarak katıldı.
Uluslararası hukuk mu, politika mı?
Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki; Doğu Akdeniz'deki ekonomik sınırlamaların yasal temeli parça parça birçok anlaşmayla çözüm aramaya devam ediyor. Ayrıca, Lübnan'ın Güney Kıbrıs ile onaylanmamış anlaşması ve Mısır ve Yunanistan'ın vardığı kısmi MEB sınırlamasının gösterdiği gibi, mevcut sınırlandırma anlaşmalarının durumu dahada karmaşık hale getiriyor.
Türkiye-Libya “mutabakatına” gelince, dünya çapındaki siyasi liderler bunu tartışmalı olarak görüyor. Fakat taraflar anlaşmayı on ay sonra da olsa BM Sekreterliği'ne kaydettirmeyi başardılar.
Fakat bütün bu sorunlara rağmen kabul edilmeli ki; bu gibi durumlarda siyasi gerekçeler genellikle yasal temelleri geride bırakır. Örneğin, Türkiye ve İsrail'in enerji işbirliği konusundaki istekliliği, Ukrayna savaşı ve Rus gazına olan uluslararası güven ile ilgili sorunlar arasında daha önemli hale gelmiştir.
İsrail-Türkiye ilişkilerinin Doğu Akdeniz'de daha fazla hukuki netliğe ve ekonomik işbirliğine yol açıp açmayacağı sorusu, her şeyden önce siyasi gelişmelere bağlı olacaktır. Doğu Akdeniz aktörlerinin, ortaya çıkan çok çeşitli siyasi, ekonomik vestratejik dengeler ışığında geçmişe ve karmaşık antagonizma ağlarını bir kenara bırakmalıdır.
Yasal mücadelelerin teknik özelliklerine fazla odaklanmamak, bunun yerine siyasi, ekonomik ve güvenlik endişeleriyle yüzleşmek taraflar açısından akıllıca olacaktır.
Washington Institute'de yayımlanan analiz gdh.digital tarafından çevrilmiştir.