Eurasia Review: İran'daki protestoların tarihi kökeni ve rejimin tavizlerinin anlamı
İran'da 1979 yılında Humeyni'nin İran'a dönüşü ve ardından Hatemi ile başlayan süreçte neler yaşandı? İran'da yaşanan protestoların zeminini oluşturan tarihi kökenler ve sorunun biyografisi.
İran'ın birçok şehrinde devam eden protestolar, iktidardaki rejim ile halkın geniş bir kesimi arasındaki yapısal dengesizliği gün geçtikçe daha fazla ortaya koyuyor.
Analistler, İran rejiminin krizi yönetme ve insanların kişisel yaşamlarına müdahale etme yönteminin, özellikle yüksek enflasyon, işsizlik oranları ve yaşam maliyetinin hızla artmasıyla daha fazla toplumsal huzursuzluğa yol açacağına inanıyor.
Aslında Mahsa Amini adlı genç kadının 16 Eylül'de öldürülmesi, aslında protesto hareketinin başlangıcı değildi. Özellikle ekonomik nitelikteki emek hareketleri zaten bu olaydan önce çeşitli dönemlerde İran'da patlak vermişti.
Gelinen noktada etnik nitelikte özerklik arayan radikal ayrılıkçı örgütler de dahil olmak üzere İran siyasi muhalefeti bu geniş halk hareketlerinden yararlanma arzusuna sahip olabilirler. Ancak daha önceki önekler de gösterdi ki bu azınlık gruplar asıl hak arayan kitlelere onlara önderlik edemez veya yönlendiremez.
Bu grupların yapabilecekleri en fazla şey, medyada bu olaylardan yararlanmak veya belirli bölgelerde ayaklanmaları kışkırtmak için bazı silahlı unsurları devreye sokmak olacaktır. Ancak ne olursa olsun iktidardaki rejimin ve rejim silahlı kuvvetlerinin davranışlarına itiraz eden İranlıların ezici çoğunluğu bu art niyetli küçük azınlıklardan fazladır.
Bugün İran'da şu anki cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin uyguladığı ahlak polisi gibi uygulamaların aslında tarihi bir biyografisi var.
Örnek olarak; İranlılar 1979 öncesinde de isyan ettiğinde ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejimini kınayan yaygın gösteriler gerçekleştiğinde, kitleleri harekete geçiren hedefler dinsel değildi.
Aksine insanlar yine yaşam hakkına müdahale eden siyasi ve ekonomik uygulamaları protesto ediyorlardı. Bu nedenle halk, reform, özgürlük ve halkın egemenliğinin sağlamlaştırılması talebiyle sokaklara dökülmüştü.
O dönemde de devrime solcular, komünistler, liberal kişilikler ve örtünmeyen kadınlar katılarak peçeli kadınlarla yan yana yürüdüler. Şah rejimine karşı sloganlar attılar ve Ayetullah Humeyni'nin 1979'da Tahran'a dönüşünü memnuniyetle karşıladılar.
Ancak devrimin başlangıcından sonra zamanla ülke yönetiminde bulunan radikaller, Humeyni'nin açık muhalefetine rağmen eski uygulamalara geri dönmeye başladılar. İran-Irak savaşının başlaması ve devrimci ve dini şevkin yükselmesiyle aşırılık yanlıları pençelerini tekrar sıkılaştırdılar ve eski uygulamalar artık sıradan hale getirdiler.
İran meselelerinde uzmanlaşmış bir araştırmacı olan Hassan Fahs, "İran: Din Hizmetinde Siyaset" başlıklı bir makalesinde, "Rejimin, devrimden yaklaşık iki buçuk yıl sonra, yani 1982'nin ortalarında zorunlu başörtüsü uygulamaya geri döndüğünü" belirtiyor. Nitekim o yılın başlarından itibaren artık Tahran'ı kim ziyaret ederse etsin, başkentin sokaklarında polis devriyelerinin arttığını görmeye başladı.
Bu devriyeler peçeyi rejimin kimliğinin bir parçası haline getirmeye çalıştılar ve peçe olmadan rejimin prestijini ve toplumu düzenleme yeteneğini kaybedeceğini iddia ettiler. Bu nedenle rejim, özellikle Meşhed ve Kum gibi dini şehirlerde ve din adamlarının daha fazla etkiye sahip olduğu muhafazakar çevrelerde etkili olmaya başladı.
Eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi açık bir reform programıyla iktidara gelmesine rağmen, “'Kapsamlı İffet Planı' başlıklı bir planı kabul ederek süreci resmi hale getirdi.
Ancak muhafazakârların yoğun baskı uyguladığı Hatemi hükümeti, “uygulama görevini” üstlenmek istemedi ve bu nedenle uygulamayı, Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad liderliğindeki bir sonraki hükümete bıraktı.
Bu nedenle, Ahmedinejad başkanlığındaki hükümetin kurulmasıyla polis, yargı, Devrim Muhafızları, İstihbarat Bakanlığı ve daha sonra Besiç Seferberliği ile tam işbirliği içinde 'Sosyal Güvenliği Güçlendirme Planı' adı altında bu program uygulanmaya başlandı.
Yani bugün İran'da şu anki cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin uyguladığı ahlak polisi gibi uygulamaların aslında bu şekilde tarihi bir biyografisi var.
Ayrıca son dönemde sokaklarda bulunan bu güçlere ek olarak, ihlalleri kaydeden ve çeşitli cezalar veya celpnamelerle kişileri cezalandıran ve adli dosya açan güvenlik kameraları da dahil olmak üzere yeni adımlarda atıldı.
Dolayısıyla İran'da sadece bugün değil, aslında uzun yıllardır her geçen gün artan bir sosyo-dinsel kontrol söz konusudur. İran ne zaman daha fazla dışa açılmaya ve gelişmeye yönelse İranlılar kendilerini daha sıkı hükümet kontrolü altında buluyor.
İran Cumhuriyet Savcısı Muhammed Cafer Montazeri tarafından bu hafta açıklanan ahlak polisi misyonunun dondurulması yönündeki hamle, halkın gerginliğini emme girişimidir. Ancak, büyük sembolizmine ve İran Koruma Konseyi'nin zorunlu başörtüsü konusunu tartışma niyetini açıklamasına rağmen, tüm bu adımlar sahada uygulanmadıkça ve insanların hayatlarını istedikleri gibi yaşamalarına izin verilmedikçe anlamlı olmayacaktır.
Görüldüğü üzere İran rejimi, halkın öfkesini yatıştırmaya çalışacak ve krizi bazen şiddet, hapis ve baskı, bazen de diyalog ve müsamaha yoluyla çözmeye çalışan fikirler sunmaya çalışacak.
Ancak bu süreç rejim ve onu eleştirenler arasında devam edecek.