Financial Times: ABD kapitalizmi parçalanıyor

Biden döneminde ABD, açıkları ve borçları rekor yolunda ilerleyen, benzerlerinden çok daha hızlı büyüyen aykırı bir ülke haline geldi.

1. resim

Kapitalizmin krizi bir spekülasyon değil. Uzak da görünmüyor. Financial Times gazetesi kapitalizmin derinleşen krizlerini ele aldı.

İşte o yazı...

Ronald Reagan veda konuşmasında Amerika’yı “buraya gelme isteği ve yüreği olan herkese açık, tepedeki parlayan şehir” diye tanımlamıştı. Ben de şansını denemek için bundan ilham alanlardan biriydim ve bugün dünyanın teknoloji liderine enerji veren akademisyen ve girişimcilerin dinamik bir karışımı olan bu ülke bana hâlâ bir mucize gibi geliyor. Bugün ABD’nin en büyük 100 şirketinden 10’unun genel müdürü benim ülkem Hindistan’da doğmuş insanlar. Bu ancak kapitalist bir liyakat düzeninde gerçekleşebilecek bir atılım.

"Çocuklarımız bizden iyi yaşamayacak"

Ancak bugün artık ABD’nin dünyayı götürdüğü nokta konusunda endişeliyim. Bireysel özgürlük ve inisiyatife yer açan sınırlı bir hükümet üzerine inşa edilen Amerikan kapitalizmine inanç azaldı. Amerikalıların çoğu “beş yıl içinde daha iyi durumda” olmayı beklemiyor. Edelman Güven Barometresi’nin bu soruyu 20 yıldan uzun bir süre önce sormaya başlamasından bu yana rekor düzeyde düşük bir oran bu. Her beş kişiden dördü, çocuklarının neslinde hayatın kendi dönemlerinden daha iyi olacağından şüphe duyuyor ki bu da rekor bir düşüş. Pew’in son anketlerine göre kapitalizme destek tüm Amerikalılar arasında, özellikle de Demokratlar ve gençlerde düşmüş. Aslında, 30 yaşın altındaki Demokratların yüzde 58’i sosyalizm hakkında “olumlu bir izlenime” sahipken, aynı şeyi kapitalizm için söyleyenlerin oranı sadece yüzde 29.

Durum şaşırtıcı değil. Joe Biden 2020’de seçimi kazandığında, dünyanın dört bir yanından köşe yazıları onun başkanlığını, Reagan ve Margaret Thatcher tarafından başlatılan refah devletine karşı “neoliberal” isyanla tarihlendirdikleri “küçük hükümet çağı”nın ölüm çanı olarak görerek övmüştü. Yakın dönem kapitalizm tarihi anlatıları da bu iki liderin sosyal demokrasinin savaş sonrasındaki üç “görkemli” on yılı sona erdirdiklerini savunuyor. Bu düşünürler Biden’ın yeni harcama ve düzenleme planlarını küçük ve cimri hükümetten tatlı bir kopuş ve kapitalizme duyulan hayal kırıklığına makul bir çözüm olarak değerlendiriyorlar.

O küçük hükümet hiç gelmedi ki

Ama bir sorun var: Küçük hükümet dönemi hiç yaşanmadı. Harcama yapan, borç alan ve düzenleyicilik görevini üstlenen hükümet neredeyse bir asırdır hemen hemen tüm ölçülebilir kriterlerle genişliyor. Bill Clinton dönemindeki o kısa geri çekilme de bu eğilimi değiştirmiyor. ABD’de hükümet harcamaları 1930’dan bu yana GSYH’nin yüzde 4’ünden yüzde 24’üne, eyalet ve yerel harcamalar da dahil edildiğinde yüzde 36’sına yükseldi. Reagan döneminde değişen şey, vergi tahsilatlarının sabit kalması, dolayısıyla hükümetin kendi genişlemesini borçlanarak karşılaması. Açıklar nadir bir durum olmaktan çıkıp rutine dönüştü ve sonuç olarak ABD’de kamu borcu dört kat artarak bugün GSYİH’nin yüzde 120’sinden fazlasına ulaştı.

Hükümetler belirli düzenlemeleri kaldırmaya çalıştıklarında ise ortaya daha karmaşık ve maliyetli kurallar çıktı, bunlarla da en iyi baş edenler yine zenginler ve güçlüler oldu. 1980’lere gelindiğinde, artan borçların 1930’lardaki gibi bir depresyonla sonuçlanabileceğinden korkan merkez bankaları, finansal piyasalar her yalpaladığında büyük şirketleri, bankaları ve hatta yabancı ülkeleri desteklemek için hükümetlerle çalışmaya başladı.

"Çok zenginler için sosyalizm"

İlericiler, “çok zenginler için sosyalizm” diye tanımladıkları bu yeni kapitalizm türünü haklı olarak aşağıladılar ancak hükümetler artık yoksullara ve orta sınıfa da yardım dağıtıyordu. Bu “toplumsallaştırılmış risk”, zenginler için sosyalizm olmaktan öte, tüm bir toplumu ekonomik gerilemelere karşı aşılama kampanyası gibiydi. ABD bugün süper zenginlerinkiler de dahil, mali sıkıntılara en az tolerans gösteren bir toplum olmak açısından Avrupa’nın yerini alıyor.

Oysa daha da büyük bir hükümet, modern kapitalizmin işlev bozukluklarından duyulan hayal kırıklığını hafifletmez, daha da artırır.

Reagan refah devletinin içini boşaltmadı. 1980’den bu yana, OECD tarafından takip edilen gelişmiş ekonomilerin çoğunda refah harcamaları arttı ki ABD’deki artış ortalamanın üzerinde. Daha fazla refah harcamasından yana olan liberaller bile bu eğilime itiraz etmiyor.

Orijinal Keynesyen fikir, hükümetin durgunlukları hafifletmek için yoğun bir şekilde harcama yapabilmesi için toparlanma dönemlerinde tasarruf etmesi gerektiği yönündeydi. 1960’lara gelindiğinde meselenin tasarruf kısmı öldü.

Artık her yerde var olan devlet, ABD’de Hazine ve Federal Rezerv’in ortak girişimi haline geldi. Bu konuda Cumhuriyetçiler ve Demokratlar uzlaşıyor. 1987’deki borsa çöküşünün ardından, Cumhuriyetçilerin atadığı Alan Greenspan yönetimindeki FED, sorunlu finansal piyasalara ilk destek sözünü vermişti. FED sonraki on yıl, toparlanmayı hızlandırmak ve daha sonra uzatmak için ilk faiz indirimleriyle sürekli teşvik projesine dahil oldu. 2008 yılına gelindiğinde, FED kendi faiz oranlarını daha fazla düşüremezdi, bu nedenle borçlanma maliyetlerini yeni bir yolla, kamu piyasalarında milyonlarca dolarlık tahvil ve diğer borçları satın alarak düşürmeyi denedi.

Yetkililer borçları yavaş yavaş artırarak sistemi daha kırılgan hale getirdiler. Bu da her krizde daha fazla destek sunmaları için baskı oluşturdu. Bu kıyamet döngüsüne yakalanan hükümetler, 1980’lerden önce nadir ve küçük olan kurtarma paketlerini, 2008’in milyarlarca dolarlık kurtarmalara ve ABD’nin yağmur gibi yağdırdığı pandemi yardımları gibi milyarlarca dolarlık aşırılıklara dönüştürdü.

Hükümetin küçültülmesi masalı verilere değil laflara dayanıyordu. ABD’de vergi tahsilatları 1950’lerden bu yana GSYH’ye oran olarak sabit kaldı. Kuralları azaltma, yani deregülasyon kampanyaları, eski kuralların uzun uzadıya ama “deregülasyon niyetiyle” yeniden yazılmasıyla sonuçlandı. En çok avukatı olan en büyük bankaları kayıran boşluklar doğdu.

Piyasalar hükümet parasıyla büyüdü

Finans sektöründeki bazı deregülasyonlar büyük yatırımcılar için yeni fırsatlar yaratmış olsa da sermayenin aktığı kaynak hükümetler ve merkez bankaları oldu. Hisse senedi ve borç dahil olmak üzere, finansal piyasaların büyüklüğü 1980’de küresel ekonomiden biraz daha büyükken bugün neredeyse dört katına çıktı. Dünya çapındaki bu patlama, hükümetler geri çekildikçe piyasaların serbestçe ve çılgınca hareket ettiği yanılsamasını beslerken, aslında kapitalizmin çılgınca “finansallaşmasının” arkasındaki itici güç hükümetten akan kolay para oldu.

Daha 1980’lerde, giderek yalnızlaşan bir grup muhafazakâr, daha büyük hükümetlerin borçların erimesi ya da enflasyonun yükselmesi gibi bir krize yol açacağı uyarısında bulunmaya başladı. Küreselleşme daha fazla rekabet getirerek tüketici fiyatlarındaki enflasyonu kontrol altında tuttu ve hükümet açıklarının ve borçlarının önemli olmadığı inancını pekiştirdi. Depresyon öncesi zayıf şirketleri kriz anında “tasfiye etme” içgüdüsü, yerini tam tersi bir aşırılığa bıraktı: Likide et, likide et, likide et.

Hükümetler bedavaya borçlanabiliyorken neden herkesi her seferinde kurtarmayalım ki?

Pek çok gözlemci kolay para döneminin son zamanlarda enflasyonun geri dönmesiyle sona erdiğini düşünüyor çünkü bu durum merkez bankalarını faiz oranlarını yükseltmeye zorladı. Ancak bu dönemi tanımlayan tek şey düşük faiz oranları değil. Üstelik bu mesele 2008’de başlamadı. Bir asırdır süregelen “borç al, kurtar, düzenle, teşvik et” gibi bir dizi alışkanlığı kapsıyor. Eski alışkanlıklar değişene kadar süreç sona ermiş sayılmaz.

Biden’ın yeni harcamaları ve Donald Trump’ın vergi indirimleri, bir toparlanma döneminde hükümet teşvikleri açısından rekor kırdı.

Devlet desteğinin nesi yanlış?

Kapitalizmin krizi spekülasyon değil. Uzak da görünmüyor. Aşırı aktif hükümetin modern kapitalizmin daha yavaş büyüme, daha az adil dağılım gibi temel kusurlarını sinsice genişletmesinde açıkça görülüyor bu.

Binyılın başlarında, kolay paranın etkisi “düzleşen” iş döngüsünde görülmeye başladı. Durgunluklar daha az ve daha seyrek görülüyordu ki bu kimsenin umurunda değildi. Artan borçlar toparlanmaları yavaşlattığı için hayal kırıklıkları yaşandı. 2010’lardaki toparlanma şimdiye kadarki en uzun ve en zayıf toparlanma dönemi oldu. ABD büyümesindeki dalgalanmaları gösteren grafik, ölmek üzere olan bir hastanın EKG’sine benziyor.

Rakiplerini öldürerek zenginleşen oligopoller

Yavaşlayan toparlanmanın ardında modern kapitalizmin temel gizemi yatıyordu: Üretkenlik artış hızında ya da işçi başına üretimde bir çöküş. Kişi başı üretim pandeminin başlangıcında, 1960’lara kıyasla yarıdan fazla düştü. Üstelik suçun mega şirketlerin gelişmesine, ölü şirketlerinse kurtarılmasına olanak tanıyan, daha fazla yasal düzenleme ve hükümet borcu getiren iş ortamında olduğuna dair kanıtların sayısı artıyor.

Teknoloji sektöründeki mega şirketler tüm dikkatleri üzerine çekse de ABD’deki her dört sektörden üçü, üç ya da dört ismin egemen olduğu oligopollere dönüşmüş durumda. Daha da kötüsü, bu oligopoller giderek yenilik yaparak değil, düzenleyicilere lobi yaparak ve rakiplerini öldürerek zenginleşmekte.

Kolay paranın bir sonucu da “zombiler” yani borçlarının faiz ödemelerini bile karşılayacak kadar kazanamayan ve yeni borçlar alarak hayatta kalan şirketler oldu. Tanımlanmaları ve takip edilmeleri zor ancak zombi şirketler 2000 yılından önce Japonya dışında neredeyse hiçbir yerde yoktu ve şimdi ABD’deki her beş halka açık şirketten birini oluşturmaktalar. Zombiler zayıf ve kârsız olma eğilimindedirler, yetenek ve finansmanı emerek aynı sektördeki rakiplerinin performansını engelliyorlar.

Oligopoller tarafından yukarıdan, zombiler tarafından da aşağıdan sıkıştırılan orta kademe şirketler durgunlaştı. Pandeminin yarattığı çalkantılardan önce ABD’de 1980’lerin başındakinin yarısından biraz fazla bir oranda yeni şirket kuruluyordu. Bu oran kapanan şirketler açısından üçte ikiydi.

Kapitalizmin işleyebilmesi için, küçük ve yeni olanın eski zenginlik ve güç yoğunlaşmalarına meydan okuma şansına yani yaratıcı bir şekilde yok etme olanağına sahip olduğu bir oyun alanına ihtiyacı vardır. Bugün, endüstriler giderek yoğunlaşıp çürürken, giderek daha fazla ABD kenti ve ilçesi tek bir büyük işverene dayanıyor.

Gelir eşitsizliği baştan beri artıyor ancak 2000 yılından bu yana bu eğilim artık esas olarak kendi çalışanlarından kat kat fazla kazanan üst düzey yöneticilerin yükselişiyle açıklanamaz. Google gibi, tüm çalışanların daha zayıf şirketlerdeki muadillerinden daha fazla kazandığı süperstar şirketlerin yükselişinden kaynaklanıyor.

Hareketsizlik Amerikan rüyasını boğuyor. İngilizleri saymazsanız Amerikalılar, ebeveynlerinden çok daha fazla kazanma olasılığı en düşük insanlar. Rekor pandemi kurtarma harcamalarının göbeğinde, ABD’nin önde gelen iş insanlarının servetleri 12 ay içinde on milyarlarca dolar arttı. Ancak o sloganda söylendiği gibi her kemikleşmiş milyarder bir “politika hatası” ise, esas hata çok az değil, çok fazla devlet desteğidir.

Çıkış yolu

Büyük temeller üzerine inşa edilen hükümetlerin liderleri, herkesi memnun etmeye çalışıyor ancak büyümeyi baltalamaları, eşitsizliği artırmaları ve halkın güvensizliğini derinleştirmeleri daha olası. Yine de kapitalizmin yeniden canlanmasına kafa yormaya değer.

Hükümetin çok büyüdüğünü gösteren net bir eşik yok, ancak liderlerin uluslarının geçmişine ve muadillerine göre nerede durduğunun farkında olması gerekir.

Amerika’nın 1960’lardaki iyimserliğine özlem duyanlar, o dönemde hükümetin daha küçük ve daha az müdahaleci olduğunu unutmamalı. Sosyal demokrasinin o “görkemli” dönemini geri getirmek için daha büyük değil, daha küçük hükümet gerekir. Kapitalizmin bugüne dek devletin kurtarma ve düzenleme konusunda daha hızlı davrandığı, üretkenlik ve ortalama gelirlerdeki büyümenin ise ABD’ye kıyasla daha yavaş olduğu Avrupa’da daha yanlış ilerlediği tartışılmaz. Ancak artık Atlantik’in iki yakası yer değiştiriyor olabilir. Biden döneminde ABD, açıkları ve borçları rekor yolunda ilerleyen, benzerlerinden çok daha hızlı büyüyen fazla aykırı bir ülke haline geldi.

Bugünün politika yapıcıları statükocu. O eski kurtarma, düzenleme ve harcama dürtüsüne boyun eğip daha iyi sonuçlar almayı umuyorlar. Ama muhtemelen aynı sonuçları elde edecekler: Bir bütün olarak toplum için değil, piyasalar ve milyarderler için güzel günler. Kapitalizmin, sınırlı hükümetin bireysel özgürlük ve fırsat için gerekli bir koşul olduğu yönündeki önermesi onlarca yıldır uygulamaya geçirilmedi.

Durgunluk dönemlerinde yetkililerin işsizlere yardım eli uzatması ve korkudan donup kalan mali piyasalarda sermaye ve kredi akışını sürdürmesi gerekir. Ancak son zamanlardaki deneysel sonsuz büyüme arayışları ütopik ve verimsiz. Toparlanma dönemlerinde teşvikleri durdurmaları ve mali piyasaları zaman zaman bocalamaya yetecek kadar serbest bırakmaları gerekiyor.

Liderler deney yapmayı bırakmalı

Her ne kadar liderlerimiz sık sık ekonomiden “ince ayar” yapılması gereken bir “motor” gibi bahsetse de ekonomi aslında daha ziyade insanların sistem ve kendileri adına büyük riskler alarak müdahale ettiği doğal bir ekosisteme benzer. Yetkililer artık ilerleme adına bir asır önce yaptıkları gibi ormanları ve okyanusları yeniden şekillendirmeye muhtemel protestolar nedeniyle cesaret edemezler. Ancak ekonomi üzerinde deney yapınca alkış toplayabiliyorlar. Bu düşüncenin değişmesi gerek. Ekonomi pek çok kişinin hayal ettiği kadar zor bir bilim değil.

Gerçek bilimler yaşamı küllerin küllere karıştığı bir dönüşüm döngüsü olarak açıklar, ancak siyasi liderler hâlâ sürekli büyümeyi nasıl sağlayacaklarını bildiklerini iddia eden danışmanları dinliyor. Bu liderlerin kendilerine duydukları aşırı güven daha fazla zarara yol açmadan kontrol altına alınmalı. Kapitalizm insanlığın ilerlemesi için hala en iyi umuttur, ama işleyecek yeterli alana sahipse.

Tartışma