gdh'de ara...

Foreign Affairs: ABD ve Çin arasındaki rekabet, gerçek bir savaş riskine doğru ilerliyor!

Mevcut ABD-Çin gerilimi, sadece Tayvan ya da teknoloji rekabeti gibi belirli başlıklara indirgenemez. Her iki ülke de aralarındaki ideolojik çıkmazın, artık gerçek ve büyüyen bir savaş riski taşıdığının farkında.

1. resim

ABD merkezli düşünce kuruluşu Foreign Affairs'de, ABD ve Çin rekabetinin geldiği noktanın değerlendirildiği bir analiz yazısı kaleme alındı. 

ABD-Çin arasında yaşanan gerilim ve güvensizliğin artık sadece Tayvan ya da teknoloji rekabeti gibi belirli başlıklara indirgenemeyecek noktaya geldiği belirtilen analizde ayrıca, iki tarafında artık büyüyen bir savaş riskiyle karşı karşıya kaldıklarının farkında olduğu tespitine yer verildi. 

İşte Foreign Affairs'de yayınlanan analiz:

Her iki ülke de aralarında giderek artan rekabet ve gerilim ortamının, gerçek ve büyüyen bir savaş riskiyle karşı karşıya kalacak kadar keskinleştiğinin farkında.

Ancak iki ülke arasında olası bir ilerlemeyi gerçekten sağlamlaştırmanın önünde temel bir sorun var. İki ülke ilişkilerini tanımlayacak karşılıklı kabul edilebilir bir anlatıdan yoksun.

ABD'li liderler, diplomatik temaslarında ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda rutin olarak ABD ve Çin'in büyük güçler arasında bir "rekabet" içinde olduğunu dile getiriyorlar. Biden yönetiminin Çin'e yaklaşımı temelde, her iki tarafın da uzun vadede sürekli ve istikrarlı bir stratejik rekabete girme olasılığını kabul etmesini gerektiren bir teori olan “yönetilen stratejik rekabet” fikrine dayanıyor.

Bu strateji, rekabetin çatışmaya dönüşmesini engellemek ve gerekli işbirliğine yer açmak için her iki tarafın da kırmızı çizgileri konusunda şeffaf olmasını gerektiriyor. Ancak taraflardan biri, uzun vadeli rekabetin kaçınılmaz ve meşru bir durum olduğunu kabul etmeyi bile reddederse bu strateji işleyemez.

Gerçek şu ki, mevcut ABD-Çin gerilimi ve güvensizliği Tayvan ya da teknoloji gibi belirli başlıklara indirgenemez. Bu gerilimler aslında, iki büyük güç arasındaki kaçınılmaz rekabetin zorunlu bir sonucu da değil.

Yaşanan sorunlar, Çin ve ABD arasındaki dünya görüşü, ideoloji ve rejim meşruiyeti konularındaki derin farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklar, ilişkinin nasıl tanımlanacağı konusundaki anlaşmazlıkta bariz bir şekilde kendini göstermektedir ve sonucun açık bir çatışmaya dönüşmemesi için dikkatle değerlendirilmelidir.

Ya kazanırsın ya ölürsün!

Çin lideri Xi, 2013 yılında göreve geldikten aylar sonra üst düzey parti liderlerine yaptığı bir konuşmada, Batılı "düşman güçlerin" Çin'de "sözde evrensel değerleri yaymak için ellerinden geleni yaptıklarını" ve bunu ne pahasına olursa olsun engelleyeceklerini ilan etti.

Xi 2013 yaptığı bu konuşmasında;

“Amaçları Çin'in sosyalist sistemini yıkmak ve bizimle rekabet etmekti. Bu mücadele Çin için bir ölüm kalım meselesi”

ifadelerini kullanmıştı.

Xi bugün gelinen noktada da bu inancından sapmadı. Son olarak Temmuz ayında Şangay İşbirliği Örgütü'nün bir araya gelen liderlerini, Batı'nın kışkırttığı "renkli devrimlere" direnmeye hazır olmaları gerektiği konusunda uyardı.

Xi'nin ortaya koyduğu; "Batılı Çin karşıtı güçlerin" Çin'i devirmek için bir haçlı seferi düzenledikleri fikri uluslararası arena da çok sayıda kişiye mantıksız, hatta paranoyakça gelebilir. Ancak bu düşünceyi değerlendirmek için, Batı liberalizminin bir ideoloji olarak doğasını ve tarihini göz önünde bulundurmak da çok önemlidir.

Nitekim son dönemde ABD'li politikacılar bu algıyı güçlendirecek açıklamalar yapmaktan geri durmadılar.

Başkan Donald Trump döneminde Dışişleri Bakanı Mike Pompeo;

"Özgür dünya Komünist Çin'i değiştirmezse, Komünist Çin'in bizi değiştirecek"

ifadelerini kullanırken, ABD'nin rejim değişikliğini gerçekleştirmek için

"Çin halkını angaje etmesi ve güçlendirmesi"

gerektiğini belirtmişti.

Bütün bu rekabet ve karşılıklı suçlamaların yaşandığı bir ortamda, ne Çin ne de ABD, ilişkilerini net bir çerçevede tanımlayacaklarına karar veremez ve diğerinin önerisini kolayca kabul edemez.

İşte bu durum, ABD ve Çin arasındaki diplomatik diyalogların ve istikrar çabalarının başarabileceği şeylere sert bir set oluşturuyor.

Sonuç olarak; büyük olasılıkla ABD ve Çin, öngörülebilir bir gelecekte gergin ve rahatsız edici bir rekabetin içinde sıkışıp kalmaya devam edecek ve karşılıklı olarak açık bir savaştan kaçınmanın yollarını arayacak.

Ancak bu ideolojik çıkmazın da ne kadar daha sürdürülebilir olduğu büyük bir soru işareti olmaya devam edecek.

Tartışma