Foreign Affairs: İsrail kendi eliyle kendi sonunu mu hazırlıyor?

İsrail giderek daha otokratik, şiddet yanlısı ve yıkıcı bir noktaya doğru ilerliyor! İsrail kendi eliyle kendi sonunu mu hazırlıyor?

1. resim

ABD'nin önde gelen yayın organlarından Foreign Affairs'de, İsrail'in Gazze'deki soykırım savaşının İsrail üzerindeki etkilerinin ve İsrail'i bekleyen olası geleceğin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

İsrail'in uluslararası değerleri ve uluslararası hukuku yok sayarak giderek teokratik bir ülkeye dönüştüğü tespiti yapılan analizde, İsrail'in girdiği şiddet yanlısı ve yıkıcı bir yola girerek kendi sonunu hazırladığı iddia edildi.

Analizde ayrıca; İsrail'in izlediği rotanın kazanmaya yönelik bir rota olmaktan çıktığı ve sadece bölge tarafından değil genel olarak dünyadan soyutlanacak bir noktaya doğru gittiğine dikkat çekildi.

İşte Foreign Affairs'de yayınlanan analiz:

İsrail Mayıs 1948'de kurulurken, kurucuları hümanist değerlerle tanımlanan ve uluslararası hukuku gözeten bir ülke öngörmüşlerdi.

İsrail'in kuruluş belgesi olan Bağımsızlık Bildirgesi, devletin “din, ırk veya cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm sakinlerine sosyal ve siyasi haklarda tam eşitlik sağlayacağı” ve “Birleşmiş Milletler Şartı ilkelerine sadık kalacağı” konusunda net bir bildiri niteliğindeydi.

Ancak en başından beri bu vizyon hiçbir zaman yerine getirilmedi ve Filistinliler on yıllardı sıkıyönetim altında yaşadı.

İsrail toplumu, bildirgenin ideallerinin evrenselci çekiciliği ile İsrail'in Yahudi halkını korumak için bir Yahudi devleti olarak kurulmasının daha dar aciliyeti arasındaki çelişkiyi hiçbir zaman çözemedi.

On yıllar boyunca bu içsel çelişki tekrar tekrar su yüzüne çıkmış, İsrail toplumunu ve siyasetini şekillendiren ve yeniden şekillendiren siyasi çalkantılara yol açmış ve bu çelişkiyi hiçbir zaman çözememiştir.

Ancak şimdi Gazze'deki savaş ve öncesindeki yargı krizi, bu şekilde devam etmeyi her zamankinden daha zor hale getirerek İsrail'i bir kırılma noktasına itti.

Ve artık İsrail giderek daha liberal olmayan, şiddet yanlısı ve yıkıcı bir yola giriyor.

Rotasını değiştirmediği takdirde, kuruluşundaki hümanist idealler tamamen ortadan kalkacak ve İsrail, liberal olmayan değerlerin hem devleti hem de toplumu tanımladığı daha karanlık bir geleceğe doğru ilerleyecektir.

İsrail sadece Filistinlilere değil kendi vatandaşlarına da giderek daha otoriter davranma yolunda ilerliyor. Hala sahip olduğu dostlarının çoğunu hızla kaybedebilir ve bir parya haline gelebilir. Ve dünyadan izole edilmiş bir şekilde, genişleyen çatlaklar ülkeyi parçalamakla tehdit ederken, kendi içindeki kargaşa tarafından tüketilebilir.

İsrail'in durumu o kadar tehlikeli ki bu gelecekler hiç de uzak ihtimaller değil ama kaçınılmaz da değiller. İsrail hala kendini uçurumun kenarından çekip alabilecek kapasiteye sahip. Bunu yapmamanın bedeli katlanılamayacak kadar büyük olabilir.

Siyonizmin sonunu hazırlıyorlar

Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısı, İsrail'i zaten büyük bir iç istikrarsızlıkla karşı karşıya olduğu bir dönemde geldi.

Ülkenin nispi temsile dayanan seçim sistemi, son yıllarda İsrail parlamentosu Knesset'e giderek daha uç ve aşırı siyasi partilerin girmesine izin vermişti.

1996'dan bu yana, ortalama her iki buçuk yılda bir yeni bir hükümet olmak üzere 11 farklı hükümet kuruldu ve bunların altısı şu anki başbakan Benjamin Netanyahu tarafından yönetildi. Ve 2019 ile 2022 yılları arasında İsrail beş genel seçim yapmak zorunda kaldı.

Küçük siyasi partiler hükümetlerin kurulmasında ve düşürülmesinde kilit rol oynayarak orantısız bir nüfuza sahip oldular. Son seçimden sonra, Kasım 2022'de Netanyahu, aşırı sağdan siyasi partilerin ve liderlerin desteğiyle bir hükümet kurdu ve İsrail siyasetinde uzun süredir kenarda köşede kalmış güçleri iktidara getirdi.

2023'te Netanyahu ve aşırı sağcı müttefikleri, İsrail Yüksek Mahkemesi'nin hükümet üzerindeki denetimini önemli ölçüde azaltmayı amaçlayan bir yargı reformu tasarısı için bastırdı.

Netanyahu önerilen reformun kendisini aleyhinde devam eden bir ceza davasından koruyacağını umuyordu. Aşırı sağcı siyonistler ise reformu Yüksek Mahkeme'nin yerleşim yeri inşasını sınırlama yetkisini engellemek için tasarladılar.

Önerilen yargı reformu ülke çapında büyük protestolara yol açtı ve İsrail'in bağımsız bir yargıya sahip bir demokrasi olarak kalmasını isteyenlerle, aşağı yukarı her istediğini yapabilen bir hükümet isteyenler arasında derinden bölünmüş bir toplumu ortaya çıkardı.

Göstericiler şehirleri durma noktasına getirdi. Yedek askerler tasarının geçmesi halinde görev yapmama tehdidinde bulundu ve yatırımcılar paralarını ülkeden çekeceklerini ima etti. Tasarının bir versiyonu Temmuz 2023'te Knesset'ten geçti ancak bu yılın başında Yüksek Mahkeme tarafından iptal edildi. Şu anda iktidar koalisyonu, Gazze'deki savaş devam ederken bile yargı reformunun bazı unsurlarını yeniden canlandırmaya çalışıyor.

Yargı reformu protestosu İsrail'de ülkenin demokrasisinin karakterine ilişkin endişeleri ortaya çıkardı ancak İsrail'in işgal altında yaşayan Filistinlilere karşı sorumluluğuna ilişkin soruları gündeme getirmedi.

Aslında pek çok İsrailli, ülkelerinin Filistinlilere yönelik muamelesini bir demokrasi olarak işleyişinden ayrı görüyor. İsrailliler, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddetine uzun süre müsamaha göstermiş, hatta bunu onaylamıştır.

Uluslararası hukuka aykırı bir şekilde İsrail, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te kendi yönetimi altında yaşayan Filistinlileri sıkıyönetime tabi tutmaktadır. Birbirini izleyen İsrail hükümetleri, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerinin genişlemesini denetleyerek gelecekte egemen bir Filistin devletinin kurulmasını tehlikeye atmıştır.İsrail güçlerinin muhafazakar tahminlere göre yaklaşık 40,000 kişiyi öldürdüğü Gazze'deki savaş, bağımsızlık bildirgesindeki arzulanan vizyonu yerine getiremeyen ya da getirmek istemeyen bir ülkeyi ortaya çıkarmıştır.

İsrail'deki pek çok ilericinin uzun zamandır kabul ettiği gibi, askeri işgalin acımasızlığı ve işgalci bir askeri güç olmanın zorunlulukları İsrail toplumunun tamamı üzerinde yozlaştırıcı bir etkiye sahip.

İsrailli bir bilim insanı ve filozof olan Yeshayahu Leibowitz, 1967'deki Altı Gün Savaşı'nı takip eden “ulusal gurur ve coşkuyu” gözlemledi ve ileride daha karanlık bir dönüş olduğunu gördü.

Leibowitz, 1968'de yaptığı uyarıda, bu ülke kutlamalarının bizi “gururlu, yükselen milliyetçilikten aşırı, mesihçi aşırı milliyetçiliğe” götüreceğini söyledi.

Leibowitz bu aşırılıkçılığın İsrail projesinin sonunu getireceğini, “vahşete” ve nihayetinde “Siyonizm'in sonuna” yol açacağını belirtti ve bu son, artık birçok İsraillinin kabul etmek istediğinden daha yakın.

Kipalı Spartalar

İsrail şu anki gidişatıyla son derece liberal olmayan bir yöne doğru ilerliyor.

Politikacıların yanı sıra seçmenlerinin birçoğu tarafından da desteklenen mevcut aşırı sağcı dönüş, İsrail'in Yahudi bir yargı ve yasama konseyi ile aşırı sağcılar tarafından yönetilen bir tür etnik milliyetçi teokrasiye dönüşmesine neden olabilir ki bu da İran'ın teokratik devletinin Yahudi versiyonundan başka bir şey değildir.

Tanrı'nın bölgedeki toprakların tamamını Yahudilere vaat ettiğine inanan, Batı kültürünü ve değerlerini reddeden ve LGBTQ hakları, sinagog ve devlet arasındaki bazı ayrımlar ve cinsiyet eşitliği gibi İsrail liberalizminin kabul görmüş normlarına temelden karşı çıkan gruplar, artık İsrail'de daha etkili bir kesimini temsil ediyor.

Bu duruş İsrailli Yahudiler arasında geniş bir mutabakata dönüşebilir ve Gazze'deki savaşın Netanyahu ve müttefikleri tarafından zayıflatılan demokratik normların ve kurumların tamamen aşınmasına yol açtığı tamamen liberal olmayan bir İsrail ortaya çıkarabilir.

Bu da ülkeyi sürdürülemez bir yola sokacak ve muhtemelen iç gerginlikleri derinleştirecektir.

İsrail, iç istikrarı garanti altına almak için, İbrahim Anlaşmaları'nda elde ettiği kazanımların üzerine inşa ederek ve Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer ülkelerle bağlarını güçlendirerek Orta Doğu'daki yerini meşrulaştırmalıdır.

G-7 ülkeleri ve daha geniş uluslararası toplumla ilişkilerini korumak için İsrail, askeri operasyonlarını daha şeffaf hale getirmek, uluslararası hukuk ihlalleri için hesap verebilirliği sağlamak ve 2002 yılında UCM'yi kuran Roma Statüsü'nü onaylamak da dahil olmak üzere uluslararası hukuka bağlılığını yinelemelidir.

Gelinen noktada İsrail'in izlediği rota kazanmaya yönelik bir rota değil.

Mevcut gidişatıyla İsrail, yıllardır ortaya koyduğu “Ortadoğu'daki tek demokrasi” vizyonunu yok ediyor.

Ancak İsrail'in kendini kendi sonundan kurtarması ve ileriye dönük başka bir yol bulması için henüz çok geç değil.

Tartışma