Foreign Policy: ABD-Suudi Anlaşması bölgesel ve küresel dengeleri nasıl değiştirebilir?
ABD-Suudi Arabistan anlaşması bölgesel ve küresel dengeleri nasıl etkileyecek? Anlaşma; ABD, Suudi Arabistan, Çin, İran ve İsrail için ne anlam ifade ediyor?
ABD'nin önde gelen yayın organlarından Foreign Policy'de, ABD ve Suudi Arabistan arasında gerçekleşmesi beklenen güvenlik anlaşmasının ayrıntılarının ve küresel sonuçlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
ABD'nin, Suudi Arabistan ile gerek Çin'i dengelemek gerekse de İran ve İsrail'e yönelik planları nedeniyle gerçekleştirmek üzere olduğu güvenlik anlaşmasının bölgede dengeleri altüst edebileceği tespiti yapılan analizde, anlaşmanın ABD'nin korumak istediği Orta Doğu ve küresel düzene yönelik daha büyük stratejik hedeflerini baltalayacağı belirtildi.
Analizde ayrıca; böyle bir anlaşmanın küresel düzene etkilerinin yanı sıra ABD iç politikasında da büyük etkiler oluşturabileceği tespitine yer verildi.
İşte Foreign Policy'de yayınlanan analiz:
Biden yönetimi Suudi Arabistan ile bir ikili anlaşmaya imza atmanın eşiğinde.
Ancak bu anlaşma, ABD'nin Orta Doğu ve küresel düzene yönelik daha büyük stratejik hedeflerini baltalayacaktır. Ayrıca Başkan Joe Biden için de tehlikeli siyasi riskler doğurabilir.
Washington ve Riyad'ın, ABD'nin Suudi Arabistan'a güvenlik garantisi vermesini ve sivil nükleer programının geliştirilmesine yardımcı olmasını öngören bir anlaşmayı sonuçlandırmaya yakın oldukları bildiriliyor.
Anlaşmayı destekleyenlere göre bu gelişme, İran'a karşı Orta Doğu'da ABD öncülüğündeki ittifakı güçlendirerek ve Çin'in Arap dünyasında artan etkisini kontrol ederek ve İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini sağlayacak.
Ancak iddia edilen bu faydalar ya abartılıyor ya da açıkça yanlış.
Suudi-ABD anlaşmasının Suudi askeri maceracılığının yeniden canlanması, Basra Körfezi'nde nükleer silahların yayılması, Washington'un küresel güvenilirliğinin sarsılması ve ABD başkanlık seçimleri öncesinde Demokrat Parti içinde daha fazla bölünme gibi potansiyel zararları, Biden yönetimi ya da uluslararası güvenlik için olası faydalarından daha ağır basıyor.
Güvenlik anlaşmasının kapsamı henüz müzakere aşamasında olsa da ABD'li yetkililer anlaşmanın resmi ABD savunma garantilerini ve Suudi Arabistan'ın potansiyel olarak F-35 savaş uçakları da dahil olmak üzere daha gelişmiş ABD silahlarına erişimini içereceğini belirtiyor.
Ancak gelen haberler anlaşmanın NATO tarzı bir paktın gerisinde kalacağını gösteriyor.
Ayrıntıları ne olursa olsun, yeni bir Suudi-ABD güvenlik anlaşmasının ABD için jeopolitik değeri şüphelidir.
Suudi Arabistan onlarca yıldır ABD'nin silah satışlarından, askeri ve diplomatik yardımlarından faydalanmıştır ve faydalanmaya da devam etmektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre ABD'nin Suudi Arabistan'a 100 milyar dolardan fazla aktif dış askeri satışı bulunmaktadır.
ABD'nin Suudi Arabistan'a verdiği mevcut destek İran'ın eylemlerini önemli ölçüde kısıtlıyor. Tahran, Riyad'la açık bir savaşa girmesi halinde Washington'dan rejimi tehdit eden bir yanıtla karşılaşacağını biliyor. Basitçe söylemek gerekirse: caydırıcı unsur zaten mevcut.
Ancak yeni bir ABD güvenlik anlaşmasının yapacağı şey, Suudi Arabistan'ın fiili yöneticisi Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın pervasız davranışlarını ödüllendirmek olacaktır.
Muhammed bin Selman uluslararası normları defalarca hiçe saydı ve Yemen'deki feci askeri müdahalesi, Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin geçici olarak alıkonulması, Katar'a yönelik abluka ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi gibi faaliyetleri ile Orta Doğu'yu istikrarsızlaştırdı.
ABD'nin eşi benzeri görülmemiş desteği Muhammed bin Selman'ın askeri maceracılık eğilimini daha da artırabilir.
Bölgesel etkiler
Ülkesi ile İran arasında, kısmen Yemen'deki iç savaşta karşıt gruplara verdikleri destekten kaynaklanan ve yıllarca tırmanan gerilimin ardından Suudi hükümeti 2022'de Yemen'deki İran destekli Husilerle ateşkes görüşmeleri yaptı ve bir yıl sonra Tahran ile ilişkilerini normalleştirdi.
İki ülke arasındaki “soğuk yumuşama” bugüne kadar devam etmiş olsa da Riyad, İran ve müttefiklerinin askeri faaliyetlerinden endişe duymaya devam ediyor.
Yeni bir Suudi-ABD anlaşması, veliaht prensi ABD silahlarını kullanarak İranlı müttefiklerine yeniden saldırma konusunda cesaretlendirebilir.
Yeni bir Suudi-ABD anlaşması, ABD güçlerinin bölgedeki şiddetin içine çekilmesi ihtimalini de arttıracaktır.
Ayrıca bu tür adımlar şüphesiz İran'ın tehdit algısını yükseltecek ve dolayısıyla caydırıcı bir unsur olarak nükleer silah geliştirmeye yönelik çalışmalarını artıracaktır.
Diğer yandan; Suudi-ABD anlaşmasının savunucuları ayrıca bu anlaşmanın Çin'in Suudi Arabistan'da ve daha geniş anlamda Arap dünyasında artan etkisini kontrol altına alacağını savunuyor. Bu önermede bir nebze de olsa doğruluk payı olabilir. Zira; ABD'li yetkililer bir anlaşmanın Suudi Arabistan'ın Çin'den silah alımını dondurma ve Çin'in Suudi Arabistan'daki yatırımlarını sınırlama taahhüdünü de içereceğini belirttiler.
Ancak böyle bir anlaşma, Çin'in yıllardır Suudi Arabistan'ın hem en büyük ihracat hem de ithalat ortağı olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Savunma anlaşmaları Washington'un Suudi Arabistan'daki etkisini arttırsa da, ABD'nin Basra Körfezi'nin sarsılan güvenliğini sağlamanın yüksek maliyetini üstlendiği, Çin'in ise faaliyet gösterdiği mevcut düzeni pekiştirecektir.
Suudi-ABD anlaşmasını savunanların göz ardı ettiği bir husus da ABD'nin Suudi yönetimine verdiği desteğin Washington'un Ukrayna'nın Rus saldırganlığına karşı savunulması gibi hayati konularda uluslararası destek sağlama kabiliyetini zayıflattığıdır.
Muhammed bin Selman, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in küçük bir versiyonu gibi davranıyor.
Suudi veliaht prensi Yemen'i askeri olarak işgal etti ve sivilleri yıllarca süren ölümcül bombardımanlara ve kıtlığa maruz bıraktı. Mmuhaliflerine suikast düzenledi ya da onları ortadan kaybolmaya zorladı.
Buna rağmen Amerika Birleşik Devletleri Suudi monarşisini gelişmiş silah ve teknolojiyle donatmaya devam ediyor. ABD'nin Ortadoğu'da kendi kaderini tayin hakkı ve insan haklarına verdiği desteğin dengesizliği nedeniyle dünyanın dört bir yanında, özellikle de küresel güneyde pek çok insan, Ukrayna'ya yardım etmek gibi haklı davalarda ABD'ye katılma konusunda çekingen davranıyor.
Son olarak, bir Suudi-ABD anlaşması, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın bu sonbaharda Biden'a karşı sıkı bir yarış olması beklenen Beyaz Saray'a geri dönme kampanyasına yardımcı olacaktır.
Biden ve müttefikleri haklı olarak Trump'ın ABD liderliğindeki liberal dünya düzenini tehdit ettiğini savunuyor. Örneğin Trump Şubat ayında bazı NATO üyelerinin ittifaka olan aidatlarını artırmamaları halinde onları savunmaya gelmeyebileceğini öne sürdü.
Bu tehdidi engellemek için Biden'ın yeniden seçilmeyi kazanması gerekiyor. Ancak Riyad'ı desteklemek ABD siyasetinde kaybettirir. Kamuoyu yoklamalarına göre Amerikalıların çoğunluğu yirmi yılı aşkın bir süredir Suudi Arabistan'a olumsuz bakıyor ve yaklaşık her 5 Amerikalıdan 3'ü İsrail-Suudi ilişkilerinin normalleşmesi karşılığında ABD askerlerinin Suudi Arabistan'ı savunmasına karşı çıkıyor.
Biden bir Suudi-ABD anlaşması için çok az etkili övgü alacaktır, ancak Yemen Savaşı ve petrol fiyatlarından insan hakları ve 11 Eylül terör saldırılarıyla ilgili iddialara kadar çeşitli nedenlerle Suudi Arabistan'a düşman olan Amerikalılardan önemli bir muhalefetle karşılaşabilir.
Ayrıca, Suudi Arabistan-ABD anlaşması için Senato onayı gerekirse, Demokratlar arasındaki bölünmeler daha da derinleşecek ve kamuoyu önünde sergilenecektir.
Tüm bu gerçekler göstermektedir ki; Biden yönetimi, korumaya çalıştığı uluslararası düzen adına, yeni bir Suudi-ABD ikili anlaşması gibi aptalca bir işe kalkışmaktan vazgeçmelidir.