Foreign Policy: Erdoğan, taraftar kitlesi bakımından benzersiz bir lider
Türkiye'de anketler, Erdoğan'ın az farkla da olsa mağlup edilebileceğini gösteriyor. Erdoğan, iktidardan vazgeçmesini istemeyen oldukça büyük bir taraftar kitlesi olması bakımından benzersiz bir lider.
ABD merkezli Foreign Policy, 14 Mayıs'da gerçekleşecek olan seçimler öncesi, Türkiye'nin siyasi geçmişini ve seçim sürecini değerlendirdiği bir analiz yayımladı.
Türkiye'nin siyasi geçmişi hakkındaki sürece yer verilen analizde, çok sayıda asker kökenli Cumhurbaşkanı adayı olduğuna dikkat çekilirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise kitlesel olarak desteklenmesi açısından benzersiz olduğu tespiti yapıldı.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "iktidardan vazgeçmesi" için, muhalefet bloğunun "intikam alma" söylemlerinden vazgeçmesi gerektiği belirtilerek, 2019 yılında gerçekleşen İstanbul seçimlerindeki stratejiyi izlemesi gerektiği tespiti yapıldı.
İşte Foreign Policy'de yayımlanan analizin tamamı:
Türkiye'de 14 Mayıs'ta Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri var. Bu seçimlerde muhalefet partileri, son 20 yıldır iktidarda olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi'ni devirebilirler.
Erdoğan ve Adalet Kalkınma Partisi, laik olan devlette İslam'ın rolünü genişleterek ve Türkiye'nin dünyadaki etkisini artırarak ülke üzerinde derin bir iz bıraktı. Ancak yıllarca süren alışılmışın dışında ekonomi politikası ve ölümcül Şubat depremleri hükümete olan güveni sarstı.
Yirmi yıl sonra Erdoğan'ın gidişini hayal etmek zor. Anketler şu anda, Erdoğan'un muhalefet adayı tarafından mağlup edilebileceğini gösteriyor. Ancak Erdoğan'ın, iktidarda kalmak için ne gerekiyorsa yapacağına dair de yaygın bir inanç var.
Erdoğan, parlamento tarafından seçilmek yerine halk tarafından seçilen ilk Türk cumhurbaşkanı olmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişini de yönetti.
Erdoğan'dan önceki 11 selefinin birçoğu sorunsuz bir şekilde gelip giderken, onun gibi kitlesel bir siyasi parti tarafından desteklenen birkaç Cumhurbaşkanı ise ordu tarafından görevden alınana veya beklenmedik bir ölümle karşı karşıya kalana kadar görevde kalma eğilimindeydi.
Türkiye'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, muhtemelen sıkı yaşam tarzı nedeniyle, nispeten genç olan bir yaşta görev başında hayatını kaybetti. Halefi ve yakın sırdaşı İsmet İnönü, kendisinin ve Atatürk'ün önderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi'nin başında girdiği ilk özgür ve adil seçimde Demokrat Parti'ye yenilinceye kadar 12 yıl görev yaptı.
O dönemde Demokrat Parti de, Erdoğan gibi politikacılar tarafından Türkiye'de merkez sağ siyaset yaptıkları için desteklendiler. Erdoğan'ın şu anda, Demokrat Parti'nin CHP'ye karşı zaferinin yıl dönümü olan 14 Mayıs'ta seçime gitme kararı da bu bağı vurgulamak içindir.
1950'de 65 yaşında olan İnönü, partisinin ağır yenilgisini kabullendi ancak siyasetten çekilmemeyi seçti ve 22 yıl daha CHP'ye liderlik etmeye devam etti. İnönü, 1972'deki dramatik bir parti kongresinde Bülent Ecevit tarafından görevden alındı ve bundan bir buçuk yıl sonra hayatını kaybetti.
Diğer yandan. hiçbir zaman cumhurbaşkanı olamasa da Ecevit, otuz yıl boyunca Türk siyasetinin önemli isimlerinden biri olarak kaldı ve 1980'deki askeri darbenin ardından yasaklanana kadar CHP'ye liderlik etti.
Demokratların lideri Celal Bayar, 1960'ta bir askeri darbeyle görevden alınana kadar on yıl boyunca cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Bunun ardından, birkaç bakanla birlikte ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak darbeciler ileri yaşı nedeniyle cezayı hafifletti. Bayar ve hayatta kalan Demokrat Partili çoğu isim sonraki beş yılı hapiste geçirdi.
1960'ların başında ise Demokrat Partililer bu defa Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi'ni kurdular. Demirel kurnaz bir siyasetçi olduğunu kanıtladı ve neredeyse kırk yıl boyunca partisindeki kontrolü elinde tuttu.
1960'lar ve 1970'lerdeki milletvekilliği seçimleri, Demirel liderliğindeki merkez sağ grup ile Ecevit liderliğindeki merkez sol grup arasında yapıldı. Ancak başkanlık düzeyinde ordu kontrolü elinde tuttu. Zira 1960 darbesinin ardından kabul edilen anayasa, cumhurbaşkanlarının parlamento tarafından yedi yıllık tek bir dönem için seçilmesi gerektiğini belirtiyordu.
Bu dönemin üç cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk eski generaller veya amirallerdi. 1980'de ise bu defa bir darbe ile yine bir asker olan Orgeneral Kenan Evren Türkiye'nin yedinci cumhurbaşkanı oldu.
Evren, CHP'yi ve Adalet Partisi'ni dağıttı. Ayrıca hem Demirel'e hem de Ecevit'e siyaset yasağı getirdi. Teorik olarak bu, Türkiye sahnesinde yeni yüzlerin ortaya çıkmasına izin verebilirdi, ancak Demirel, Ecevit ve diğer siyasetçiler 1987 referandumunda siyasi haklarını geri aldılar.
Onların yokluğunda merkez solu, Ecevit'in karizmasından yoksun olan İnönü'nün oğlu Erdal İnönü bir arada tuttu. Merkez sağ ise, Demirel'in eski dostu Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi'nin hakimiyetine girdi ve Evren 1989'da emekli olunca Özal, 1960'tan bu yana Türkiye'nin ilk sivil cumhurbaşkanı oldu.
Demirel yeniden siyasete atıldığında, eski müttefiki olan Özal'ın siyaset sahnesine hakim olmasından memnun değildi. Bu nedenle Demirel, kendi partisi olan Doğru Yol Partisi'nin bayrağı altında seçimlere girdi. 1991'de Anavatan Partisi parlamentodaki kontrolünü Demirel liderliğindeki bir koalisyona kaptırdı. Özal, 1993 yılında görev süresi dolmadan beklenmedik bir şekilde kalp krizinden ölünce, Demirel cumhurbaşkanı olmayı başardı.
Ancak Demirel'in görev süresi 2000 yılında sona erdiğinde, ikinci bir dönem daha cumhurbaşkanı olamadı. Ecevit artık başbakandı ve Demirel'in yerine Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
2002 parlamento seçimlerinde ise Erdoğan ve yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi sahneye çıktı. Ecevit, Demirel ve Özal'a bağlı partiler sandıkta tamamen yenildiler ve sadece Adalet ve Kalkınma Partisi ile ve yeniden kurulan CHP parlamentoya girmeyi başardı. İki yıl önce Sezer'i göreve getiren partilerden hiçbiri, Erdoğan 2003'te başbakan olarak göreve başladığında parlamentoda yoktu.
Sezer, defalarca yasa tasarılarını veto ederek ve kilit pozisyonlar için adayları bloke ederek, başlangıçta Erdoğan ve partisinin yetki kullanmasının önündeki en büyük engel olduğunu kanıtladı.
Ancak Sezer'in görev süresi 2007'de sona erdiğinde Adalet ve Kalkınma Partisi onun yerine kendi üyelerinden biri olan Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanlığına getirdi. Adalet ve Kalkınma Partisi, Gül'ün cumhurbalkanı olması ile birlikte bürokrasi ve yargı üzerindeki gücünü pekiştirmeyi başardı.
Bundan sonra ise, Erdoğan'ın 2014'te Türkiye'de yapılacak ilk doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cumhurbaşkanlığına aday olmayı seçmesi ve Gül'ün kavga etmeden kenara çekilmesi sürpriz olmadı.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı makamını neredeyse tamamen dönüştürdü ve sık sık hükümetin karar alma süreçlerine müdahale ederek partili bir cumhurbaşkanı olarak kaldı.
2017 referandumu ile halk, başbakanlık makamını ortadan kaldıran ve Türkiye'yi Erdoğan'ın daha etkili yönetişim sağlayacağını öne sürdüğü bir başkanlık sistemine dönüştüren anayasal değişikliğini onayladı.
Erdoğan, hem devlet kontrolüne sahip olması hem de iktidardan vazgeçmesini istemeyen oldukça büyük bir taraftar kitlesi olması bakımından benzersizdir.
Erdoğan 14 Mayıs'da yapılacak seçimleri kaybederse, büyük olasılıkla az farkla kaybedecek. Ve 69 yaşında olan Erdoğan, kariyerlerinin sonundaki eski Türk liderlere kıyasla nispeten genç kalacak.
Mevcut Türk muhalefeti onu sık sık bir diktatör olmakla suçluyor ve bu da onun veya ailesinin görevden alındığında yargılanma ile karşılaşma olasılığını gösteriyor. Erdoğan bu suçlamaları açıkça ciddiye alıyor.
Erdoğan'ın kaybetme korkusunu ve sonrasında yaşanacak her şeyi hafifletmek için, Türkiye'nin muhalefet partileri, cumhurbaşkanına yönelik suçlamalardan kaçınmalı ve seçmenlere iktidara geldiklerinde atacakları olumlu adımları açıklayan olumlu bir mesaj vermelidir. Bu, CHP'nin 2019'da İstanbul belediye başkanlığı kampanyasındaki stratejisinin bir parçasıydı.
Erdoğan'ın ana rakibi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu adaylığından bu yana, yolsuzluğu sona erdirme vaatleriyle olumlu olabilecek gündemi karıştırdı.
Erdoğan için bu kadar büyük gücü ilk elde eden olmak vizyon ve hayal gücü gerektiriyordu. Şimdi ise soru, ondan ilk vazgeçen kişi olmayı da hayal edip edemeyeceğidir.