Foreign Policy: Olası bir İsrail-Suudi anlaşması İran ile savaş anlamına geliyor
Olası bir İsrail-Suudi anlaşması İran ile savaş anlamına geliyor. ABD, Suudi Arabistan'ın İsrail'le normalleşmesi ile ortaya çıkacak ağır bedeli kabul edebilecek mi?
ABD'nin önde gelen yayın organlarından Foreign Policy'de, olası İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesine İran'ın vereceği tepkinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Olası bir Suudi Arabistan- İsrail normalleşmesinin bölgede büyük bir etki oluşturacağı belirtilen analizde, böyle bir durumun Suudi Arabistan'ın Filistinlileri yüz üstü bıraktığı izlenimi de oluşturabileceği belirtildi.
Analizde ayrıca, böyle bir yakınlaşmanın, İsrail'in İran ile savaş anlamına geleceği iddia edildi.
İşte Foreign Policy'de yayınlanan analiz:
Washington ve Orta Doğu'daki politika yapıcılar, Suudi Arabistan'ın ABD ile resmi bir savunma anlaşması karşılığında İsrail ile ilişkilerini normalleştirme olasılığını konuşmakla meşguller. Çok daha az dikkat çeken kritik bir soru ise şu:
Böyle bir hamle Suudi Arabistan'ın İran ile yakın zamanda yaptığı diplomatik anlaşmayı tehlikeye atar mı?
Bunu düşünmek için güçlü nedenler var. İran'ın İsrail ile sadece düşmanca ilişkileri yok. İki ülke on yıllardır gölge bir savaşın içinde ve bu savaş son yedi yılda daha da tırmanmış durumda. Daha geçen yıl, İsrail ordusunun 2017'den bu yana Suriye'de ve Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde İran ve devlet dışı müttefiklerine ait hedeflere karşı 400'den fazla hava saldırısı gerçekleştirdiği bildirildi. O zamandan bu yana bu tür saldırıların sayısının arttığı tahmin edilebilir.
Suudi Arabistan İsrail ile anlaşırsa, İran muhtemelen Suudilere tabir yerinde ise eline ne geçerse fırlatacaktır. Suudi krallığının Müslüman dünyasının lideri sıfatıyla meşruiyetine daha agresif bir şekilde meydan okuyacak ve büyük olasılıkla güvenliğini tehdit edecektir.
Ya Eylül 2019'da Suudi petrol tesislerini insansız hava araçları ve füzelerle vurduğunda yaptığı gibi doğrudan, ya da Yemen'deki Husiler de dahil olmak üzere bölgesel vekilleri aracılığıyla dolaylı olarak bu hamleyi gerçekleştirecektir.
Tahran için Riyad'ın Washington'la dost olması başka bir şeyken -ki bu İranlıların alıştığı bir husus- İran'ın bölgedeki planlarına ve nüfuzuna karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyen İsrail'le ortak olmak bambaşka bir şey. İran ayrıca nükleer programına karşı ABD'den çok İsrail'in önleyici bir saldırıda bulunmasından endişe ediyor. Dolayısıyla Suudi Arabistan İsrail'le iş birliği yaparsa İran, Suudi yönetiminin böyle bir niyeti olmasa bile Riyad'ın İsrail ordusuna İran'a karşı hızlı bir saldırı başlatması için bir platform sağlayacağını varsayacaktır.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Eylül 2020'de İsrail'le ilişkileri normalleştirmeyi kabul ettiklerinde, her ikisi de İsrail'le askeri iş birliğine dair her türlü konuşmayı barış ve istikrar gibi muğlak kavramlarla sınırlandırmak konusunda son derece dikkatliydi. Bunun nedeni Abu Dabi ve Manama'nın İsrail ile askeri bağlarını geliştirmek istememeleri değildi. Sadece İsrail'le artan güvenlik iş birliğinin, Abu Dabi'nin gerilimi düşürmek ve İran yanlısı Husilerin BAE sivil hedeflerine yönelik saldırılarını önlemek için diplomasi yürüttüğü İran'ı kışkırtabileceğini anladılar.
Suudi Arabistan ya da Körfez Arap ülkelerinden herhangi biri İsrail'e fazla yaklaşır ve örneğin ona önemli istihbaratlar ve askeri erişim sağlarsa, İran büyük olasılıkla onlara saldıracaktır. Abu Dabi, Manama ve potansiyel olarak Riyad bu durumda "yardım ve yataklıkla" suçlanacaktır ki Tahran Eylül 2019'da Suudi petrol altyapısına saldırdığında Suudilerin başına gelen de tam olarak buydu. Bu Suudilerin yaptığı bir şey yüzünden değil, Trump yönetiminin İran rejimine karşı yürüttüğü "maksimum baskı" kampanyasına verdikleri destek yüzünden yaşanmıştı.
Ancak Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn'in yolunu izlese ve normalleşmenin ardından İsrail ile güvenlik iş birliğini kısıtlasa bile bu onu İran'ın şiddetli siyasi ve dini kınamalarından kurtarmayacaktır.
İslam dünyasındaki konumu, rolü ve otoritesi nedeniyle Suudi Arabistan için riskler BAE, Bahreyn ya da İsrail ile ilişkilerini normalleştiren diğer Müslüman Arap ülkelerinden çok daha yüksek. Halen Suudi Kralı olan Selman bin Abdülaziz Âl Suud aynı zamanda "Hadimu'l Haremeyn" unvanını da taşıyor.
Kendisi sadece Mekke ve Medine'deki İslam'ın en kutsal iki mekanını korumak ve muhafaza etmekten değil, aynı zamanda Kudüs'ün kaderinin İsrailliler ve Filistinliler arasında adil bir şekilde müzakere edilmesini sağlamaktan da sorumludu. Müslümanların en kutsal üçüncü mekânı olan Mescid-i Aksa'ya ev sahipliği yapan Kudüs, İsrail-Filistin barış anlaşmasının tarihi bir köşe taşıdır ve Suudi toplumu ve dünya çapındaki Müslümanlar için derin dini önem taşıyan bir konudur.
Suudi Arabistan'ın Filistinlileri yüz üstü bıraktığı ve Kudüs'ten vazgeçtiği şeklinde algılanması halinde İran, Suud Hanedanı'na karşı yoğun bir siyasi baskı kampanyası başlatacaktır. Ve bu İranlı liderlerin Suudi yönetiminin meşruiyetine ve otoritesine ilk meydan okuyuşu olmayacaktır. İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, uzun yıllardır Müslüman dünyasına Suudi kraliyet ailesinin Hadimu'l Haremeyn olduğunu reddetme çağrısında bulunuyor çünkü bu aile İsrail'in sızdığı "lanetli bir şecere".
Dolayısıyla Suudi yetkililer, bir Filistin devleti kurulmadan ya da en azından kurulması için etkili bir süreç başlatılmadan İsrail ile normalleşmenin gerçekleşmeyeceği konusunda ısrarcı olduklarında, samimiyetsiz davranmıyor ya da bu konuda lafta kalmıyorlar. Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan Ocak ayında yaptığı açıklamada "Gerçek normalleşme ve gerçek istikrar ancak Filistinlilere umut vererek, Filistinlilere itibar kazandırarak gelecektir" dedi. Suudiler, BAE ve Bahreyn gibi İsrail ile sadece İsrail'in Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerini ve Ürdün Vadisi'ni ilhakını askıya alan ya da donduran bir normalleşme anlaşmasını göze alamaz. Suudilerin daha anlamlı bir şeye ihtiyacı var çünkü itibarları, meşruiyetleri, otoriteleri ve hatta güvenlikleri tehlikede.
Washington'un taleplerini yerine getirmesi halinde Suudi yönetiminin ve özellikle de Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Filistin konusunda BAE ve Bahreyn'e vaat edilenden daha fazla bir şeyi tercih etmesi hala mümkün. Gerçekten de, Suudilerin istediği her şeyden çok ABD ile bir anlaşma ittifakıdır ve bu Krallık için karşı konulmaz olabilir. Suudi liderler İran'ın her zaman yaptığını yapacağını, yani Suudi Arabistan'a meydan okuyacağını ve tehdit edeceğini düşünüyor olabilirler, ancak kendilerini koruyacak bir ABD savunma kalkanı ile şanslarını deneyebilirler.
Suudi Arabistan'ın Washington'dan resmi bir savunma anlaşması elde etme konusunda bu kadar kararlı olmasının nedeni de bu. Riyad böylesine tarihi ve oyunun kurallarını değiştirecek bir hamlenin İran'dan siyasi tepki ve muhtemelen güvenlik tehditleri gelmesine yol açacağını biliyor.
ABD, hem İran hem de İsrail'le normalleşmenin mümkün olmayacağını, sadece ikisinden birinin gerçekleşebileceğini biliyor.
Ancak ABD'nin Suudi Arabistan'ın İsrail'le normalleşmek için öne sürdüğü ağır bedeli kabul etmekte bu kadar tereddüt etmesinin nedeni de tam olarak bu. Yukarıda tarif edilen sonuç gerçekleşir ve İran İsrail'i kabul ettiği için Suudi Arabistan'a saldırırsa, ABD Suudi Arabistan için İran'a karşı savaşa girecek bir konumda olacak mı?
Peki ya İran Suudi Arabistan'a karşı doğrudan askeri eylemden kaçınır ve krallığa saldırmak için bölgesel vekillerini kullanırsa, Washington o zaman nasıl karşılık verir?
Bu soruların kolay cevapları yok ama Riyad Washington'dan bunları bekleyecektir. Suudi Arabistan ve ABD arasında bir ittifak anlaşmasının karmaşıklıkları ve sonuçları çeşitlidir ancak Riyad ve Washington'daki liderlerin İran'ın olası bir Suudi-İsrail normalleşme anlaşmasına vereceği tepkiyi göz önünde bulundurmaları gerekir.
Tahran'ın tutumu olası bir anlaşmayı engellememeli ya da ortadan kaldırmamalıdır. Ancak Riyad ve Washington'un süreci bilinçli bir şekilde planlaması gerekmektedir.