Foreign Policy Research Institute: Gazze'de 'Ertesi Gün' ABD ve İsrail arasında kaosa dönüşebilir!
7 Ekim, Filistin meselesinin dünya için ne kadar ağır bir bedeli olabileceğini ortaya çıkardı. Peki ABD ve İsrail'in arasındaki uçurum derinleşirken, “ertesi gün” hangi sonuçları beraberinde getirecek?
ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Foreign Policy Research Institute'de, İsrail'in soykırım savaşının olası sonuçları ve bu sonuçların ABD-İsrail ilişkilerine olası etkilerinin değerlendirildiği geniş bir analiz yayınlandı.
Filistin meselesinin 7 Ekim 2023'ten sonra Orta Doğu'nun ve uluslararası gündemin en üst sıralarına tırmanaraki yıllarca ihmal edilmesinin ne kadar ağır bir bedeli olduğunu ortaya koyduğu belirtilen analizde, yaşanan sürecin sadece ABD ve İsrail arasında değil dünya siyasetinden de yeni dengeler oluşturduğu tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca, savaşın nasıl biteceğine ve “ertesi güne” dair olası çözüm seçeneklerine de yer verildi.
İşte Foreign Policy Research Institute'de yayınlanan analiz:
İsrail ile ABD arasında Gazze Savaşı nedeniyle yaşanan görüş ayrılıkları, Başbakan Benjamin Netanyahu'nun savaş sonrası Gazze için hazırladığı planın açıklanmasının ardından daha da derinleşmiş görünüyor.
Çünkü plan, Washington'un İsrail'den temel taleplerinden biri olan bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikrini kabul etmesine atıfta bulunmuyor.
Financial Times, İsrail'in planının "ABD'nin hedefleriyle çeliştiğini" ve iki ülke arasında gerginliğe yol açacağını yazarken, The Economist ise "İsrail, Amerika'nın eşi benzeri görülmemiş barış planını küçümsüyor" ifadelerini kullandı.
Amerikan medyası, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken tarafından ortaya atılan ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen Gazze'deki "Ertesi Gün" için Amerikan planını Netanyahu'nun vizyonuyla karşılaştırdı ve "Netanyahu ile Biden Yönetimi arasında işgal altındaki topraklar ve savaş sonrası Gazze'nin geleceği konusunda genişleyen uçurumu" daha keskin bir şekilde ortaya koydu.
Peki İsrail ve Amerika'nın "Ertesi Gün" vizyonları uzmanların öne sürdüğü kadar büyük bir kaosa neden olacak mı?
Büyük olasılıkla bu görüşler, Suudi Arabistan ve diğer Arap hükümetlerinin görüşleriyle uyumlu bir Amerikan pozisyonu ile bağımsız bir Filistin devletinin yaratacağı güvenlik tehdidine ilişkin İsrail kamuoyunun endişeleri arasındaki gerilimi temsil ediyor.
Filistin Devleti olmadan Suudi-İsrail normalleşmesi
Suudi Arabistan, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e düzenlediği saldırı öncesinde ve hatta sonrasında Biden yönetiminin Orta Doğu stratejisinde kilit bir rol oynadı.
Hamas saldırısı, ABD'nin Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan ilk diplomatik girişimini askıya almıştı. Daha önceki raporlar Suudilerin İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için iki devletli çözümün yeniden tesis edilmesini şart koşmayacağını gösteriyordu.
Suudilerin İran'ı dengelemenin bir yolu olarak İsrail ile diplomatik bir yumuşamaya duydukları ilgi, İsrail'in Filistin topraklarındaki askeri işgalini sona erdirme taahhütlerinin önüne geçti.
Suudilerin tutumu, Filistinlilerin Filistin Devleti taleplerini kabul etmeden İsrail'in Araplarla barış yapabileceğini ve Orta Doğu'ya entegre olabileceğini savunan Netanyahu'nun tutumuyla kesinlikle uyumluydu.
7 Ekim 2023'ten sonra Filistin meselesi Orta Doğu'nun ve uluslararası gündemin en üst sıralarına tırmanarak ihmal edilmesinin ne kadar ağır bir bedeli olduğunu gözler önüne serdi.
Dahası, İsrail ordusunun verdiği yıkıcı karşılık, Gazze'de 30.000'den fazla Filistinlinin ölümü de dahil olmak üzere büyük bir insani felaketle sonuçlandı.
Bu yıkımın görüntüleri Arap dünyasında Filistinlilere yönelik desteğin artmasına neden oldu. Arap sokağı olarak adlandırılan kesimden gelen kamuoyu baskısı Suudi Arabistan'ı Filistin davasına olan bağlılığını yinelemeye ve İsrail ile onun başlıca dış destekçisi olan ABD ile arasına mesafe koymaya zorladı.
Suudi-İsrail normalleşmesi artı Filistin Devleti
Amerika'nın bu gelişmelere tepkisi, Washington'un bir yandan İsrail'in Gazze'deki savaş yönetimini eleştirip oradaki Filistinlilere insani yardıma izin vermesi için baskı yaparken, diğer yandan daha geniş çaplı bir bölgesel çatışmayı önlemek amacıyla İsrail'e tam diplomatik ve askeri destek sağlamaya devam ettiği bir denge oyunundan ibaretti.
İsrail ve ABD Gazze'deki saldırıya son vermesi için uluslararası baskı altındayken Blinken, Suudilerin öncü rol oynayacağı büyük bir diplomatik girişim başlattı. Pratik anlamda ABD, İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi planını yeniden başlattı. Ancak bu kez Filistin meselesi öncelikli olacaktı. Buna normalleşme artı iki devletli çözüm diyebiliriz.
Biden Yönetimi bölgede barış için kapsamlı ve ayrıntılı bir plan önermekten kaçındı. Ancak ortaya koyduğu vizyon, İsrail'in Hamas ile savaşı sona erdikten sonra Gazze'de yeniden yapılanma ve yönetişim için bölgesel desteğin harekete geçirilmesini öngörüyor.
Bu da reformdan geçirilmiş bir Filistin Yönetimi'nin kontrolü altında bağımsız bir Filistin Devleti'nin çekirdeğini oluşturacaktır. Amerika'nın bakış açısına göre İsrail'in güvenliğinin güçlendirilmesi ve bir Filistin devletinin kurulması birbiriyle uyumlu hedeflerdi.
İsrail'in iki devletli çözüme muhalefeti
Hamas saldırısı Filistin meselesini görmezden gelmenin sürdürülebilir olmadığını göstermiştir.
Netanyahu'nun dünyanın ve özellikle de Arap devletlerinin Filistin meselesinden bıktığı düşüncesine dayanan stratejisi 7 Ekim'de yerle bir oldu.
Filistin sorununun gerçekliğini görmezden gelmek bir hataydı ve Biden Yönetimi'nin şu anda konuyu, Orta Doğu'da gelişen diplomatik gündemine yerleştirme çabası mantıklıdır.
Ancak bir siyasi gerçekliği görmezden gelmek, başka bir siyasi gerçekliği, yani İsrail'in iki devletli çözüme muhalefetini görmezden gelmeyi haklı çıkarmaz.
Washington'daki bazı uzmanlar, Netanyahu'nun iki devletli çözüme ve bir Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkmasının, Biden Yönetiminin Orta Doğu stratejisini ilerletmesinin önündeki başlıca engel olduğunu öne sürüyor.
Washington Post'a göre;
"Beyaz Saray yetkilileri, Netanyahu'nun başka herhangi bir hedefi dışlamak için kendi siyasi hayatta kalmasına odaklandığı ve kendisini Biden'ın iki devletli bir çözüm için zorlamasına karşı durmak için istekli olduğu sonucuna vardılar."
Netanyahu 2009 yılında Bar-Ilan Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada Filistin devletini kabul etmeye istekli olduğunu, ancak bunu hiçbir Filistinli liderin kabul edemeyeceği koşullar altında yapabileceğini öne sürmüştü.
İsraillilerin çoğu da Netanyahu'nun Gazze ve işgal altındaki Arap topraklarının geri kalanında İsrail askeri kontrolünü sürdürmesini destekliyor. Artık İsraillilerin sadece yüzde 25'i bir Filistin devletinin kurulmasını destekliyor ve bunu da ancak Filistinlilerin çoğunun kabul etmeyeceği belirli koşullar altında kabul ediyorlar.
Dahası, Netanyahu'nun halefi olarak görülen emekli İsrailli general Benny Gantz'ın pozisyonu da büyük ölçüde bu yönde. Gantz, Batı Şeria ve Gazze'nin ilhakına karşı çıkmaya devam ederken, Filistin varlığının tamamen askerden arındırılmadığı ve birleşik bir Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak kalmadığı herhangi bir çözüme karşı çıkacaktır.
Yom Kippur Savaşı sonrası dönemi hatırlamak
ABD'nin 1973 Yom-Kippur Savaşı sonrasında Mısır-İsrail ayrılma anlaşmaları için yaptığı baskıyı bugün İsrail-Filistin anlaşması için olası bir model olarak gösterenler var.
Ancak o dönemde İsrail'in gerekli tavizleri vermesinin mümkün olduğunu çünkü İsrail'in o savaşta askeri bir zafer elde ettiğini ve Mısırlılara taviz vermeye hazır olduğunu hatırlamalıdırlar.
Dahası 1973 yılında Washington, eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın yönetiminde, İsrail ve Mısır arasında büyük bir diplomatik pazarlık için bastırmıyordu. Washington, her iki tarafın da kendi ulusal çıkarlarına ilişkin temel anlayışlarını dönüştürmeyi hedeflemek yerine aşamalı bir diplomasi izliyordu.
Nitekim İsrail-Mısır barış anlaşması altı yıl sonra Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın İsrail ziyareti ve ABD'nin uzun ve zorlu diplomatik çabaları sonucunda imzalandı.
İmkansızı hayal etmek
Netanyahu'nun savaş sonrası planına yönelik eleştirilerin çoğu, iddialı olmaktan çok, mevcut statükoyu sürdürmeye, Filistin topraklarındaki İsrail işgalini devam ettirmeye çalıştığı ve en önemlisi, Amerikan politikasının merkezinde yer alan bir hedef olan Filistin devletinin kurulmasını imkansız hale getirdiği yönündedir.
Netanyahu'nun planı, savaş operasyonları sona erdikten sonra ağır İsrail askeri varlığının devam edeceği askerden arındırılmış bir Gazze, Gazze'nin çevresi boyunca Filistinliler için sınırlandırılmış bir tampon bölge ve güney şeridini kapatmak için Mısır-İsrail sınırının İsrail kontrolü altında olmasını öngörüyor. Amerika Birleşik Devletleri ise Gazze Şeridi'nin toprak sınırlarında değişiklik yapılmasına karşı çıkıyor.
Netanyahu, Hamas sonrası dönemde Gazze'yi kontrol etme görevinin daha genç ve daha yetkin liderler tarafından yönetilen reformdan geçmiş bir Filistin Yönetimi'ne verilmesi yönündeki Amerikan önerisini de reddetti.
ABD-İsrail diyaloğu
İsrail planı Netanyahu hükümeti ile Biden Yönetimi arasındaki uçurumu ortaya koydu.
Aslında, İsrail planındaki bazı ifadelerin muğlaklığı Washington'a, İsrail Filistin egemenliği kavramını reddederken, bu fikrin gelecekte Hamas sonrası dönemde bir noktada yeniden canlandırılabileceğine dair bir işaret olabilir.
Biden Yönetimi iki devletli çözüme olan bağlılığını ifade etti. Ancak Amerikalıların da bildiği gibi, en ılımlı İsrailliler ile en ılımlı Filistinliler arasındaki farklılıklar, bu konuda yapılacak herhangi bir müzakereyi diplomatik bir çıkmaza dönüştürecektir.
Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, hiçbir Filistinli askerden arındırılmış bir Filistin devleti fikrini kabul etmeyecektir ve bu, Filistin egemenliğine izin vermek için İsrail'in ön koşuludur.
İsrailli ve Filistinlilerin üç önemli konuda uzlaşmasını hayal etmek zor olacak.
1947 Filistinli mültecilerin İsrail'e dönüş hakkı, Kudüs'teki kutsal mekanların geleceği ve İsrail'in bir Yahudi devleti olarak kimliği.
İsrail ve Filistin'in tutumları arasındaki bu büyük farklılıklar karşısında Washington, İsrail ile barış içinde yaşayan bağımsız bir Filistin devleti fikrini, yakın gelecekte izlenebilecek somut bir politika önerisi olarak değil, uzun vadeli bir hedef olarak benimsemelidir.
Washington, İsrail'in Gazze'de askeri kontrol ve varlığının devam etmesi yönündeki taleplerini kabul etmiyorsa, Gazze'den çekildikten sonra İsrail için güvenlik garantileri sağlayacak alternatif bir plan ortaya koymalıdır.
Örneğin ABD Gazze'ye NATO ve Arap barış gücünün konuşlandırılmasını önerebilir.
Eğer bu gerçeklemezse, Gazze'de kalıcı değil geçici bir İsrail askeri varlığını kabul etmek zorunda kalabilir.