Foreign Policy Research Institute: NATO, İsveç ve Finlandiya'nın onayı için sessiz diplomasi ile seçim sonrasını beklemeli
ABD, NATO'daki krizleri çözmenin anahtarı. Ancak Türkiye üzerinde bir zamanlar sahip olduğu güce artık sahip değil. NATO, sessiz diplomasiye odaklanmalı ve Türkiye'deki seçimlerden sonrasını beklemeli.
Finlandiya ve İsveç, Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı'ya yakınlaştı ve 1995'te AB'ye katılım süreci başlatması Stockholm ve Helsinki'nin tarafsızlık politikalarını terk etmesi anlamına geldi. Anca her iki ülke de o zamandan bu yana NATO ile kısıtlı işbirlikleri yapmış olsa da, askeri olarak bağımsız kaldı.
Rusya'nın Gürcistan, Kırım, Donbass gibi yerlerdeki saldırgan politikaları ile Avrupa ve ABD'deki örtülü operasyonları bu süreci hızlandırdı. 17 Aralık 2021'de Rusya, NATO'nun "doğuya doğru daha fazla genişlemesine" yönelik kısıtlamalar içeren ve Finlandiya ve İsveç hükümetleri tarafından egemenliklerini ihlal etmeye yönelik kabul edilemez bir girişim olarak görülen yeni bir ABD-Rusya anlaşması önerdi. 24 Şubat 2022'de Ukrayna'nın geniş çaplı işgali ise bardağı taşıran son damla oldu.
Bu gelişmenin ardından Finlandiya liderliği, NATO'ya katılımın yakında olduğunu ve İsveç ile Finlandiya arasındaki güçlü tarihi bağların, bunun İsveç'teki denklemi de değiştirdiği anlamına geldiğini oldukça açık bir şekilde belirtti. İsveç Sosyal Demokrat hükümeti, uyumsuzluk politikasını yeniden değerlendirme sürecini başlattı.
Her iki devlet de ittifaktan, Avrupa'daki değişken güvenlik durumu göz önüne alındığında sürecin hızlı olacağına dair güvence istedi. NATO genel sekreteri onlara sürecin hızlı olacağına dair güvence verdi ve iki ülke ABD ve İngiltere gibi müttefiklerden güvence aldı.
Finlandiya Devlet Başkanı Sauli Niinistö'ye göre süreç başlarken, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "NATO üyeliği için başvuruyorsanız, olumlu değerlendireceğiz" dedi. İsveç dışişleri bakanı da bahar aylarında Brüksel'de yaptığı bir toplantıda Türk mevkidaşından benzer güvenceler aldığını açıkladı. Bütün bu gelişmelerin ardından İsveç ve Finlandiya, 18 Mayıs'ta NATO'ya katılmak için başvuru mektuplarını resmen sundu.
Ancak beklenen olmadı ve Finlandiya ve İsveç'in başvurularından sadece iki gün önce Erdoğan, iki ülkenin "terör örgütlerinin misafirhanesi" haline geldiğini belirterek NATO'ya katılımlarından yana olmadıklarını belirtti.
Erdoğan NATO'nun genişlemesini neden engelliyor?
Erdoğan'ın Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılma çabalarını engellemeye karar vermesinin en az dört olası nedeni var.
Birincisi Türkiye özellikle İsveç'in, Avrupa Birliği ve ABD tarafından da terörist olarak sınıflandırılan PKK gibi gruplar ile Fetullahçı gruplara karşı izlediği politikaya itiraz etti. İsveç'te oldukça büyük ve etkili bir "Kürt diasporası" var ve PKK bayraklarının açıkça sergilendiği düzenli gösteriler gerçekleştiriliyor. Ankara bunu İsveç'in PKK propagandasına izin vermesi olarak görüyor ve haklı olarak, PKK'nın İsveç diasporası arasında para toplama ve asker toplama faaliyetleri yürüttüğünü iddia ediyor.
İkincisi, bu veto siyasi olarak Erdoğan'a fayda sağlıyor. Erdoğan zorlu bir seçim kampanyasıyla karşı karşıya. PKK meselesi, Erdoğan ve müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) kazanması gereken Türk nüfusunun geniş kesimlerinde derin bir yankı uyandırıyor. Bu nedenle, terör konusunda fazla gevşek olduğu algılanan Avrupa ülkelerine karşı tavır almak, yerel kitlesinde olumlu yankı uyandırıyor.
Üçüncüsü Ankara, Türkiye'nin Rus S-400 uçaksavar füze sistemini satın alması nedeniyle daha modern F-35 müşterek taarruz uçağı üreten konsorsiyumdan atıldıktan sonra ABD'den F-16 savaş uçakları ve ilgili modernizasyon kitlerini istiyor. NATO'nun genişlemesini durdurmak, aynı zamanda bu anlaşmayı güvence altına almak veya daha iddialı bir şekilde, ABD'yi Türkiye'nin PKK'nın kolları olarak gördüğü Suriyeli "Kürt milislere" yönelik politikasını yeniden düşünmeye ikna etmek için bir girişim olabilir.
Dördüncü ve son olarak, Ankara'nın NATO'nun genişlemesini veto etmesinden en çok yararlanacak kişi Vladimir Putin'dir. Türk-Rus ilişkileri karmaşık ve büyük bir gerilim içeriyor. Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki "Kürtlerin önderliğindeki" bölgelere yeni bir askeri harekat planlıyor. Ancak söz konusu bölgelerde Rus birlikleri devriye gezdiği için bu harekat fiilen Rusya'nın da onayını gerektiriyor.
Türk onayını ne zaman bekleyebiliriz?
Onaylamanın Türk parlamentosu tarafından yapılması gereliyor. Ancak, Erdoğan ve ortağı Milliyetçi Hareket Partisi, Türk parlamentosu üzerinde kontrol sahibi. Finlandiya'nın onayı oldukça hızlı bir şekilde yapılabilir fakat Erdoğan'ın İsveç'in üyeliğinin onaylanması, Türkiye'de gerçekleştirilecek olan seçimlerden önce pek olası görünmüyor. Bu nedenle kilit soru, bu seçimlerin sonucunun ne olacağıdır.
Türkiye'nin güneydoğusunda ve Suriye'de meydana gelen korkunç depremler, seçimleri daha da karmaşık hale getirdi. Hükümet, depremlere tepki olarak iyi bir performans göstermedi ve başlangıçta yavaş tepki vermesinden dolayı öfke var. Erdoğan'ın muhalefetin tek bir adayın arkasında birleşebileceği bir ikinci turdan kaçınmak için oyların salt çoğunluğunu kazanması gerekiyor.
Muhalefet cumhurbaşkanlığının yanı sıra meclis çoğunluğunu da kazanırsa, muhtemelen İsveç'in PKK'ya kaynak yaratma konusunu ele almaya devam edecektir. Ancak muhalefet figürleri, Türkiye'nin Batı yönelimine geri dönme niyetinde olduklarının sinyallerini verdikleri için muhtemelen NATO'nun genişlemesini, Temmuz ayında Vilnius'ta yapılacak ittifak zirvesinde onaylayarak, Batılı müttefiklerine güçlü bir işaret verecektir.
Erdoğan iktidarda kalırsa, İsveç'in üyeliğinin Temmuz ayına kadar onaylanması imkansız olmasa da pek olası görünmüyor. Diğer yandan Erdoğan, Mark Rutte ile 2017'de yaşadığı (Hollanda'nın Türk bakanların Hollanda'da seçim kampanyası yapmasına izin vermemesi üzerine sert sözler sarf ettiği) gibi olaylara bakılırsa, seçimlerden sonra işler sakinleşebilir.
Bununla birlikte İsveç-Türkiye ilişkileri, muhtemelen iyileşmesi daha uzun sürebilecek daha derin bir çatlak yaşıyor. İsveç'de Erdoğan'ı kışkırtmayı amaçlayan daha fazla protesto görebiliriz. İsveç'teki güçlü ifade özgürlüğü nedeniyle, hükümetin veya polisin bunları kısıtlamak için yapabileceği çok az şey olacaktır.
Türk liderlerin çeşitli açıklamalarına bakılırsa, "İsveç'in ilgili politikasında sahada değişiklik" görene kadar dayanmaya kararlı görünüyorlar. Buna PKK faaliyetlerine yönelik polis soruşturmaları ve yeni tutuklamalar da dahil olabilir, ancak İsveç'teki adli süreç zaman alabilir ve mahkûmiyet garantisi yok. Ayrıca, PKK ile bağlantılı olduğundan şüphelenilen Türk vatandaşlarının daha fazla sınır dışı edildiğini görmemiz muhtemel, ancak yüksek profilli Fettullahçıların Türkiye'nin alenen talep ettiği iadeleri muhtemelen olmayacak.
Ne yapılmalı?
Feci depremler, İsveç dahil müttefiklerin derhal yanıt verdiği büyük bir uluslararası yardıma duyulan ihtiyacı ortaya çıkardı. Yaygın acılara yanıt olarak cömert yardımlar yapılmalı ve koşulsuz olmaya devam etmelidir. 1999 İzmit depreminden sonra ( "deprem diplomasisi" olarak bilinen olayda) Yunanistan'ın yardımı, iki ülke arasındaki gerilimi bir süreliğine hafifletti. İsveç'in başvurusu konusunda Ankara'nın tutumu söz konusu olduğunda ilk belirtiler böyle bir etkinin olmadığını gösteriyor, ancak çok yakın zamanda müzakereleri yeniden başlatma kararı, bunu söylemek için çok erken olabileceğini gösteriyor.
Bu açmazın nasıl çözülebileceğine dair olası ipuçları için emsallere bakmak faydalı olabilir. Türkiye daha önce, Batılı müttefiklerinin Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) terk etmesini ve PKK'ya karşı daha sert davranmasını sağlamaya çalışmak için NATO harekâtını engellemişti.
Türkiye ayrıca, bazı gerekçelerle PKK'nın Suriye kolu olarak gördüğü Suriyeli "Kürt" milis grup olan YPG, SDG içindeki lider güçtür. 2009'da Türkiye, eski Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen'in NATO genel sekreterliği görevine adaylığını bu nedenle engelledi.
Türkiye o dönemde, NATO müttefikleri YPG'yi bir terörist grup olarak tanımadığı takdirde, NATO'nun Polonya ve Baltık ülkelerinin savunmasını güçlendirmek için dereceli müdahale planı olan Eagle Defender'ı bloke etti. Ankara daha sonra, müttefiklerinden gelen baskılar ve detayları kamuoyuna açıklanmayan ancak NATO'nun Türkiye ile ilgili belgelerinde terörizm tanımı konusunda bazı tavizler vermesi sonunda vetosunu kaldırdı.
Ancak bu örneklerden farklı olarak Türkiye, Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılma başvurusu ile ilgili veto şeklinde önemli bir kaldıraç elde etti ve açıkça tavır almayı seçti.
Amerikan liderliği, NATO içindeki krizleri çözmenin anahtarıdır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye üzerinde bir zamanlar sahip olduğu baskı gücü artık sahip değil.
Müzakereler krizde ve İsveç hükümetinin yapabileceği ve halihazırda yapmadığı pek bir şey yok. Türkiye'nin Temmuz'daki NATO zirvesinden önce, ABD'nin ve diğer kilit NATO üyelerinin sağlam bir katkısına ihtiyaç var. Birleşik Krallık ve İspanya gibi ülkeler Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürüyorlar ve bu siyasi sermayeyi Ankara'yı doğru yöne yönlendirmek için kullanabilirler. Almanya da, Türkiye ile kilit bir ticaret ortağıdır ve bunu kullanmayı seçmesi halinde avantaj sağlayabilir.
ABD ve diğer NATO müttefikleri, NATO'nun açık kapı politikasını destekleme taahhüdünü yerine getirmek için teşvikler ve ittifakın ortak çıkarlarıyla çelişen davranışlara karşı caydırıcı unsurlar sağlamak için Türkiye ile birlikte çalışmalıdır.
Diğer yandan Ankara'yı çok zorlamanın ittifaktan vazgeçmesine yol açacağına dair eski korku anlaşılabilir. Ancak bu seçenek muhtemelen abartılmış durumda. Türkiye'nin NATO üyeliğine ihtiyacı var ve Türkiye, 1952'den bu yana Türk dış ve güvenlik politikasının mihenk taşlarından birini kolayca terk etmeyecektir. Mevcut hükümet çok boyutlu bir dış politika izliyor ve çıkarlarına saygı gösterilmesini talep ediyor.
Seçimlerden önceki aylarda daha sert bir kamuoyu duruşu, siyasi nedenlerle gerilimi daha da alevlendirmek için kullanılabilir ve seçimlerden önce duyurulan herhangi bir teşvik, görevdeki Erdoğan'ın kampanyasın hediyesi olacaktır.
NATO bunun yerine sessiz diplomasiye odaklanmalı ve seçimlerden sonra ya NATO'nun genişlemesine daha yatkın bir muhalefet hükümetiyle ya da Erdoğan liderliğindeki bir hükümetle birlikte daha hızlı ve daha kararlı hareket etmeye hazırlıklı olmalıdır.