Foreign Policy Research Institute: Orta Doğu'nun değişen dinamikleri ve ABD-İsrail-İran denklemi

Orta Doğu siyasetinin değişen dinamikleri, ABD'nin tüm planlarını revize etmesine neden oluyor. İsrail'in, İran'ın nükleer tesislerine yönelik olası hamlesi, bir kabus senaryosunu ortaya çıkarabilir.

1. resim

Birkaç aydır Washington ve diğer dünya başkentlerindeki yetkililer, İran'ın büyüyen nükleer programını engellemek için ABD ile İran arasında bir anlaşmaya varmaya yönelik diplomatik çabaların çıkmaza gireceğini varsayıyordu.

Ancak iki yıl süren belirsiz müzakerelerin ardından, ABD'nin İran'la gerilimi azaltma, İran'da tutuklu bulunan Amerikalıların özgürlüğünü güvence altına alacak bir anlaşmaya varma ve belki de İran'ın nükleer krizi kontrol altına alma yönündeki çabalarında nihayet bir başarı elde edebileceğine dair işaretler var.

Bu çabalar, Biden yönetiminin dış politikasını etkileyen Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman'ın yürüttüğü diplomasi ve İsrail'de devam eden siyasi istikrarsızlık da dahil olmak üzere Orta Doğu siyasetinin değişen dinamiklerinin arka planında gerçekleşiyor.

Buna karşılık Beyaz Saray'ın, ABD'nin Suudilerle savunma bağlarını geliştirebilecek bir anlaşmanın parçası olarak Riyad ile İsrail arasında bir normalleşme süreci olasılığının peşinde olduğu bildiriliyor.

Dahası, Donald Trump 2024 başkanlık seçimlerinden sonra Oval Ofis'e geri dönebilir. Önde gelen Suudi ve İsrailli siyasetçiler eski başkanın güvenlik ihtiyaçlarına Başkan Joe Biden'dan daha duyarlı olduğunu düşünüyor.

Trump döneminde ABD, Tahran'ın 2018'de dünya güçleriyle imzaladığı anlaşmadan tek taraflı olarak çekildi. Nükleer anlaşma İran'ın nükleer programlarına katı sınırlamalar getiriyordu ve Tahran'ın ekonomik yaptırımların kaldırılması karşılığında nükleer tesislerinin sıkı uluslararası denetime tabi tutulmasını kabul etmesini içeriyordu.

Trump İran'la yapılan anlaşmayı iptal etti ve bunun yerine Tahran'ı Trump yönetiminin yanı sıra Suudiler ve İsrailliler tarafından tercih edilen şartlarda anlaşmayı yeniden müzakere etmeye zorlamayı amaçlayan cezalandırıcı yaptırımlar (yani "maksimum baskı") uyguladı. Ancak Trump yönetiminin beklentileri karşılanmadı ve İran bunun yerine daha önce yasaklanmış olan nükleer faaliyetlerini yeniledi ve hatta hızlandırdı.

Biden, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) olarak da bilinen anlaşmayı yeniden canlandırma sözü vererek göreve geldi. Ancak İran'ın önerilen bir anlaşmayı terk ettiği ve ABD yetkililerinin yeni bir anlaşmaya varma şansı konusunda karamsarlıklarını dile getirdiği geçen Kasım ayından bu yana resmi bir müzakere yapılmadı.

Dahası, Tahran'daki protestoların hükümet tarafından bastırılmasından ve İran'ın Ukrayna ile savaşında Rusya'yı desteklediğine dair haberlerden bu yana ABD ile İran arasındaki temaslar azaldı.

Ancak Ocak ayında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından İran'ın Fordow'daki nükleer tesisinden alınan tozdaki uranyumun yüzde 83,7 saflığa kadar zenginleştirildiğinin keşfedilmesinin ardından tüm bunlar değişmiş gibi görünüyor. Bu durum İranlıların nükleer silah geliştirme kapasitesine her zamankinden daha yakın olduklarını gösteriyordu.

Nitekim, ABD Genelkurmay Başkanı General Mark Milley de Mart ayında kongredeki bir oturumda;

“İran, eğer isterse yaklaşık 10-15 gün içinde bir nükleer silah için yeterli bölünebilir madde üretebilir. Gerçek bir nükleer silah üretmesi sadece birkaç ay sürer.”

açıklamasında bulundu.

Washington'daki temel endişe, İran'ın nükleer bir devlet olma eşiğine ulaşması halinde İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vuracağı yönündeydi. Bu da, ABD'nin sonunda içine çekileceği bölgesel bir savaşı ateşleyebilir.

Eğer böyle bir şey olursa, Amerika'nın Ukrayna'daki savaşta oynadığı rol ve Çin ile Tayvan konusunda artan askeri gerilim göz önüne alındığında bu bir kabus senaryosu olacaktır.

İran'ın nükleer programına ilişkin artan endişe, Washington'daki ve E3 hükümetleri olarak adlandırılan Fransa, Almanya ve İngiltere'deki yetkililerin Tahran'la müzakereleri yeniden başlatmak için görüşmelere başlamasına neden oldu.

Bunun sonucunda Mayıs ayında New York'ta ve daha sonra Umman'da Amerikalı ve İranlı yetkililer arasında iki ülke arasındaki gerilimi düşürmeyi ve mahkum takası ve muhtemelen İran'ın nükleer faaliyetlerine bazı kısıtlamalar getirmeyi taahhüt etmesi karşılığında ABD'nin İran'a yönelik bazı yaptırımları hafifletmeyi kabul edeceği geçici bir anlaşma da dahil olmak üzere çeşitli konularda anlaşmaya varmayı amaçlayan görüşmeler başladı.

Biden yönetimindeki yetkililere göre, JCPOA'yı yeniden canlandırmak siyasi açıdan "imkansız bir görev".

ABD'nin İran'la yapacağı herhangi bir resmi anlaşma, Cumhuriyetçilerin ve pek çok Demokratın İran'la bir anlaşmaya şiddetle karşı çıktığı Kongre tarafından gözden geçirilmeye zorlayabilir. Kongrenin gözden geçirmesi aynı zamanda ABD'nin İran'la ilişkileri konusunu siyasi gündemin en üst sıralarına taşıyabilir ve dolayısıyla önümüzdeki başkanlık kampanyasında bir mesele haline getirebilir; KOEP'in canlandırılmasına karşı çıkan İsrail ve Suudi Arabistan'la diplomatik gerilim potansiyelinden bahsetmeye bile gerek yok.

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Biden yönetiminin elde etmeyi umduğu şey; İran'ın nükleer programını kısıtlamak için zenginleştirilmiş uranyum birikiminde duraklama ve silah kalitesinde bölünebilir malzeme üretmeme anlaşması da dahil olmak üzere sınırlı ancak geri döndürülebilir adımları kabul edeceği bir paket anlaşma şeklinde geçici bir çözüm.

Bu tür adım adım ilerleyen bir anlaşmanın işaretleri geçtiğimiz hafta İran'ın beş Amerikan vatandaşını esir takasının ilk aşaması olarak ev hapsine alacağını açıklamasıyla ortaya çıktı. Bunun karşılığında Washington İran'a Güney Kore'de tutulan 7 milyar dolarlık İran fonuna erişim sağlayacak ve beş İranlı mahkumu serbest bırakacak gibi görünüyor.

ABD, İran'ın petrol ve gaz sevkiyatı için Irak'ta tutulan yaklaşık 3 milyar doların serbest bırakılmasını zaten kabul etmişti. Başarılı bir mahkum takası, iki tarafın İran'ın uranyum zenginleştirme seviyesine sınırlama getirmesi ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile daha fazla işbirliği yapması gibi gerilimi azaltıcı diğer adımları müzakere ederken güven inşa edilmesine yardımcı olabilir. İran'ın Rusya'ya Ukrayna'daki savaşta kullanılan silahlı insansız hava araçlarını satmayı durdurması için baskı yapılması da konuşuluyor.

Her iki tarafın da yeniden canlandırılmış bir JCPOA kapsamında beklediklerinden daha azını elde edecekleri böyle bir paket anlaşma, İran için daha fazla ekonomik rahatlama karşılığında İran'ın nükleer programının geçici olarak dondurulması anlamına gelebilir.

Ve İran'ın elindeki Amerikalı mahkumların bu "aza-çok" paketinin bir parçası olarak serbest bırakılması, Biden yönetiminin bunu Kongre'ye ve kamuoyuna insani bir adım olarak yansıtmasına yardımcı olur.

Ancak anlaşma muhtemelen yine de "rehine diplomasisi" olarak görenlerin ve Washington'daki JCPOA karşıtlarının eleştirilerine yol açacaktır.

İsrail ve Suudi Arabistan'dan gelebilecek tepkiler de ABD için sorun olacaktır. Zira; Muhammed bin Selman'ın Rusya'ya ekonomik yaptırımlar uygulanması konusunda Batı'ya katılmama kararı ve Riyad ile Pekin arasında artan ekonomik ve diplomatik bağlar, Suudi ulusal çıkarlarını gözeten düşüncelerden kaynaklanıyor.

Diğer yandan, tarihinin en sağcı hükümeti tarafından yönetilen İsrail, hükümetin yargı sistemini elden geçirme kararı nedeniyle büyük bir siyasi krizin ortasında. Bu krizin İsrail'in ulusal güvenliği üzerinde uzun vadeli etkileri olabilir. Böyle bir kriz anında, ABD ile İsrail ilişkilerinin bozulmasını kimin göze alabileceği de şüpheli bir durum.

Bütün bu gelişmelerin şekilleneceği yer ise Biden'ın Eylül ayında Yeni Delhi'de katılacağı G-20 zirvesi olarak görünüyor.

Tartışma