gdh'de ara...

Foreign Policy Research Institute: Türkiye bölgedeki statükoyu kendi lehine dönüştürmek istiyor

ABD'li politika yapıcılar için Türkiye'nin yaklaşımlarını anlamak her zamankinden daha önemli. Ankara artık, sadece statükoyu korumakla ilgilenmiyor. Statükoyu kendi lehine dönüştürmek istiyor. 

1. resim

Geçtiğimiz yüzyılda Türkiye'nin dış politikası, büyük güçlerden gelen ciddi tehditler karşısında Lozan Antlaşması'nın kazanımlarını koruma içgüdüsü ile hareket etti ve komşu devletlerle ilişkileri büyük ölçüde jeopolitik mücadelelerdeki konumuna göre şekillendi.

Ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve ardından Türkiye'nin ekonomik, askeri ve diplomatik gücünün artmasıyla bu durum değişti ve Türk dış politikası, artan nüfuz arzusuna uygun olarak bölgesel düzeni yeniden şekillendirmeye odaklanmaya başladı.

Ankara'nın bu çabalarının doğası ve aldığı tepkiler, Türkiye'nin ABD ve Avrupa ile ilişkilerini belirlemede giderek daha önemli bir faktör olacaktır.

Türkiye'nin yeni dinamikleri, gelecekteki herhangi bir Türk hükümeti yönetiminde de gerilim kaynağı olmaya devam edecek. Ancak süreç tüm taraflarca iyi yönetilirlerse, Türkiye ile Batı arasında kalıcı bir ayrılığa yol açılması engellenebilir.

Türkiye, Batı Avrupa'dan Basra Körfezi'ne kadar kilit ABD müttefikleriyle anlaşmazlıklara ne kadar derinden girerse, Washington ve Ankara'nın işbirliğine dayalı, karşılıklı yarar sağlayan bir ilişkiye sahip olması o kadar zor olacaktır. Ve Türkiye kendisini ne kadar revizyonist bir güç olarak görürse, Amerika'nın müttefikleriyle o kadar çatışmaya girecek.

ABD'li politika yapıcılar için Türkiye'nin bölgesindeki konumunun tarihi yörüngesini anlamak her zamankinden daha önemli.

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Güneydoğu Avrupa ve Orta Doğu'daki eski topraklarını kaybetmiş olsa da, yabancıların Anadolu topraklarını işgal etme çabalarını bozguna uğratmıştı.

Modern Türkiye'nin kurucuları için, tam bir kolonizasyondan kaçınmadaki başarı, Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm coğrafi kapsamını korumadaki başarısızlığa göre çok daha ağır basıyordu. Sonuç olarak, kazanımlarını korumaya öncelik veren pragmatik bir dış politika geleneği oluşturdular ve mevcut sınırları içinde egemen ve güvenli bir Türk devleti kurdular.

Bu hedef, uzun ve çalkantılı 20. yüzyıl boyunca, sonuçları değişse bile sabit kaldı ve Ankara'nın kendi ilan ettiği çıkarlarını en üst düzeye çıkarmak için hangi ülkelerle çalışacağı konusunda esnek olmasına izin verdi.

İki savaş arası dönemde, tehditler büyük ölçüde Fransa, İtalya ve İngiltere gibi güçlü Avrupa ülkelerinden geldiğinde ise Türk egemenliğinin savunulması; tarafsız ve bağlantısız bir politika gerektiriyordu. Türkiye de bunu yaptı.

Ancak İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Türkiye'nin jeopolitik konumu önemli ölçüde değişti. Türkiye aniden, Sovyetler Birliği'nin toprak bütünlüğüne yönelik en doğrudan ve tehlikeli tehdit olduğu bir hale geldi. Bu yeni stratejik bağlamda, ABD ve NATO'nun desteğini aramak Türkiye için sınırlarını ve topraklarını savunmanın tek uygulanabilir yolu haline geldi. Sonuç olarak Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'nın çoğuyla güçlü ve karşılıklı yarar sağlayan bir ittifak olan NATO'ya girdi.

Ancak bu ittifakın başarısı, Türkiye'nin bölge devletleriyle tarihsel temelli ilişkilerindeki karmaşık ve paradoksal geçmişi nedeniyle bazen gölgelendi. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü çevreleyen koşullar, Türkiye'nin neredeyse tüm komşularına karşı düşmanlık beslemesi için acı bir miras yarattı.

İşte bu nedenle Türkiye'nin bölgesel ilişkileri, tarihin sürekli değişen bu dinamikleri ve mirası aracılığıyla okunabilir.

Örneğin; Ankara ve Atina 1930'larda her ikisi de güvenliklerinin Doğu Akdeniz'deki İtalyan irredantizmi tarafından tehdit edildiğini hissettiklerinde iddialı bir yakınlaşma başlattılar. Bu ortak tehdidin yerini Sovyetler Birliği aldığında, iki ülke NATO şemsiyesi altında daha da yakın bir işbirliğine bile gitti.

Ancak kısa süre sonra, Kıbrıs'taki İngiliz yönetimine karşı artan güvensizlik statükoyu sürdürülemez hale getirdi. Bu gelişme Atina ve Ankara'yı kökten farklı görüşlere doğru itti ve çok sayıda anlaşmazlıkla baş başa bıraktı. Bu bağlamda iki ülke arasında, deniz sınırları ve her iki ülkedeki tarihsel azınlıkların statüsü gibi uzun süredir devam eden bir dizi soru yeniden gündeme geldi.

En önemlisi de iki ülke arasında Kıbrıs üzerindeki gerilimlerin kötüleşmesiydi.Soğuk Savaş boyunca ABD, iki müttefik arasında Sovyetlerin yararına olacak bir NATO içi savaş riskini önlemek için Türk-Yunan gerilimlerini yönetecek bir konumdaydı. Diğer bir deyişle, Washington, statükonun güçlü bir savunucusu olarak hareket ederek, hem Yunanistan'ın hem de Türkiye'nin statükoya olan ortak bağlılıklarını sürdürmelerine yardımcı oldu.

Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ülkedeki yükselişiyle Türkiye sadece yeni bir dış politika değil, yeni bir dış politika yönelimi de benimsedi.

Ankara artık, sadece statükoyu korumakla ilgilenmiyor. Statükoyu kendi lehine dönüştürmek istiyor.

Tartışma