Foreign Policy: Türkiye dış politikada aslında neyi hedefliyor?

Erdoğan iktidarları boyunca, Türkiye için üç temel dış politika fikrinde sürekli olarak tutarlı oldu: Stratejik bağımsızlık, güç ve refah. Erdoğan, Türkiye'yi nereye götürmek istediğini biliyor ve oraya ulaşmanın en iyi yolunu deniyor.

1. resim

ABD merkezli Foreign Policy'de Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde izlediği dış politikanın değerlendirildiği bir analiz kaleme alındı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktidarları döneminde izlediği dış politikanın Batılı analistler tarafından zikzaklı olarak nitelendirildiği ancak tam aksine Erdoğan'ın iktidarları boyunca, Türkiye'nin dış politikasının stratejik bağımsızlık, güç ve refah hedefi doğrultusunda tutarlı olduğu tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca; Erdoğan'ın Türkiye'yi bir Orta Doğu gücü olarak konumlandırdığı, olası bir AB üyeliğinin ise Türkiye'nin küresel gücünü ve prestijini artıracağı belirtildi.

İşte Foreign Policy'de yayınlanan analiz:

NATO zirvesindeki politika kırılmalarına rağmen Erdoğan dış politika hedeflerinde oldukça tutarlı davrandı.

Zirve öncesinde Türk lider Recep Tayyip Erdoğan ABD Başkanı Joe Biden'a, Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya katılımını kabul etmeden önce, NATO müttefiklerinden Türkiye'nin uzun süredir askıda olan Avrupa Birliği'ne katılma teklifine destek açıklaması beklediğini söyledi. Bu açıklama, İsveç'in Erdoğan'ın desteğini almak için yasalarını Türkiye'nin istekleri doğrultusunda değiştirdiği bir yıllık müzakerelerin ardından geldi.

Ankara'nın bu talebi Biden dahil hemen herkes için sürpriz oldu ama Vilnius'a varışlarından kısa bir süre sonra Türkler, İsveç'in NATO üyeliğini kabul ettiklerini açıklayarak herkesi bir kez daha şaşırttı.

Aynı zamanda Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, Erdoğan ile bir araya geldiklerini ve AB-Türkiye "işbirliğini yeniden ön plana çıkarmak ve ilişkilerimize yeniden enerji kazandırmak" için "fırsatları araştırdıklarını" açıkladı.

Ancak Erdoğan'ın işi bitmemişti. Zirve sona erer ermez, Türkiye'nin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin sözcüsü İsveç'in üyeliği konusunda geri adım atar gibi göründü ve Türkiye'nin aslında İsveç'e henüz onay vermediğini belirtti.

Görünen o ki; İsveç'in üyeliğinin tam olarak sonuca kavuşması için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Ekim ayında toplanmasını beklemek gerekecek.

Sıradan bir gözlemci için NATO zirvesi öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşanan tüm bu zikzaklar şaşırtıcı ve belki de değişken bir liderin ya da kaotik bir dış politikanın göstergesi gibi görünebilir.

Ancak gerçek şu ki; Erdoğan dönemi boyunca Türkiye üç temel dış politika fikrinde sürekli olarak tutarlı olmuştur. Bunlar; stratejik bağımsızlık, güç ve refah.

Erdoğan yönetimindeki Türk dış politikasının dört aşamasının detaylarına inildiğinde, liderin Türkiye'yi nereye götürmek istediğini bildiği, sadece oraya ulaşmanın en iyi yolunu denediği anlaşılıyor.

AKP'nin iktidara geldiği Kasım 2002'den bu yana Türk dış politikasında birbiriyle örtüşen dört aşama yaşandı ve bu aşamalar AB üyeliğine vurgu yaparak başladı. Ankara daha sonra Avrupa'dan uzaklaşarak Türkiye'yi bir Orta Doğu gücü olarak konumlandırdı. Ancak, cesurca bölgeye liderlik etmeye çalışan Türkiye'nin stratejik konumu 2013 yılında kökten değişti.

Sonuç, Erdoğan ve Adalet Kalkınma Partisi'nin Türkiye'yi bölgede demokrasi ve istikrar arayışındaki tek ilkeli aktör olarak temsil ettiği, Türkiye ile diğer Orta Doğu güçleri arasında neredeyse on yıl süren bir gerilim oldu. Bu da bölge içinde yakınlaşmanın son aşamasına ve ABD ile Rusya arasında bir dengelemeye yol açtı.

Birinci aşamada Erdoğan ve Adalet Kalkınma Partisi hedeflerine AB üyeliği yoluyla ulaşmaya çalıştı. Analistler arasında Erdoğan ve partisinin bloğa katılma konusunda ciddi olup olmadıkları konusunda şiddetli bir tartışma vardı. Ancak üyeliğin Türkiye'nin refahını, gücünü ve bağımsızlığını nasıl artıracağını görmek zor değil.

Refah genellikle AB üyeliğiyle birlikte gelir. Bu nedenle pek çok Türk, Adalet Kalkınma Partisi'nin 2003 ve 2004 yıllarında gerçekleştirdiği ve Türkiye'yi AB standartlarıyla uyumlu hale getirmeyi amaçlayan anayasal ve yasal reformları daha bloğa katılmadan önce destekledi. AB'ye katılmanın ekonomik faydalarını anlamak için Ege'nin karşı kıyısındaki Yunanistan'a bakmaları yeterliydi. Elbette Yunanistan 2010'larda sarsıcı bir mali kriz yaşadı, ancak buna rağmen kişi başına düşen GSYİH'si Türkiye'nin iki katı durumundaydı.

Şüphesiz ki; Türkiye'nin dünyanın en seçkin kulüplerinden birine üye olması, Ankara'nın küresel gücünü ve prestijini de arttıracaktır.

Konu Türkiye'nin dış politika bağımsızlığını geliştirmeye geldiğinde, AB üyeliği tartışması biraz çetrefilli bir hal alıyor. Ne de olsa bloğa üye olmak, devletlerin egemenliklerinin bir kısmını uluslarüstü kurumlara feda etmelerini gerektirmektedir. Yine de AB üyeliği Türkiye'yi, genellikle bağımsız dış politikalar izleyen İngiltere (o zamanlar üyeydi), Fransa ve Almanya gibi Avrupa'daki büyük güçlerle aynı seviyeye getirecektir.

Türkiye'nin AB üyeliği, Avrupa'nın muhalefeti ve Türkiye'nin kararsızlığı nedeniyle hızlı bir şekilde sona erdi. Bu durum Ankara'nın bağımsızlık, güç ve refah arayışında bir değişime yol açtı.

Erdoğan ve Adalet Kalkınma Partisi zaten o dönemde de Orta Doğu'da önemli bir rol oynamakla ilgileniyordu. Ancak AB üyeliği ihtimalinin azaldığı 2005'ten sonra bu hedef daha aktif hale geldi. Ankara kendisini, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki tutumu söz konusu olduğunda, bölgesel bir sorun giderici, sorun çözücü ve hakikati söyleyen kişi olarak konumlandırdı.

Erdoğan bu politikasında uzun süre başarılı oldu. Türkiye ve Türk cumhurbaşkanının kendisi bölgede popülerdi. Özellikle de Ankara Filistin davasıyla yakından ilişkili hale geldikçe. Washington'daki dış politika çevreleri, İslamcı siyasi güç birikiminin demokrasi ve ekonomik kalkınma ile tutarlı olabileceğini gösteren Türk modelinden bahsediyordu.

Hatta yetkililerin ve analistlerin Arap dünyasında daha adil, açık ve demokratik toplumlar inşa etmek için kritik olduğuna inandıkları refahın teşvik edilmesine yardımcı olmak üzere Türkiye'nin kalkınma ajansı ile ABD arasında bir ortaklık kurulması bile tartışılıyordu. Bu ortaklık önemliydi çünkü bölge uzmanları Ankara'nın Orta Doğu'da Washington'un uzun zaman önce heba ettiği bir prestije sahip olduğuna inanıyordu.

Tartışma