German Marshall Fund: ABD'nin bölgedeki olası yokluğunda Avrupa kendini koruyabilir mi?

Olası bir yeni Trump yönetimi ve ABD'nin bölgede olmaması Avrupa'nın güvenliğine kesinlikle darbe vuracaktır. Peki ABD'nin olası yokluğunda Avrupa kendini koruyabilir mi?

1. resim

Almanya merkezli düşünce kuruluşlarından German Marshall Fund'da, dünyada son dönemde yaşanan çatışma süreçlerinin Avrupa için ne anlama gelebileceği ve ABD'nin desteği olmadan Avrupa'nın güvenliğine olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Dünyada son dönemde artan çatışmaların Avrupa2nın güvenliği üzerinde ciddi sonuçlarının olabileceği değerlendrimesi yapılan analizde, özellikle Avrupa-Atlantik bölgesi için önemli güvenlik ve diplomatik sonuçları olacağı belirtildi.

Analizde ayrıca, yaşanan çatışma süreçlerinin AB'nin güvenliğini artırması konusundaki gerekliliği artırdığı, çatışmaların yayılması ve Trump'ın iktidar olması durumunda ise Avrupa'nın güvenliği üzerinde yıkıcı sonuçlar olabileceği belirtildi.

İşte German Marshall Fund'da yayınlanan analiz:

7 Ekim 2023 Hamas saldırıları ve ardından İsrail'in Gazze'ye saldırması, Orta Doğu'yu yeniden bir kargaşa ortamına sürükledi.

Ancak bunun sadece Orta Doğu için değil, aynı zamanda daha geniş Avrupa-Atlantik bölgesi için de önemli güvenlik ve diplomatik sonuçları olacaktır.

Dahası, terörizm ve terörle mücadelenin süregelen öneminin altını çizen mevcut savaş, ABD ve Avrupa'nın Avrupa ve Hint-Pasifik'teki büyük güç çatışmalarını caydırmaya yeniden odaklanmaya çalıştığı bir dönemde transatlantik ilişkileri de etkileyecektir.

Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e düzenlediği saldırı ve İsrail'in Gazze'de başlattığı yıkıcı savaş, Orta Doğu ve Akdeniz'deki stratejik ortamı yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir.

Gelişen çatışma aynı zamanda Avrupa ve ABD'nin karşı karşıya olduğu daha geniş çaplı güvenlik sorunlarının altını çizmekte ve caydırıcılık, kriz yönetimi ve yük paylaşımının geleceğine ilişkin sonuçlar doğurmaktadır. Küresel dinamiklerin değiştiği ve Atlantik'in her iki yakasında da kritik seçimlerin yapıldığı bir dönemde sonuçları potansiyel olarak geniş kapsamlı olacaktır.

Yeni bir terör dalgası mı?

Atlantik'in iki yakasındaki liderler şimdi, Gazze'deki olaylar ve sonrasındaki gelişmelerden kaynaklanan potansiyel yeni bir terör dalgasını hesaba katmak zorunda kalacaklar.

Şu anda Gazze deneyiminin Avrupa ve Kuzey Amerika'da çatışmadan, Filistin davasından esinlenen yeni bir saldırı dalgası yaratabileceğine dair güçlü işaretler var.

Transatlantik ortaklar Avrupa'nın doğusunda konvansiyonel bir savaşın gereklilikleriyle boğuşurken bile, kendi topraklarında ya da yurtdışındaki vatandaşlarını ve kurumlarını hedef alan terör tehdidine odaklanmak zorunda kalacaklardır.

Konuşlandırılmış birlikler için kuvvet koruma görevi de Suriye, Irak, Körfez ve Batı Balkanlar gibi yerlerde muhtemelen daha zorlu hale gelecektir.

Gazze'deki kriz, daha da uzun sürerse ya da Lübnan'a yayılırsa, transatlantik ortaklar Suriye ve Irak'ta IŞİD'e karşı mücadelenin bir özelliği olan yabancı savaşçı olgusunun yeni bir versiyonuyla da yüzleşmek zorunda kalabilirler.

Bu durum operasyonel zorluklara da yol açacak ve aynı zamanda Avrupa genelinde zaten oldukça gergin olan siyasi ortamda toplum ve politika açısından da süregelen zorluklar yaratacaktır.

Ticaret ve altyapı risk altında

Deniz güvenliği giderek artan bir endişe kaynağı ve güneye doğru gelişen NATO ve AB stratejisinin önde gelen bir unsuru olacaktır.

Yemen merkezli Husilerin ve doğrudan İran'ın saldırıları Kızıldeniz'de seyrüseferi ve Süveyş Kanalı'na erişimi kesintiye uğratmıştır. Özellikle Lübnan'da Hizbullah'ın da dahil olduğu geniş çaplı bir çatışma durumunda bu tür saldırıların Doğu Akdeniz'e yayılma olasılığı çok yüksektir.

ABD, Avrupa ve diğer deniz kuvvetlerinin bölgede ticareti korumak için toplanması ve insansız hava araçları ve gemisavar füzelerin fırlatma alanlarına karşı doğrudan harekete geçmeleri gerekebilir.

Ancak İsrail'in müttefiki olarak algılanan ülkelere görünür, sembolik bedeller ödetme ihtimali, bu silahları kullanan ya da küçük gemileri engelleme amacıyla kullanmak isteyen çeşitli devlet dışı gruplar için karşı konulmaz olabilir. Zira, Hizbullah gibi bazıları Kıbrıs'a kadar uzaktaki hedefleri vurma yeteneğine sahiptir.

NATO müttefiklerinin bu tehditlerle başa çıkabilecek kaynakları vardır. Ancak yakın dönemdeki ekonomik ve çevresel riskler göz ardı edilemez.

Dünya ticaretinin yaklaşık %12'sinin Süveyş Kanalı'ndan geçmesinin yanı sıra, müttefikler enerji platformlarının güvenliği konusunda da endişe duyacaklardır. Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs Adası, kruvaziyer endüstrisi de dahil olmak üzere turizm açısından doğacak sonuçlardan endişe duyacaklardır.

Doğu Akdeniz'de uzun süreli çatışma ve istikrarsızlık da uzun vadeli fırsat maliyetleri getirebilir. Bölgenin yenilenebilir enerji kaynakları ve yeni elektrik bağlantıları, Avrupa, Asya ve Afrika'yı birbirine bağlayan ticaret ve dijital altyapı dahil olmak üzere gelecekteki enerji üretimi için bir merkez olma potansiyeli, kritik bir şekilde bölgesel istikrara ve yönetilebilir jeopolitik risklere bağlı olacaktır.

Diğer yandan; IMEC (Hindistan - Orta Doğu - Avrupa Ekonomik Koridoru) ve AB'nin Küresel Geçidi gibi girişimlerin bazı asgari güvenlik koşulları sağlanmadıkça uygulanabilir olması pek mümkün değildir. Bu gerçek, jeopolitik ve jeoekonominin Avrupa periferisinde giderek artan karşılıklı bağımlılığının altını çizmektedir.

İran stratejisi

Genel anlamda, Biden Yönetimi ve AB İran stratejisi konusunda aynı görüştedir. Ancak İran'ın nükleer programı etrafındaki diplomasi süreci yeniden rayına oturtmayı başaramadı ve Tahran'ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri hızla devam ediyor.

Atlantik'in her iki yakasında da insan hakları ve dış politika kaygıları nedeniyle İran'a yönelik görüşler sertleşmeye başladı. Gazze krizi ve İran'ın daha doğrudan bir şekilde dahil olduğu tırmanma potansiyeli, İran ve vekillerine karşı güç kullanımına yönelik ölçülü bir yaklaşımın sürdürülmesini zorlaştıracaktır.

ABD halihazırda Irak ve Suriye'de İran destekli grupları vuruyor. Avrupa ve ABD deniz kuvvetleri Yemen'de Husilerle çatışıyor. Doğu Akdeniz'de İran'la bağlantılı deniz tehditlerinin ABD'nin yanı sıra Avrupa'nın da tepkisini çekeceği neredeyse kesin.

Aynı zamanda Gazze saldırısı ve sonrasında yaşananlar, İran'ın nükleer şemsiyesi altında gerçekleştirilebilecek terörizm potansiyeli hakkında daha keskin bir tartışma başlatacaktır.

Doğu Akdeniz ve hinterlandından kaynaklanan terörizm ve düzensiz savaşın yeniden canlanmasıyla birlikte İran'ın nükleer gelişiminin sınırlandırılmaması ihtimali, İsrail ve/veya ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırı ihtimalini azaltabilir.

Bu senaryo gerçekleşmese bile, bölgesel gelişmeler İran politikasını transatlantik güvenlik gündeminin üst sıralarına taşıyacaktır.

ABD'nin Orta Doğu'ya ilgisizliği yaklaşımı

Son yıllarda ABD'nin Orta Doğu'dan çekilmesine dair yaklaşımlar hayal kırıklığı, değişen enerji ekonomisi ve başta Hint-Pasifik olmak üzere başka yerlerdeki daha acil ihtiyaçların bir karışımından kaynaklandığı varsayılıyor.

ABD'nin Afganistan ve Irak'tan ayrılış süreçleri de bu yaklaşımı güçlendirmiştir. Ancak bu özel istisnalar dışında ABD'nin Ortadoğu politikasının değişmesi mümkün olmayabilir.

İsrail ve Suudi Arabistan ile giderek karmaşıklaşan ilişkilerine rağmen ABD, Gazze'deki rehine görüşmelerinin de açıkça ortaya koyduğu gibi, önemli bir diplomatik aktör olmaya devam etmektedir.

Güvenlik açısından ise ABD, Gazze saldırısının ardından bölgeye iki uçak gemisi savaş grubunun konuşlandırılmasıyla da görüldüğü üzere, son derece önemli bir aktör olmayı sürdürmektedir.

Bu konuşlandırmalar Gazze çatışmasında İsrail'e verilen desteğin çok görünür bir göstergesidir. Ancak İran'a ve onun Lübnan ve diğer yerlerdeki vekillerine karşı caydırıcı bir unsur olarak daha da önemlidir.

Evet. ABD'nin Körfez'deki daimi askeri varlığı geçmiş on yıllara kıyasla daha az olabilir. Ancak şu anda ABD'nin Akdeniz'deki deniz ve hava varlığı korunmaktadır. Türkiye'deki İncirlik hava üssüne erişim önemini korumaktadır ve Girit'teki Souda Körfezi'ndeki faaliyetler önemli ölçüde artmıştır. ABD'nin Avrupa'daki hava ve füze savunma sistemlerinin büyük bir kısmı Akdeniz çevresinde ya denizde ya da karada bulunmaktadır.

Avrupa kendini koruyabilir mi?

ABD siyasetinin kaotik durumu ve seçim yılı belirsizlikleri bu soruyu haklı kılıyor. Avrupa'ya ve transatlantik güvenliğe güçlü bir şekilde yönelen Biden Yönetimi bile Ukrayna ve İsrail'e savunma desteği sağlamakta zorlandı.

Başka bir Trump Yönetimi ya da benzeri bir durum, küresel bazda ittifak ilişkilerine ve Avrupa'nın güvenliğine kesinlikle darbe vuracaktır.

ABD'nin Akdeniz ve Orta Doğu'daki varlığı bu sorunlu yük paylaşımı denkleminin bir parçası olacaktır.

AB daha fazla stratejik özerklik ve daha büyük bir jeopolitik rol hedefliyorsa, güvenlik konusunda daha kalıcı ve radikal adımlar atmalıdır.

AB içerisinde; istihbarat, iç güvenlik kurumları ve normalde savunma harcamalarının geleneksel ölçütlerinde yer almayan diğer unsurlar ortodoks bir yaklaşım ile güncellenmelidir.

Sonuç

Vilnius zirvesinde açıklanan NATO'nun gözden geçirilmiş Stratejik Konsepti ve bölgesel savunma planları NATO İttifak'ı için bir fırsat yaratmıştır.

Ayrıca AB'nin Stratejik Pusulası da Akdeniz ve Orta Doğu ile özel ilgisi olan konuları ve görevleri belirlemiştir. Her iki durumda da politika yapıcılar ve planlamacılar daha spesifik bir güney stratejisi ile Doğu'da nükleer silahlara sahip büyük bir düşmana karşı caydırıcılık ve savunmanın acil taleplerini uzlaştırmak için mücadele etmelidir.

Diğer yandan Gazze krizi ve ilgili gelişmeler Avrupa'da artık güvenlik anlamında daha açık yaklaşımlara duyulan ihtiyacı ortaya çıkarmıştır.

Tartışma