Hakan Fidan’ın Tahran ziyareti: Türkiye-İran ilişkilerinde nasıl bir gelecek?

💢 Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İran'a terör örgütü PKK/YPG konusunda hangi mesajı verdi?

💢 Türkiye'nin İran'dan Kerkük'teki beklentileri neler?

1. resim

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara’nın hasımlarını azaltma ve dostlarını çoğaltma hedefi doğrultusunda yürüttüğü dış politika anlayışını kararlılıkla uyguluyor. 22-24 Ağustos tarihlerinde Irak’ı ve 31 Ağustos-1 Eylül tarihlerinde Rusya’yı ziyaret eden Fidan, somut çıktıkları olan ve ikili-bölgesel işbirliği arayışlarına ivme kazandıran ziyaretlerinin sonuncusunu 3 Eylül’de İran’a gerçekleştirdi.

Tahran’da İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile bir araya gelen Fidan’ın ajandasında önemli konular vardı. İki bakanın basın toplantısında verdiği mesajlar ise Fidan’ın ziyaretinin Türkiye-İran ilişkilerindeki olumlu atmosferi pekiştirdiği yönünde.

Kuşkusuz Türkiye ve İran, tarihi ve jeopolitik olarak iki rakip ülke. Ancak 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan beri savaşmayan iki devlet. Bu yüzden de taraflar rekabet ve işbirliği süreçlerini bir arada yaşamayı başarmak zorunda. Çünkü iki aktör de kadim medeniyet olmanın verdiği tarihsel birikimin etkisiyle önemli birer bölgesel güç. Ayrıca bu iki devlet, çok kutupluluğa evrilen dünyada birer kutup olarak da yer almaya hazırlanıyor. Böylesi bir atmosferde muhtelif konularda ihtilaf yaşanması kaçınılmaz. Mesele, anlaşmazlıkların nasıl çözüleceği.

Yakın geçmişte söz konusu anlaşmazlıkların zirve yaptığı en kritik dönemin Arap Baharı olduğu biliniyor. Özellikle de Suriye İç Savaşı’nda İran, Şii yayılmacılığı olarak nitelendirilecek mezhepçi politikasıyla, bölgedeki birçok sorunun derinleşmesine ve Kasr-ı Şirin statükosunun erozyona uğramasına sebebiyet verdi. Fakat hem Ankara’nın hem de Tahran’ın çok iyi bildiği bir gerçek var. Bölge devletlerinin işbirliği yapamadığı dönemlerde, bölge dışı aktörler, bölgemizi şekillendirme konusundaki emperyalist politikalarında çok daha cesur davranıyor.

Tüm bu nedenlerden ötürü Suriye İç Savaşı’nın sönümlenmesine katkı sağlayan Astana Süreci’nde tarafların bütün farklılıklara rağmen diyaloğu esas alan bir ilişki biçimi geliştirdiği görülmüştü. Şayet bu işbirliği gelişmeseydi, ABD’nin terör devleti kurma stratejisinin akamete uğratılması çok daha sancılı olabilir ve Suriyeli göçmenler sorunu çok daha ağır maliyetleri beraberinde getirebilirdi.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) 25 Haziran 2017’de düzenlediği sözde bağımsızlık referandumu karşısında ortaya koyulan duruş ise ABD’nin bölgeyi şekillendirme girişimine Türkiye-İran-Irak üçlüsünün verdiği en net yanıt olmuştu. Aktörler, revizyonist politikalara geçit vermemişti.

Şüphesiz yukarıda belirtilen örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu gelişmelerin yarattığı bilinç ise Ankara-Tahran hattında pragmatik bir işbirliğinin yapılmasını zorunlu kılıyor. Nitekim Fidan’ın İran ziyaretindeki vurguları da bu yönde oldu. Bu sebeple de taraflar, farklılıklarına değil; ortaklıklarına odaklandı. Bu çerçevede iki bakanın ortak basın toplantısında verdikleri mesajların incelenmesi oldukça mühim.

İlk olarak İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın mesajlarına bakmak gerekirse, tarafların İslam dininin kutsallarına yapılan saldırılar noktasında hassas oldukları söylenebilir. İki ülkenin bu konuda yaşanabilecek hadiseler karşısında müşterek tepkiler vereceği de öngörülebilir. Zira Abdullahiyan, bunu açıkça dile getirdi. Ancak Abdullahiyan’ın söyledikleri arasında atlanmaması gereken daha önemli bir husus var: Su sorununun çözümüne ilişkin çabalar.

Bilindiği üzere İran’da su sorununa ilişkin yapılan açıklamalar, Türkiye karşıtı propagandanın en önemli aracı durumunda. Su konusunda İran devletine bağlı medya kuruluşlarının yaptığı yayınlara bakıldığında, hemen hemen her gün Türkiye’ye yönelik sert ama makul zemini bulunmayan eleştirilerin yer aldığı görülüyor. Bu nedenle de İran Dışişleri Bakanı’nın Ortak Teknik Komite’nin Tahran’da toplanacağını duyurması önemli. Çünkü bu gelişme, bir noktada İran’ın Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin haksız olduğunun birinci ağızdan itirafı.

Komite toplantısının da gösterdiği üzere Ankara, diyalogdan kaçmıyor ve müzakereye açık. Zaten İranlıların çarpıttığı gibi bir durum da yok. Öyle görünüyor ki; Fidan da ikili temasları sırasında Türkiye’nin hassasiyetlerini net bir şekilde muhatabına aktarmış.

Fidan’ın açıklamaları ise Abdullahiyan’ın sözlerine kıyasla çok daha kritik konulara değinmekteydi. Zira Fidan bölgesel güvenlikten ticari işbirliğine kadar geniş yelpazede yürütülebilecek süreçlere dair yol haritasının ipuçlarını açıkça ortaya koydu.

Bu anlamda Türkiye’nin İran ile münasebetlerindeki başlıca gündem maddelerinden birinin Suriye merkezli gelişmeler olduğu ifade edilebilir. Nitekim Fidan, Türkiye’nin istişare mekanizmalarından kaçmadığını, Suriye konusunda yeteri kadar net olduğunu ve İran ile Rusya’nın da dahil olduğu dörtlü formatta her konunun ele alındığını vurguladı.

Söz konusu vurgu, aynı zamanda tüm zorluklara rağmen Ankara’nın “Astana Ruhu”na olan inancını sürdürdüğünün göstergesi. Dolayısıyla Türkiye’nin en kritik beklentisinin terör örgütü PKK/YPG’nin Suriye’den çıkarılması olduğu belirtilmeli. Suriye’de Arap aşiretlerinin PKK/YPG teröründen temizlediği köylerin Rus uçakları tarafından bombalandığı bir dönemde bu mesajın verilmesi ise Fidan’ın Tahran üzerinden Moskova’ya Ankara’nın rahatsızlığını ileten net bir mesaj vermesi şeklindde yorumlanabilir.

Bununla birlikte Türkiye’nin terör örgütü PKK/YPG konusundaki haklı güvenlik kaygıları Suriye ile sınırlı değil. Ankara, Kerkük’ün PKK/YPG terör örgütünden arındırılması konusunda da son derece kararlı. Nitekim basın toplantısıdna Fidan, terör örgütü PKK/YPG’nin Kerkük’te artan varlığının sonlandırılması için Irak makamlarına çağrı yaptı. Bu çağrının Kerkük’teki PKK/YPG terör örgütü ve peşmerge destekçilerinin provokasyonun ardından gelmesi de anlamlı.

Öte yandan mevzubahis çağrının İran’a verilen bir mesaj olduğu da aşikar. Zira İran’ın Şii yayılmacılığının meyvelerini topladığı yerlerin başında Irak geliyor. Burada Fidan’ın Türkmenlerin pazarlık konusu yapılamayacağını vurgulaması da Ankara’nın duruşunun ortaya konulması bakımından oldukça mühim. Yani Türkiye, İran’a Irak’ta Acem oyunu oynamaya kalkması halinde, bunun bir bedelinin olacağını hatırlattı.

Anlaşılacağı üzere Türkiye, Dışişleri Bakanı Fidan aracılığıyla İran’a şu mesajı verdi: ABD’nin yaptırım sopası altındasın ve her sıkıştığında yetiş komşu diyorsun, öyleyse benim güvenlik kaygılarıma uygun hareket et.

Türkiye, İran’ın güvenlik temelli politikalarda Ankara’nın beklentilerine uygun davranması halinde ticari kazanımlarını arttıracağını da Fidan’ın mesajlarıyla iletmiş oldu. Çünkü Fidan, ticari ilişkileri geliştirme arzusunu dile getirdikten sonra ikili ilişkilerdeki 30 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefine dikkat çekti. Aslında bu da kazan-kazan temelli bir işbirliği varken, kaybet-kaybet mantığına dayalı bir jeopolitik rekabetin anlamsızlığının İranlılara hatırlatılması.

Sonuç olarak Türkiye, yakın çevresindeki ülkelerle olan işbirliğini geliştirme yönünde yoğun bir çaba içerisinde. Fidan’ın Irak ve Rusya’nın ardından gerçekleştirdiği İran ziyareti de bunun göstergesi. Ankara, bölgedeki aktörlere ticari ilişkileri ön plana çıkaran ve dolayısıyla tüm tarafların kazanacağı bir ilişki biçimi öneriyor. Bunu yaparken de terörle mücadele ve Kerkük’teki Türkmenlerin haklarının ve kazanımlarının korunması gibi birçok hassasiyetini hatırlatarak kırmızı çizgilerini gösteriyor. Bu, yapıcı ama kararlı bir diplomasi anlayışının göstergesi.

Tartışma