International Institute for Middle East: Rusya-Ukrayna Savaşının Orta Doğu üzerindeki etkileri

Rusya-Ukrayna savaşı Ortadoğu siyaset sahnesinde önemli sonuçlar doğurdu. Türkiye'nin Batı'dan bağımsız ama Batı'ya düşman olmayan “dengeli yaklaşım” politikası, uluslararası düzeyde jeopolitik konumunu güçlendiriyor.

1. resim

Brüksel merkezli International Institute for Middle East düşünce kuruluşu, Rusya-Ukrayna savaşının Ortadoğu'ya ve bölgedeki güçlerin politikalarına nasıl etki ettiğine dair bir analiz yayımladı. 

Analizde; ABD, Çin, Rusya, İsrail ve Körfez ülkelerinin savaş nedeni ile değişen politikalarının bölgede yeni dengeler oluşturduğu belirtilirken, Türkiye'nin Batı'dan bağımsız ama Batı'ya düşman olmayan “dengeli yaklaşım” politikasının, uluslararası düzeyde jeopolitik konumunu güçlendirdiği tespitinde bulunuldu.

İşte International Institute for Middle East düşünce kuruluşunda yayımlanan analizin tamamı: 

16 aydır devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ve savaş nedeni ile bölge devletlerinin karşı karşıya olduğu hesapların karmaşıklığı, Ortadoğu siyaset sahnesinde önemli sonuçlar doğurdu.

Savaş ve savaşın getirdiği sonuçlar, bölge ülkeleri ile küresel güçler arasındaki ikili ilişkilerin yanı sıra devletlerin jeopolitik yönelimlerine de yansıdı.

Ortadoğu ülkelerinin Rusya-Ukrayna savaşına verdiği yanıt, ABD ve Batı'nın pozisyonuna ve isteklerine taban tabana zıttı. Diğer bir ifade ile Ortadoğu ülkeleri çoğunlukla, Moskova ile ortak çıkarlarını baltalamamak için Rusya'ya karşı güçlü bir tavır almaktan kaçındı.

Aynı zamanda bu ülkeler, Batılı ülkeler gibi Rusya'ya yaptırım uygulamaktan, askeri destek sağlamaktan veya savaşı finanse etmekten kaçındılar. Ukrayna'ya yardımları, savaşın patlak vermesinden önce Ukrayna ile askeri işbirliği kurmuş olan Türkiye dışında, asgari ve insani yardımlarla sınırlı kaldı.

Orta Doğu ülkeleri, karara karşı oy kullanan Suriye ve çekimser kalan İran, Cezayir ve Irak dışında, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik işgalini kınayan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararını ve Ukrayna'nın bazı bölgelerinin Rusya'ya ilhakını reddeden BM kararlarını desteklediler.

Ancak Washington'un geleneksel müttefiki olan Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi bölge ülkeleri Rusya'ya yaptırım ve diplomatik izolasyon uygulamaktan kaçındı. Hatta savaş ilerledikçe, Türkiye ve Körfez İşbirliği Konseyi'ne bağlı Körfez ülkeleri, Rusya ile ekonomik işbirliğinde olağanüstü bir büyüme eğilimi kaydetti.

Savaşın Ortadoğu'daki en önemli yansımalarından biri, bölge ülkeleri arasında ekonomik bölünmelerin ortaya çıkmasıydı.

Körfez ülkelerinin çoğunluğu savaş nedeniyle gaz ve petrol ihracatında rekor gelir elde ederken, bölgedeki bazı ülkeler ise, yüksek enerji ve gıda fiyatlarının neden olduğu ciddi bir ekonomik krizlerle mücadele ediyor. Bu durum özellikle Mısır, Ürdün, Tunus ve Lübnan için geçerli oldu.

Washington'un Orta Doğu'da Rus ve Çin nüfuzunun genişlemesi korkusu

Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD-Çin ilişkilerinin Tayvan üzerinden tırmanması, rekabet gücü ve ekonomik çıkarlarla birleştiğinde, ABD'nin Orta Doğu'dan geri çekilmesini yavaşlattı.

Şu anda ABD'nin dış politika önceliği, Rusya'nın ve Çin'in Ortadoğu'daki nüfuzunun genişlemesini azaltmak, bölge ile Pekin ve Moskova arasındaki ilişkilerin stratejik, askeri ve teknolojik yönlerden uzak kalmasını sağlamak olarak belirlenmiş durumda.

Bu bağlamda ABD, Ekim 2022'de yayınladığı ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi çerçevesinde Ortadoğu'ya yönelik politikasını ve yükümlülüklerini yeniden değerlendirdi.

Belge beş bölümden oluşuyor ve bölgesel entegrasyonun desteklenmesi (Arap devletlerinin İsrail ile diplomatik ilişkilerinin kurulması), müttefiklerinin bölgesel tehditlerden korunması ve güçlendirilmesi de dahil olmak üzere bölgedeki ABD güvenlik rolünün sürdürülmesine odaklanıyor.

Son yirmi yıldır ABD yönetimleri, ilişkilerin sürekli dalgalanmasının bir sonucu olarak Ortadoğu'ya ve Basra Körfezi'ndeki Arap ülkelerine olan ilgilerini azaltmıştı. Bazı analistler bunun nedeninin ABD'nin Afganistan ve Irak'taki iki büyük savaştan kaynaklanan “savaş yorgunluğunda” yattığına inanıyor.

ABD'nin 2020'de herhangi bir özel açıklama yapmadan Afganistan'dan çekilmesi, müttefiklerini şaşırttı. Dolayısıyla son seksen yıldır ABD ile Körfez arasındaki ilişkilerin temelini oluşturan “ABD koruması karşılığında Körfez petrolü” formülü de artık geçerli değil.

Bugünlerde başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri ile Biden yönetimi arasındaki ilişkilerde Rusya'nın da içinde bulunduğu OPEC Plus grubu içinde petrol üretiminin artırılması ve petrol üretimini artırmayı reddetmesi konusunda giderek artan sayıda anlaşmazlık ve çatışma yaşanıyor.

Suudi Arabistan sadece üretimi artırmayı kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda ihracat kotasını da büyük ölçüde düşürdü. Aslında bunu Rusya ile uyum içinde yaptı. Biden, Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden gözden geçirmekle alenen tehdit etti. Ancak bunun dışında fazla bir şey yapamadı. Hatta sızan istihbarat bilgilerine göre, Suudi Arabistan bu tehdite tehdit ile karşılık verdi ve ABD'yi ekonomik bedelinin ağır olacağı konusunda uyardı.

Mart 2023'te Suudi Arabistan, ezeli rakibi İran ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi için Çin'in arabuluculuğunu kabul etti. Bu, Basra Körfezi'ndeki Amerikan çıkarlarının kalbinde ortaya çıkan bir Çin diplomasi zaferiydi.

Çin'in Orta Doğu'daki jeopolitik etkisi

Çin, Orta Doğu bölgesindeki jeopolitik etkisini güçlendirmeye çalışıyor ve özellikle iki şeyle ilgileniyor.

Birincisi, Körfez'deki en büyük ve en zengin iki ülke olarak Suudi Arabistan ve İran ile ilişkilerini güçlendirmek. Pekin, Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin normalleştirilmesine ilişkin anlaşmaya arabuluculuk yaparak önemli bir dönüm noktasına ulaştı.

İkincisi, Ortadoğu'da ABD rolüne dayalı bölgesel güvenlik formülünü değiştirmek. Yani Pekin, Washington'ın güvenlik ve istikrarın garantörü olarak bölgede sahip olduğu rolden yararlanarak kendisine alan yaratıyor.

Suudi Arabistan ve Çin, özellikle enerji alanında güçlü ekonomik ilişkilere sahip. Çin ile Arap devletleri arasındaki ticaret alışverişi 2022'de rekor seviyeye çıkarak 431,4 milyar dolara ulaştı. Diğer yandan Çin, İran'dan büyük bir indirimle istikrarlı petrol arzı karşılığında önümüzdeki 25 yıl içinde ülkeye 400 milyar ABD doları yatırım yapacak.

Suudi Arabistan ile İran arasındaki arabuluculuğun sonuçlarından cesaret alan Çin, Rusya-Ukrayna savaşı için barış girişimini başlattı. İsrail-Filistin anlaşmazlığı için son barış girişimi de var.

Washington'un İsrailliler ve Filistinliler ile ilgili son diplomatik girişimi 2013 yılında yapılmış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

İsrail, Batı ile Rusya arasında denge kuruyor

İsrail, Rusya ve Batı ile ilişkilerinde bazı zor seçimler yapmak zorunda kalmasına rağmen dengeyi korumaya çalıştı.

BM'de Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik işgalini açıkça kınamasına rağmen, Rusya'ya karşı güçlü tavır almaktan kaçındı. Ayrıca İsrail, Rusya'ya yönelik Batı yaptırımlarına katılmaktan da kaçındı ve Ukrayna'ya mütevazı da olsa diplomatik ve insani destek sağlıyor.

İsrail, Suriye'de Moskova ile güçlü bir güvenlik anlayışı sürdürmek ve Suriye hava sahasını kontrol eden Rusya ile daha fazla koordinasyon sağlamak istiyor.

Türkiye uluslararası düzeyde jeopolitik konumunu güçlendiriyor

Türkiye'nin Ukrayna'daki savaşa yönelik politikası, iki savaşan tarafın istekleri arasında zor bir denge sağlama formülüne ulaşmayı başardı.

Türkiye; bir yanda önemli bir NATO üyesi ülke olarak Batı için önemli olan jeopolitik konumunu, diğer yanda ise Rusya ile faydalı ekonomik ve dostane ilişkilerini sürdürmeyi başardı.

Ankara'nın savaş sırasında üstlendiği uluslararası diplomatik çabalar da Türkiye'nin konumunu güçlendirdi.

Türkiye, Batı ile Rusya arasında güçlü bir arabulucu olarak kendisini konumlandırdı. Ağırlıklı olarak Ankara'nın arabuluculuğunda tahıl ihracatına ilişkin anlaşmalar yapıldı. Türkiye ayrıca, ender gerçekleşen birşeyi başararak, ABD ve Rus istihbarat servis yöneticilerinin toplantısına ev sahipliği yaptı.

Genel olarak, Türkiye'nin Ukrayna'daki savaşa “dengeli yaklaşım” politikası, Ankara'nın Batı'dan bağımsız ama aynı zamanda Batı'ya düşman olmayan bir dış politika oluşturma çabaları bağlamında görülmelidir.

Bu süreçte Türkiye'nin Batı ile stratejik askeri ittifakından çekilme gibi bir planı yok. Aslında, Türkiye'nin anlaşmasını İsveç'in NATO'ya entegrasyonuna şartlandırması bile, Ankara'nın tüm NATO üyelerinin kendi ulusal güvenliği konusunda olumlu bir tutum sergilemesi arzusu çerçevesinde anlaşılabilir.

Ankara ayrıca Batı ile karmaşık ekonomik ilişkilerini sınırlamak niyetinde de değil. Aslında Türkiye, Batılı ortaklarıyla güvenlik ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmek için aktif olarak çalışıyor ve ilişkilerini çeşitlendirmeye çalışıyor.

Ortadoğu'daki tüm bu gelişmeler, ABD'nin Orta Doğu'daki lider rolü için muazzam sonuçlar doğuruyor. Rusya; Suriye, Libya, Sudan vb. ülkelerdeki boşluğu doldurmaya çalışırken, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye gibi bölgesel güçler ABD'nin eski çıkar bölgesinde daha fazla nüfuz elde etmeye çalışıyor.

Bölge ülkeleri, güvenlik garantilerinde ABD'nin aktif rolünü görmezlerse ve ABD desteğinin süresi konusunda güvence almazlarsa, bölge ülkeleri doğal olarak başka yollar ve müttefikler aramak zorunda kalacaklar.

Tartışma