Irak’ta Şiilerin hesaplaşması

Irak Şiileri, yalnızca İran’ın değil; ABD’nin de her anlamda ülkeden çıkarılmasını savunuyo

1. resim
20.08.2022

ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin söz konusu ülkede Şiilerin etkisinin artması gibi bir neticeye yol açtığını ifade etmek mümkün. Zira Saddam Hüseyin yönetimi; yani Baas rejimi, esasında bir Sünni Arap diktatörlüğüydü. Bu yüzden de ülke nüfusunun yaklaşık %65’lik kesimini teşkil eden Şiiler sistemin dışına itilmişti. 

Bu anlamda işgal sırasında Şiilerin geliştirdiği refleks bakımından iki temel eğilimin varlığından söz edilebilir. Bunlardan ilki, İran yanlısı Şiilerdir. Halihazırda Nuri El Maliki tarafından yönlendirilen bu kesim, çok sayıda grubu barındırsa da ortak özellikleri Tahran yönetiminin direktifleri doğrultusunda hareket etmeleri. Bu anlamda Afganistan’ın ardından Irak’ın işgal edilmesinin İran açısından bir yandan ABD’nin kendisini kuşattığı düşüncesini oluştururken; diğer taraftan da hem düşman olarak gördüğü Taliban’ın devrilmesi hem de sekiz yıl boyunca savaştığı Saddam rejimin yıkılması hasebiyle jeopolitik anlamda Tahran’a alan açan bir gelişme şeklinde yorumlandığı söylenebilir. Nitekim İran da Irak’ın işgalini fırsata çevirmek istemiş ve kendi etkisi altındaki Şii gruplara işgale direnmemeleri talimatını vermiştir. Böylelikle Şiiler, savaştan sonra Irak’ta tesis edilecek düzenin en kilit aktörlerinden biri haline gelecekti. Bu anlamda İran’ın istediğini aldığını söylemek mümkün. Zira Irak’ta kurulan hükümetler, genellikle ABD ile İran arasında yapılan pazarlıkların-müzakerelerin sonucunda oluşmakta. Lakin bu durumun Irak’ı kırılgan hale getirdiği ve egemenliğine ve bağımsızlığına gölde düşürdüğü aşikar. 

Şiiler arasındaki ikinci eğilim de bu kırılganlığa yükselen itirazı yansıtırcasına Irak’ın bağımsızlığını önceleyen bir yaklaşımı barındırmakta. Bu düşüncedeki Şiileri ise Mukteda Es Sadr’ın etrafında toplanmakta. Sadr, Irak’ın işgali sırasında Amerikan unsurlarıyla savaşan tek Şii grubu temsil etmesi bakımından İran yanlısı gruplardan çok daha farklı bir noktada duruyor. Ve ülkede İran etkisinde bir düzenin tesis edilmesine de itiraz ediyor. Üstelik arakasında çok ciddi bir halk desteğinin bulunduğu da açık.

Üstelik Irak Şiilerindeki ayrışmanın tarihi ve kuramsal-doktriner bir mahiyeti de var. Zira iki eğilim, temelinde Irak Şiiliği ile İran Şiiliğini; bir diğer ifadeyle Necef ile Kum arasındaki ekol farkını yansıtıyor. Bu durum ise Irak’ın bağımsızlığını savunan Necef ekolünü içselleştirmiş grupların İran’a olan öfkesini arttırıyor. 

Söz konusu öfkenin yansıması olarak Irak Şiilerin geçtiğimiz yıllarda Basra’daki İran Konsolosluğu’nu yaktıkları hatırlanmakta. Son olarak da Irak’ın egemenliğini ve bağımsızlığını savunan Şiiler, “İran Dışarı!” sloganlarının gölgesinde Irak Parlamentosu’na yaptıkları baskınla büyük bir gövde gösterisinde bulunmuştu.

Son olarak da 14 Ağustos 2022 tarihinde Sadr, İran yanlısı koalisyonun Irak Başbakanı olarak dikte etmek istediği Muhamed Şiya es-Sudani’yi protesto etmek için sosyal medya hesaplarından milyonlarca Iraklıyı sokağa çağırmıştır. Çağrısında “Irak’ın her kenti, ilçesi, köyü, mahalle ve sokağından herkes, Irak bayrağıyla Bağdat’taki Tahrir Meydanı’nda milyonluk gösteriye katılsın.” diyen Sadr’ın Irak bayrağını bağımsızlıkçı mücadelenin sembolü olarak gördüğünü ve bu anlamda artan öfkenin hedefinin İran olduğunu söylemek mümkün. Bu da İran’ın Irak’taki varlığının her geçen gün daha da sıkıntılı bir duruma evrileceğine işaret etmekte.

Yaşanan gelişmeler, açık bir şekilde Irak’ta Şiiler arası hesaplaşmanın başladığını ortaya koymakta. Zira Şiiler İran’ın boyunduruğuna itiraz etmekte. Aslında 2017 yılından beri Sadr’ın bu güçte olduğunu söylemek mümkün. Bu yüzden de sürecin İran’ın Irak’tan tasfiye edilmesinin habercisi olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle İran, Amerikan işgali vesilesiyle yaptıklarının cezalarıyla yüzleşmek üzere!

Bu noktada Sadr’ın işgale direnen tek Şii grup olduğunu hatırlatmakta yarar var. Dolayısıyla Irak Şiileri, yalnızca İran’ın değil; ABD’nin de her anlamda ülkeden çıkarılmasını savunmakta. Bu da güçlü ve bağımsız bir Irak’a giden yoldaki ilk nüveler şeklinde yorumlanabilir. Daha da önemlisi, Sadr’ın siyaseten güçlü ve bağımsız bir Irak’ın inşa edilebilmesi noktasında ABD ve İran’ı dengeleyecek ve iki aktörle de iyi ilişkiler kurabilen bir devletle yakınlaşması kaçınılmaz. Bu noktada ise Irak’ın başlıca müttefiki olarak Türkiye’yi görmeye başlayacağı öne sürülebilir. Elbette bu, Türkiye açısından da mühim bir fırsatları beraberinde getirecek.