İsrail-Filistin sorununun geçmişi ve çatışmaları tetikleyen sürecin dinamikleri
BM Kararları, “Altı Gün” Savaşları, Yom Kippur Savaşı, Camp David Anlaşmaları, Oslo Anlaşmaları, intifadalar, baskınlar ve hukuksuz yerleşim yerleri... İşte İsrail-Filistin sorununun geçmişi ve çatışmaları tetikleyen sürecin dinamikleri...
İsrail-Filistin çatışmasının geçmişi on dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar uzanmaktadır.
1947 yılında Birleşmiş Milletler, Filistin'deki İngiliz mandasını Arap ve Yahudi devletlerine bölmeyi amaçlayan ve “Partition Plan” olarak bilinen 181 sayılı kararı kabul etti. 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti kuruldu ve bu kararın ardından ilk Arap-İsrail Savaşı başladı.
Savaş 1949'da sona erdi ancak bu süreçte 750 bin Filistinli yerinden edildi ve bölge; İsrail Devleti, Batı Şeria ve Gazze Şeridi olarak resi olmasa da fiili olarak üç parçaya bölündü.
Takip eden yıllarda bölgede, özellikle İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında çeşitli zamanlarda tansiyon yükseldi. 1956 Süveyş Krizi ve İsrail'in Sina Yarımadası'nı işgalinin ardından Mısır, Ürdün ve Suriye, İsrail birliklerinin olası bir seferberliği beklentisiyle karşılıklı savunma anlaşmaları imzaladı.
Haziran 1967'de Mısır Devlet Başkanı Abdül Cemal Nasır'ın bir dizi hamlesinin ardından İsrail, Mısır ve Suriye'ye saldırıda bulunarak “Altı Gün” Savaşı'nı başlattı.
Savaşın ardından İsrail, Mısır'dan Sina Yarımadası ve Gazze Şeridi, Ürdün'den Batı Şeria ve Doğu Kudüs, Suriye'den ise Golan Tepeleri üzerinde kısmi de olsa toprak kontrolü elde etti.
Altı yıl sonra ise, Yom Kippur Savaşı ya da Ekim Savaşı olarak anılan savaşta, Mısır ve Suriye kaybettikleri toprakları geri almak için İsrail'e iki cepheden sürpriz bir saldırı başlattı.
Çatışma Mısır, İsrail ya da Suriye için önemli kazanımlarla sonuçlanmadı. Ancak Mısır Cumhurbaşkanı Enver el-Sadat, Mısır ve Suriye'nin daha önce devredilen topraklar üzerinde müzakere etmesine izin verdiği için savaşı Mısır için bir zafer olarak ilan etti.
1979 yılında, bir dizi ateşkes ve barış görüşmelerinin ardından Mısır ve İsrail temsilcileri, Mısır ve İsrail arasındaki otuz yıllık çatışmayı sona erdiren bir barış anlaşması olan Camp David Anlaşmaları'nı imzaladı.
Camp David Anlaşması İsrail ile komşuları arasındaki ilişkileri geliştirmiş olsa da Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve kendi kendilerini yönetme sorunu çözülmeden kaldı.
1987 yılında, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde yaşayan yüz binlerce Filistinli, birinci intifada olarak bilinen ayaklanmayla İsrail hükümetine karşı harekete geçti.
1993 Oslo I Anlaşması, Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze'de kendi kendilerini yönetmeleri için bir çerçeve oluşturarak ve yeni kurulan Filistin Yönetimi ile İsrail hükümeti arasında karşılıklı tanıma sağlayarak sürece aracılık etti.
1995 yılında Oslo II Anlaşması, ilk anlaşmayı genişleterek İsrail'in Batı Şeria'daki 6 şehir ve 450 kasabadan tamamen çekilmesini zorunlu kılan hükümler ekledi.
2000 yılında ise, kısmen Filistinlilerin İsrail'in Batı Şeria üzerindeki kontrolü, durgunlaşan barış süreci ve eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un Eylül 2000'de İslam'ın en kutsal üçüncü mekanı olan El Aksa Camii'ni ziyaret etmesinden kaynaklanan şikayetleri üzerine Filistinliler 2005 yılına kadar sürecek olan ikinci intifadayı başlattı.
Buna karşılık İsrail hükümeti, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin muhalefetine rağmen 2002 yılında Batı Şeria'nın etrafına bir bariyer duvarı inşa edilmesini onayladı.
2014 yılına gelindiğinde ise bölgede yerlerşim yerleri nedeni ile artan gerilim, İsrail ordusu ile Hamas arasında askeri bir çatışmaya yol açtı,
Hamas o dönemde de 7 Ekim 2023'deki harekatına benzer bir şekilde, İsrail'e yaklaşık üç bin roket gönderdi ve yine benzer bir şekilde İsrail de Gazze'ye büyük bir saldırıyla karşılık verdi.
Bu çatışma Ağustos 2014 sonunda Mısır'ın aracılık ettiği bir ateşkes anlaşmasıyla sona erdi.
Yine Mayıs 2018'de Hamas ve İsrail ordusu arasında 2014'ten bu yana en kötü şiddet dönemine dönüşen çatışmalar patlak verdi. Ateşkes sağlanmadan önce Gazze'deki güçler, İsrail'e yüzden fazla roket fırlattı ve İsrail, yirmi dört saat süren çatışmalar sırasında Gazze'deki elliden fazla hedefi vurarak karşılık verdi.
ABD'de Donald J. Trump yönetimi iktidara geldiğinde ise, süreç farklı bir aşamaya evrildi. Truöp, İsrail-Filistin anlaşmasının sağlanmasını bir dış politika önceliği olarak belirledi.
Trump yönetimi 2018'de Filistinli mültecilere yardım sağlayan BM Yardım ve Çalışma Ajansı'nın finansmanını iptal etti ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıyarak uzun süredir devam eden ABD politikasını tersine çevirdi.
ABD elçiliğinin taşınması kararı İsrail yönetimi tarafından alkışlarla karşılanırken, Filistinli liderler ile Türkiye dahil olmak üzere bölgedeki ve Avrupa'daki diğer liderler tarafından kınandı.
İsrail bu kararla, sözde "tam ve birleşik Kudüs'ü" başkenti olarak görürken, Filistin ise uluslararası anlaşmalarla garantiye alınmasına rağmen henüz kurulmayan Doğu Kudüs'ü, Filistin devletinin başkenti olarak görüyor.
Ağustos ve Eylül 2020'de Birleşik Arap Emirlikleri ve ardından Bahreyn İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi kabul ederek, bölgede 1979'da Mısır ve 1994'te Ürdün'ün ardından İsrail ile ilişkileri normalleştiren üçüncü ve dördüncü ülkeler oldu.
Filistin lideri Mahmud Abbas ve Hamas ise bu anlaşmalara tepki göstererek reddetti.
Ekim 2020'de bir İsrail mahkemesi, Doğu Kudüs'teki bir mahalle olan Şeyh Cerrah'ta yaşayan birkaç Filistinli ailenin Mayıs 2021'e kadar tahliye edilmesine ve topraklarının Yahudi ailelere verilmesine karar verdi. Şubat 2021'de, Şeyh Cerrah'tan birkaç Filistinli aile mahkeme kararına itirazda bulundu ve itiraz duruşmaları, mülk sahipliği etrafında devam eden yasal mücadele ve Filistinlilerin Kudüs'teki evlerinden zorla çıkarılmasıyla ilgili protestolara yol açtı.
Haftalarca süren bu gerginliğin ardından, Ramazan ayı boyunca Filistinli protestocular ve İsrail polis güçleri arasında yükselen tansiyonun ardından 7 Mayıs 2021'de Kudüs'teki Mescid-i Aksa yerleşkesinde şiddet patlak verdi ve İsrail polisi protestocularla girdiği çatışmada ses bombası, plastik mermi ve tazyikli su kullanarak yüzlerce Filistinlinin yaralanmasına neden oldu.
10 Mayıs'ta, Kudüs'te art arda birkaç gün süren şiddet olaylarının ve İsrail polisinin ölümcül güç kullanımının ardından, Hamas ve diğer Filistinli direniş grupları İsrail'e yüzlerce roket ile harekat başlattı.
İsrail ise yine sert karşılık vererek, Gazze'deki hedeflere yönelik hava saldırısı ve topçu bombardımanları yaparak onlarca Filistinlinin ölümüne yol açtı. Hamas'ı, diğer militanları ve tüneller ve roketatarlar da dahil olmak üzere altyapılarını hedef aldığını iddia eden İsrail, hava harekatını genişleterek konutlar, medya merkezleri, mülteci ve sağlık tesisleri de dahil olmak üzere askeri olmayan altyapıyı vurdu.
21 Mayıs 2021'de İsrail ve Hamas, Mısır'ın arabuluculuğunda her iki tarafın da zafer ilan ettiği bir ateşkes üzerinde anlaştı.
İsrail tarihinin en aşırı sağcı hükümeti ise Aralık 2022'nin sonlarında göreve başladı.
Benjamin Netanyahu ve Likud partisi liderliğindeki koalisyon hükümeti, iki ultra-Ortodoks parti ve Batı Şeria yerleşimci hareketiyle bağlantılı aşırı milliyetçi bir grup olan Dini Siyonizm partisi de dahil olmak üzere üç aşırı sağcı partiden oluşuyor.
Netanyahu iktidar çoğunluğuna ulaşmak için aşırı sağcı ortaklarına çeşitli tavizler verdi. Muhalifler, hükümetin işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail yerleşimlerinin genişletilmesi ve geliştirilmesine öncelik vermesini eleştirdi ve bunun iki devletli bir çözüm olasılığını önemli ölçüde aşındıracağını belirtti.
Netanyahu, Araplara karşı ırkçı kışkırtmalarda bulunmaktan hüküm giymiş olan Yahudi Gücü partisinin başkanı Itamar Ben-Gvir'i ulusal güvenlik bakanı olarak atadı ve Siyonizm fraksiyonunun başkanı Bezalel Smotrich'i Batı Şeria yerleşim politikasını denetleyen bir bakanlık görevine getirdi.
Netanyahu yönetimi iktidara gelene kadar geçen süreç, 2015'ten bu yana hem İsrailliler hem de Filistinliler için çatışmaya bağlı en fazla ölümün yaşandığı dönem oldu.
Ancak Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetinin politikaları nedeni ile 2023'te de şiddet tırmanmaya başladı. Batı Şeria neredeyse her gün yaşanan İsrail saldırıları nedeniyle 2005'ten bu yana en ölümcül dönemini geçirmeye başladı.
İsrail ordusu ayrıca El Aksa camisine defalarca kez baskın düzenlemek, Ramallah'taki bir operasyonda otuz beş kişiyi yaralamak ve Cenin mülteci kampına bir helikopterden füze atmak gibi faaliyetler ile son dönemde gerilimi tırmandırdı.
Temmuz ayında İsrail, Cenin mülteci kampına düzenlediği geniş çaplı baskında kampa yaklaşık iki bin asker konuşlandırdı ve insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenledi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu bu saldırının "tek seferlik" bir olay olmadığını; İsrail'in kampı güvenli bir sığınak olmasını engellemeyi amaçladığını söyledi.
İsrail'in bütün bu adımları, aşırı sağcı Netenyahu hükümeti ve bakanlarının izlediği politikalar, uluslararası kararlara rağmen İsrail'in Filistin halkını yok sayan adımları, Filistin'in toprakları üzerinde İsrail'in hukuksuz bir şekilde yerleşim yerleri inşa sürecini artırması, Mescid-i Aksa'ya yapılan baskınlar ve bir de son dönemde eklenen sert abluka kararları 7 Ekim'de ortaya çıkan yeni çatışmayı tetikledi.
Sonuç:
Bütün bu gelişmelerin ardından, Hamas tarafından İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD'ı bile sözde şaşkına çeviren bir süreç ile karşı karşıyayız.
Analiz boyunca ortaya koyduğum gerek uluslararası hukuk, gerekse de sahada yaşanan gelişmeler açısından Filistin halkının uğradığı zulüm ve haksızlıklar ortada iken, son gelişmeler uluslararası medya ve özellikle Batı karar vericiler nezdinde İsrail'i "mağdur" olarak niteleyen bir konjonktür yaratmıştır.
Gelinen noktada ise artık; İsrail'in sözde 'meşru müdafaa' saldırılarının arttığını ve daha da ötesinde, İsrail güçlerinin bundan sonra, 'terör ile mücadele' söylemleri arasında 'operasyonlarını' Lübnan'dan Suriye'deki İran unsurlarına kadar genişlettiği bir sürece şahitlik edeceğiz.
ABD'nin bu süreci, artık karşılık bulmayan IŞİD kartından sonra, bölgedeki varlığını sürdürmesi için yeni bahane olarak sunması gerçeği ise "bonus" olacaktır.
Önümüzdeki süreç hem Filistin hem de bölgesel olarak köklü gelişmeleri beraberinde getirecek.
Adem KILIÇ
Siyaset Bilimci/Yazar