Kamu düzeni ve linç kültürü
Suriye gibi perişan olmuş coğrafyalarda parayla bayrak yaktırmak ne kadar çetrefilli bir iş olabilir? Her seferinde bu noktayı kaşımamaları için o bayrağa el uzatanın nefesini keseceksin ki sonrakilere ders olsun!
Türkiye son dört günden bu yana son derece iyi organize edilmiş bir deney ile test ediliyor.
Test ediliyor diye özellikle yazdım zira bu sınamalarda vereceğimiz refleksler üzerinden yeni sınamalara da tabi tutulacağımız aşikardır. O zaman bu türden sımalara tabi kılınıyorsak, Türk Devleti de böyle zamanlarda olana bitene verilen refleksleri ya da alınan tutumları mutlaka not almalıdır.
Neden?
Devletin ortaya çıkışına dair teorileri ya da çalışmaları burada uzun uzun yazacak durumda değilim lakin sosyal sözleşme teorisi, insan toplumunun kendi akıl ve iradesi vasıtasıyla ihtiyaçlarına yönelik bir sözleşme yaparak devleti kurduğunu savunur.
Thomas Hobbes’a göre ‘devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş hâlindedir. İnsanlarının hepsini birden korku altına alarak, onları korku hâlinde bırakabilecek bir güç olmadığı durumda insanların hepsi bir savaş hâlindedir.
Bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır. Böylesi bir savaş durumunda ise insanlar arasında her zaman güçlü bir şekilde hissedilen ölüm korkusu ve tehlikesi var olmakla birlikte, insan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa sürer’
Hobbes’a göre, insanlar savaş hâlinden kurtularak barış içerisinde yaşamak isterler. İnsanların savaş hâlinden kurtulmak istemelerinin altında ise ölüm korkusu, daha rahat bir hayat sürdürebilmeleri için gerekli olan şeyleri elde etme isteği ve elde ettiklerini ise çalışarak koruma umudu yer almaktadır.
Sanırım bu kadar kısa bir giriş devlet dediğimiz aygıta ve kendimizi güvende kılmak maksadıyla toplumsal bir uzlaşı ile oluşturulmuş bu aygıtın sağladığı huzur ve düzen ortamına çok ihtiyacımız olduğu aşikardır.
Batı’daki güçlü devlet modellemelerinin tamamında ortaya çıkan en belirgin özellik, düzen (order) ve Batı’nın kendi çıkarlarına uymadığı takdirde rakip devlette olmasını istemediği ana husus da yine düzendir.
Türkiye, terörle mücadele süreçlerinde sokaklarında bombaların patlatıldığı, şehirlerarası yolların terör unsurlarınca kesildiği, karakollarının basıldığı, şehirlerinde baskı ve şiddet ile kepenk indirtip kaldırtıldığı, merdiven altında sözde mahkemelerin kurulup vergi adı altında haraç toplandığı zorlu zamanlardan geçerek bugünlere geldi.
Diyebiliriz ki düzenin ihdas edilmesi ve kırmızı çizgi olarak ortaya koyulması noktasında son 50 seneden bu yana ilk kez bu denli etkin bir hale geldi. İşte Kayseri ve Suriye’de eş zamanlı olarak ortaya koyulan provokasyonlar, Türkiye’nin geldiği konumdaki yumuşak karnından ne kadar kaşınabileceğini test edip bir sonraki adıma yönelik hazırlık yapma maksatlıdır.
Şayet olaylar büyük bir sükûnet içinde bastırılamayıp tüm Türkiye’ye yayılsa ve bu vandallıkların önü alınamasaydı anında ikinci aşamaya da geçerek istikrarsız günlerin fitili ateşlenecekti. Henüz bu deneme anında ortaya çıkan zayıf noktalarımızı ne kadar kaşıyacaklar henüz bilmiyoruz.
Denemeler tek taraflı olmamalı
Şimdi belli bir konuda birileri bizleri sınıyorsa aynı anda o sınayanlar da bizim tarafımızdan sınanmalıdır. Olaylar öncesinde günlerdir sürdürülen sığınmacı provokasyonu kim ve kimler tarafından sahaya sürüldü, bu işin medya ayağında dışarıdan fonlanmış bazı medya yapılanmalarının son bir ayda yaptığı haberler, olaylar esnasında siyaset, sermaye ve medya kesimlerinden konuya dair yapılan açıklamalar ve beyanlar umarım Türk Devlet aklı tarafından yakinen takip edilerek not edilmiştir.
Umarım diyorum zira Gazze soykırımını telin etmek maksadıyla sabah namazı çıkışı alana gitmeye çalışan bir vatandaşa yönelik gerçekleştirilen saldırı sonrasında, Fatih Altaylı’nın ‘eline sağlık’ mesajını paylaşması sonrasında Altaylı’ya halkı kin ve düşmanlığa sürüklemekten işlem yapılabilmiş olsaydı sanırım herkes payına alması gereken mesajı almış olurdu.
Devlet ve hükümet eden güç, kendi alanına giren bu konularda proaktif davranamadığı için şimdi de eline sağlık mesajı almak isteyen bir müptezel, Arap iş insanlarına oturdukları mekânda bıçak ile saldırı girişiminde bulundu.
O gün o saatte bir restoranda yemek yiyen turistlere yönelik yapılan saldırı mesela ABD’de olsaydı saldırgan çoktan ve anında etkisiz hale getirilmiş ve konu kapanmıştı.
Başka bir örnek daha
Mesela, Özlem Gürses isimli dijital içerik üreticisinin de büyük bir özgüven içerisinde
..ve Kayseri haklı olarak ayağa kalktı
diye yayınlar yaptı. Böylece Kayseri’de ortaya konulan linç ve linç girişiminde bulunan failler haklı çıkartıldı.
Oysa Kayseri’de yapılan linç girişimlerine ‘Kayseri haklı olarak…’ diye destek çıkılırken ya da yaşananlar görmezden gelinirken, sahnenin tamamlayıcı parçası olan Suriye bölümüne yönelik haberler yağmur gibi aktı, akıtıldı.
Türk bayrağına yapılan saldırıların, bu coğrafyaya zerre kadar sadakati olan herkesi derinden yaralayacağı senaryoyu yazanların bilemeyeceği bir hakikat olabilir mi?
Olamaz.
Peki, Suriye gibi perişan olmuş coğrafyalarda parayla bayrak yaktırmak ne kadar çetrefilli bir iş olabilir?
O zaman her seferinde bu noktayı kaşımamaları için o bayrağa el uzatanın nefesini keseceksin ki sonrakilere ders olsun.
Sanırım kestiler de…
Şimdi tekrardan içeriye dönelim
İçişleri Bakanlığı olayların başladığı saatlerden itibaren X platformu üzerindeki 79 bin hesaptan konuya dair 343 bin paylaşım yapıldığını tespit etti. Paylaşım yapan mezkûr hesapların yüzde 37’sinin BOT hesap, yani bir insan değil bir makine tarafından otomatiğe bağlanmış mesajlar atan sahte hesaplar olduğu ve paylaşılan mesajların yüzde 68’inin provokatif amaçlarla paylaşım yaptığı tespit edildi.
Sosyal medya üzerinden gelen bu türden saldırılarla daha etkin mücadele, yine bu hesaplara karşı proaktif önlemler almaktan ve Türkiye içindeki sorumlulara yönelik uygulanan cezai müeyyidelerin ağırlaştırılmasından geçtiği unutulmamalıdır.
Arap turistlere saldırı üzerinden bir değerlendirme
Olaylar esnasında Arap turistlere saldırı girişiminde bulunan ve ben Türk’üm diye bağıran saldırgan bir gün sonra da olsa gözaltına alındı lakin mezkûr saldırgana yönelik sosyal medyada ortaya koyulan destek ve bu esnada ortaya dökülen Arap nefreti Suriyeli sığınmacılarla izah edilemez. Bu ülkede İslam’a ve Müslümanlara yönelen nefretin Arap kimliği üzerinden ifade edilmesi yeni bir olgu değil.
Nesebi gayri sahih bir takım haramzadelerden Türklük üzerinden saldırgana sahip çıkıp kendileri gibi düşünmeyen herkesi Türk düşmanı ilan etmesi üzerinde derin derin düşünülmesi gereken ayrı bir konu. Sosyal medyadaki saldırganların tamamına yakın bir kısmının Mustafa Kemal ile bağlantılı profil fotosu kullanmaları ve bunu kendilerine bir dokunulmazlık zırhı gibi görmeleri de dikkatlerden kaçmayan bir başka konu.
Her ne kadar olaylar esnasında ve sonrasında Ümit Özdağ’dan olaylarda yakıp yıkmanın doğru olmadığını savunan açıklamalar duymuşsak da sosyal medyadaki bu hesaplardan Arap nefreti kokan ırkçı paylaşımlar yapılmamasına dair bugüne kadar oturaklı bir açıklama yapıldığına şahit olmadık.
Kafe ve restoran basanlara iki kelamımız yok mu?
İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım dolayısıyla İsrail ürünlerine boykot uygulamadığı gerekçesiyle bir linç girişimi olmasa da insanların yemek yedikleri ya da kahve içerek vakit geçirdikleri mekanları basmak vandallıktır ve direkt yukarıda bahsettiğim düzenin tahribi kategorisinde ele alınmalı ve suç cezasız bırakılmamalıdır.