Middle East Eye: Arap devletler İsrail'in Gazze soykırımına nasıl olanak sağlıyor?

Gazze'den sonra Lübnan'da da devam eden İsrail saldırıları neden durduralamıyor? Arap devletleri, İsrail'in Gazze soykırımına nasıl olanak sağlıyor?

1. resim

İngiltere merkezli yayın organlarından Middle East Eye'de, İsrail'in Gazze'de ve Lübnan'da devam eden soykırım savaşında Arap Devletlerinin rollerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Ortadoğu'daki krizin başlıca müsebbibinin, sadece 7 Ekim'den bu yana İsrail'e 17.9 milyar doları aşan askeri yardım yapan ve diplomatik koruma sağlayan ABD olduğuna dikkat çekilen analizde, Arap devlet yöneticilerinin ise, Arap halklarını aksine sürece duyarsız kalarak hatta bazı noktalara destek olarak suç ortağı olduğu tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca; başta Mısır olmak üzere çeşitli Arap devletlerinin soykırım sürecinde bile İsrail ile olan ilişkilerine artırdığına dair detaylara yer verildi.

İşte Middle East Eye'de yayınlanan analiz:

İsrail Gazze'deki soykırım savaşını sürdürürken ve bunu Lübnan'a doğru genişletirken, Arap ülkelerinin çoğu, Filistinli ve Lübnanlı sivillerin eşi benzeri görülmemiş bir ölçekte katledilmesinin sadece gözlemcisi durumunda.

Tüm bölge üzerinde son derece istikrarsızlaştırıcı etkileri olabilecek geniş çaplı bir bölgesel savaş tehdidi baş gösterirken bile, Arap devletlerinin İsrail'in saldırılarını dizginleme yeteneği ve arzusu yok gibi görünüyor.

Ortadoğu'yu saran mevcut krizin başlıca müsebbibinin, 7 Ekim 2023'ten bu yana 17.9 milyar doları aşan yardımlarıyla İsrail'in Gazze ve Lübnan savaşlarını etkin bir şekilde finanse eden ABD'den başkası olmadığını belirtmek için çok sayıda neden var.

Ayrıca bu süreçte ABD, İsrail'e diplomatik koruma sağlamış ve savaşın Lübnan'a genişletilmesi için yeşil ışık yaktı.

Ancak bu, dinamiğin gözden kaçan bir kısmı var. İsrail'in Ortadoğu'yu kitlesel şiddet yoluyla yeniden şekillendirebileceğine dair saldırganlığı, Arap devletlerinin otokratik doğası ve bölgedeki demokratik hareketin başarısızlığından besleniyor.

Bölgeyi kasıp kavuran Arap Baharı'nın üzerinden on yıldan fazla bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan sonuç, meşruiyeti tartışmalı zayıf devletlerin kendi vatandaşları üzerinde sadece kitlesel şiddet yoluyla güç kullanabilmeleridir ki bu da İsrail'in Filistinlilere muamelesinden farklı değildir.

Rejimin ne pahasına olursa olsun ayakta kalması mantığı, birçok yönden bu devletlerin bölgedeki olayları etkileme kabiliyetini ve bazı durumlarda da ulusal devletin sosyal temelini aşındırmıştır.

ABD yardımlarının akışı

En kalabalık Arap devleti ve Gazze Şeridi ile sınırı olan tek Arap devleti olan Mısır, teorik olarak çatışmayı etkileme ve İsrail saldırganlığını dizginleme potansiyeli en yüksek Arap devletlerinden birisi durumunda.

Mısır aynı zamanda ABD'nin yakın bir müttefiki ve İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan bu yana 183,5 milyar dolar yardım alarak İsrail'in hamisi ile olası bir muhatap konumuna geldi.

Ancak bu stratejik konumlandırma, Sisi hükümetinin hayatta kalma saplantısı tarafından geçersiz kılındı ve İsrail, Sisi'nin arzuladığı istikrarı tehdit ederken bile onu İsrail ile bağımlı bir ilişki içine soktu.

Gerçekten de İsrail, 2013 darbesinden sonra Sisi hükümetinin konsolidasyonunda önemsiz olmayan bir rol oynamış, Mısırlı elitlerin doğrudan yararına olacak şekilde siyasi destek, güvenlik işbirliği ve daha derin ekonomik bağlar sunmuştur.

Örneğin 2013 yazında, seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi deviren darbenin ardından Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (Aipac), Amerikan yardımının devamını sağlamak için yeni kurulan askeri otokrasi adına lobi faaliyetleri yürütüyordu.

Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi ile Siyonist lobi grupları arasındaki yakın ilişki devam etti ve Şubat 2017'de Sisi'nin Aipac, İsrail Savunma Kuvvetleri Dostları (FIDF) ve Amerika Siyonist Örgütü (Zoa) gibi en etkili İsrail yanlısı grupların temsilcileriyle 20 ay içinde beş kez bir araya geldiğine dair haberler ortaya çıktı.

Sisi ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasındaki ilişki 1979'daki barış anlaşmasından bu yana iki ülke liderleri arasındaki en yakın ilişki olarak tanımlanıyor.

Bu görünür yakınlık, ülkeler arasındaki yakın güvenlik işbirliğine dayanıyordu.

2018'de ortaya çıkan raporlara göre İsrail, önceki iki yıl içinde Kahire'nin onayıyla Sina'daki militanlara karşı 100'den fazla hava saldırısı düzenledi.

Bu güvenlik işbirliği, laik muhalefetin önde gelen üyelerinden Ahmed Tantawy'nin telefonunu hacklemek için kullanılan İsrail casus yazılımının Sisi hükümetine satılmasıyla Mısır'daki barışçıl muhalefetin doğrudan bastırılmasını da içerecek şekilde genişletildi.

İttifakın derinliği enerji sektörüne kadar uzandı ve 2018 yılında iki ülke arasında sıvı halde yeniden ihraç edilmek üzere İsrail gazını ithal etmek için 15 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı.

Mısır'ın borç krizi

Bu derin yapısal bağımlılıklar Sisi hükümetini son derece kırılgan bir pozisyona soktu ve Netanyahu tarafından Gazze'nin etnik temizliği fikri ortaya atıldığında bile İsrail'i dizginleyemedi ve bunun hükümet ve ülke üzerinde son derece istikrarsızlaştırıcı etkileri oldu.

Gerçekten de, retorik kınamaların ötesinde, Mısır sahadaki dinamiği etkilemek için çok az şey yaptı. Kamuoyunda eleştirel bir duruşun en önemli örneği, Mısır'ın Mayıs ayında İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açılan davaya katılacağını açıklaması oldu.

Mısır Eylül ayında İsrail ile doğal gaz ithalatını yüzde 20 oranında arttıracak bir anlaşma daha imzaladı.

Darbeden on yıldan fazla bir süre sonra, Sisi hükümeti ağır bir borç kriziyle karşı karşıyayken ve ne pahasına olursa olsun güç konsolidasyonu mantığını izlerken, kendisini İsrail'in ve onun sömürgeci kibrinin merhametine kalmış, en yakın müttefiklerinden biri üzerinde etki kuramaz halde buluyor.

Suriye darmadağın

İsrail'in sömürgeci emellerinin hayata geçirilmesi sadece İsrail'in Arap müttefikleriyle sınırlı değil. Aynı zamanda hükümetin ayakta kalması mantığının her şeyin üstünde olduğu Suriye'ye de uzanıyor.

Suriye'deki ayaklanmanın başlamasının üzerinden on yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen Esad hükümeti, yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesi, yüksek düzeyde yabancı müdahalesi ve geniş toprak parçalarının kaybedilmesi pahasına da olsa ayakta kalmayı başardı.

Suriye ekonomisi çökmüş, devletin şiddet üzerindeki tekeli tamamen aşınmış ve devletin sosyal temellerinin içi boşaltılmıştır.

Esad özünde Suriye devletini kendi bekası uğruna feda etmeye karar verdi ve arkasında darmadağın olmuş bir devlet bıraktı. İsrail'in zaten topraklarını işgal ettiği Suriye'yi de içine çekebilecek saldırganlığını dizginlemek bir yana, kendi sınırları içinde bile kontrolü sağlayamıyor.

Özetle; Gazze ve Lübnan'da tanık olduğumuz dehşet, İsrail'in sömürgecilik çılgınlığının ve Batı'nın buna verdiği desteğin bir sonucu olduğu kadar, başarısız Arap baharından sonra ortaya çıkan Arap siyasi ortamının doğasının da doğrudan bir sonucudur.

Post-kolonyal devlet, Ortadoğu halklarını güçlendirmek ve İsrail de dahil olmak üzere eski emperyal güçlere karşı koymak olan varoluş nedenini yerine getirmekte başarısız olmuştur.

Muhalifler artık Arap devletlerinin bir numaralı düşmanı olarak sömürgecilerin ve işgalcilerin yerini almış durumda.

Filistinlilerin, Lübnanlıların ve İsrail'in yeni Ortadoğu vizyonuna meydan okumaya cüret eden herkesin toplu katliamı, yeni Arap siyasi düzeninin bir kanıtı olarak duruyor.

Tartışma