Middle East Eye: Gazze Savaşı, “Batı'nın birliğini” derinden sarstı!

Gazze, Batı için büyük bir kırılma noktası haline geldi ve İsrail'i koşulsuz destekleyen birlik parçalandı. Peki Batı, kendi çıkarlarını mı yoksa uluslararası düzeni korumayı mı tercih edecek?

1. resim

Gazze'nin Avrupa içerisinde ve ABD olan ilişkilerinde büyük bir çatlak yarattığı belirtilen analizde, batı tarafından kurulan uluslararası düzenin meşruiyetinin çöktüğüne dair atıfların çoğaldığına da dikkat çekildi.

Analizde ayrıca, artık meselenin sadece Gazze soykırımı değil, aynı zamanda Batı'nın geleceğiyle de ilgili bir noktaya doğru evrildiği tespiti yapıldı.

İşte Middle East Eye'de yayınlanan analiz:

İspanya geçen hafta Güney Afrika'nın BM'nin en üst mahkemesinde İsrail'i soykırımla suçlayan davasına katıldı. Bu hamleyi, İspanya ve diğer iki Batı Avrupa başkenti olan Dublin ve Oslo'nun Filistin devletini tanıma kararını izledi.

Böylece bu ülkeler, uzun süredir ABD liderliğindeki Batı politikasından kopmuş oldu.

Amerikan düşüncesine göre, bir Filistin devletinin tanınması ve kurulması, Washington'un himayesinde İsrail ve Filistin arasında müzakere edilmiş bir çözümü takip etmeli. Ancak yıllardır bu tür müzakereler yapılmadı ve ABD, Donald Trump yönetimi altında bu konudaki politikalarını neredeyse tamamen değiştirdi.

ABD, diğer tavizlerin yanı sıra Filistin'de sadece Yahudilere ait yasadışı kolonileri "yasal" olarak tanıdı ve İsrail'in Doğu Kudüs üzerinde egemenliği olduğunu kabul etti.

Biden yönetimi sırasında ise bu statükoyu tersine çevirmek ya da temelden değiştirmek için çok az şey yapıldı.

Washington, İsrail'in Gazze'de devam eden soykırımını desteklemek için elinden gelen her şeyi yaptı. İsrail'e Gazze Şeridi'nde işlediği suçları gerçekleştirmesi için gereken silahları sağlamanın yanı sıra ABD, Tel Aviv'i sorumlu tutmaya çalışan uluslararası hukuki ve siyasi organları da tehdit etti.

İsrail, ABD'nin barış ve müzakerelerle ilgili tek bir talebini ya da beklentisini bile yerine getirmeyi reddetmesine rağmen Washington bu şekilde davranmaya devam ediyor. Gerçekten de İsrail'in siyasi söylemi soykırım diline derinlemesine yatırım yaparken, İsrail ordusu da bunu aktif bir şekilde gerçekleştiriyor.

Filistin devletinin büyük bölümünün şekilleneceği varsayılan Batı Şeria'da da çalkantılar yaşanıyor. Buradaki şiddet son on yıllara kıyasla eşi benzeri görülmemiş boyutlarda. Batı Şeria'da on binlerce yasadışı yerleşimci evleri ve arabaları ateşe veriyor ve Filistinlilere saldırıyor.

Tüm bu yaşananlar karşısında, ara sıra yapılan kınamalara ve birkaç yerleşimciye yönelik etkisiz yaptırımlara rağmen, Washington iki devlet ve geri kalan her şeyle ilgili ilan ettiği politikasına sıkı sıkıya bağlı kalmaya devam ediyor.

Tek bir ana akım İsrailli politikacı, hele hele Başbakan Benjamin Netanyahu ve onun aşırılık yanlısı hükümeti bu düşünceyi aklından bile geçirmiyor.

Amerika'nın dış politikası genellikle sağduyuya aykırı olduğu için bu şaşırtıcı değil.

Washington uzun zamandır kaybedilen savaşlara giriyor ve artık hiçbir ABD yönetimi ya da başkanı, başarısızlık, geri çekilme ya da daha kötüsü yenilgiyle anılmak istemiyor. Amerika'nın şimdiye kadarki en uzun savaşı olan Afganistan savaşı bunun en yakın örneği.

İsrail'in, Capitol Hill'deki müttefiklerinin ve medyanın yanı sıra lobilerin ve zengin bağışçıların sahip olduğu muazzam etki nedeniyle Tel Aviv'in ABD'nin iç politikaları üzerinde Kabil'den çok daha etkili olduğu açık. Dolayısıyla soykırım ve imha ile suçlanan bir ülkeye ABD'nin askeri ve siyasi desteği devam ediyor.

Ancak bu gerçeklik, ABD'nin Orta Doğu'da attığı adımları genellikle körü körüne takip eden Avrupa için siyasi bir ikilem yaratıyor.

Tarihsel olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan kurallar üzerinde çok az istisnai gelişme olmuştur.

Fransa Cumhurbaşkanı JackChirac, 2003 savaşına giden süreçte Washington'un Irak politikalarını şiddetle reddederek ABD'nin dayattığı konsensüse meydan okumuştur. Ancak bu tür önemli ama nispeten münferit çatlaklar sonunda onarıldı ve ABD Batı'nın tartışmasız lideri rolüne geri döndü.

Ancak gelinen noktada Gazze, Batı için büyük bir kırılma noktası haline geldi ve Batı'nın 7 Ekim olaylarından hemen sonra İsrail'i desteklemek için oluşturduğu birlik parçalandı.

Son dönemde bazı Batı Avrupa ülkelerinin İsrail'i soykırımla suçlayan güçlü tutumları ve aynı zamanda İsrail'i sorumlu tutmak amacıyla Küresel Güney ülkeleriyle güçlerini birleştirmeleri büyük bir değişimi temsil ediyor.

İsrail'in Gazze'de işlediği suçların boyutunun bazı Avrupa ülkelerinin tahammül edebileceği ahlaki eşiği aştığı söylenebilir.

Ancak bundan daha fazlası var.

Asıl cevap ise meşruiyet meselesinde yatıyor. Batılı liderler de bu konuyu dile getirmekten artık çekinmiyorlar. Yakın zamanda İrlanda eski Cumhurbaşkanı Mary Robinson "uluslararası düzenin çöküşüne" karşı uyarıda bulundu.

Mary Robinson yazdığı bir makalede;

“Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı'nın çalışmalarını, cezalandırıcı tedbirler ve yaptırım tehditleri yoluyla gayrimeşrulaştırmaya yönelik her türlü girişime karşı çıkıyoruz."

ifadelerini kullandı.

Ancak ABD yine de meydan okumaya devam etti ve ABD Temsilciler Meclisi geçtiğimiz hafta, UCM yetkililerine yaptırım uygulama yetkisi vermeyi amaçlayan H.R. 8282 sayılı kararı kabul etti.

Batı tarafından kurulan uluslararası düzenin meşruiyetinin çöktüğüne dair atıflar son aylarda BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de dahil olmak üzere pek çok kişi tarafından yapıldı ve yapılmaya devam ediyor.

Artık mesele; sadece Gazze soykırımı değil. Aynı zamanda Batı'nın geleceğiyle de ilgili.

Washington uzun bir süre boyunca, en azından müttefiklerinin gözünde, Batı'nın kolektif çıkarları ile uluslararası kurumlara göstermelik bir saygı arasındaki dengeyi korumayı başardı. Ancak ABD'nin artık bu dengeyi koruyamadığı ve Avrupa'da liderliğinin tartışıldığı açık.

Tartışma