Münih güvenlik fayı kırılırken

💢 Depremi takip eden iki haftalık süreçte dünyada birbirinden tehlikeli gelişmelerin gölgesinde 59. Münih Güvenlik Konferansı düzenlendi.

💢 Küresel jeopolitik sistemi anlamak isteyenler için bir "kristal küre" işlevindeki konferans bizlere ne söylüyor? 

1. resim

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü, bir asır öncesinin şartlarına benzer bir ortamda, büyük sınamaların gölgesinde karşılamaya hazırlanıyor. 6 Şubat’ta 12 ilini doğrudan ve nüfusunun tamamını dolaylı şekilde etkileyen deprem felaketinin hemen öncesinde Türkiye küresel çıkar çatışmalarının kesişme noktasında, bu çıkarların çarpışmalarıyla doğan şimşeklerinin aydınlattığı coğrafyada denge sağlama gayretindeydi. Pazarcık’taki ilk deprem pek çok saati 04.17’de durdurdu ama dünya dönmeye devam ediyor. Bir yandan depremzede vatandaşlarımız için sürdürülebilir yardım ve kentleri yeniden inşa etme programlarının üstesinden gelmek bir yandan da uluslararası konjonktürün Türkiye için doğurduğu tehdit ve fırsatların izini sürmek mecburiyetindeyiz.

Depremi takip eden iki haftalık süreçte neler olduğunu şöyle bir özetleyecek olursak: Rusya’nın Ukrayna Savaşı’nın yıldönümünde yeni bir saldırıya başlayacağına dair bilgiler ağırlık kazandı, ABD ile Çin arasında başlayan “Balon Krizi” dallanıp budaklandı, İran’ın nükleer silah üretmek için ihtiyaç duyduğu yüzde 90 seviyesinde uranyum zenginleştirme çalışmasında yüzde 84 seviyesine ulaştığı iddia edildi, Kuzey Kore Hwasong-15 tipi kıtalararası balistik füzesinin denemesini yaptı, İsrail 18 Şubat gecesi Suriye’nin başkenti Şam’da muhtemelen Hizbullah örgütü tarafından kullanılan bir binaya nokta operasyonu düzenledi, DEAŞ-Horasan örgütü yayınladığı bir video ile Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Uygurları özgürleştirmenin ilk sırada yer alan hedeflerinden biri olduğunu duyurarak ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve İran’ın hedefleri arasında olduğu uyarısını yaptı, Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, Kuzey Akım Boru Hattı’na yönelik sabotajın ABD-Norveç işbirliğiyle gerçekleştirildiğini dünyaya duyurdu…

Ve yukarıda saydığımız birbirinden tehlikeli tüm bu gelişmelerin gölgesinde 59’uncu Münih Güvenlik Konferansı gerçekleştirildi. Münih Güvenlik Konferansları, 2018 yılından itibaren “İkinci Soğuk Savaş mı Başlıyor?” sorusuyla beraber daha da önem kazandı. Konferans için seçilen konu başlıklarından, davetli listesine kadar tüm ayrıntılar, küresel jeopolitik geleceği anlamaya çalışanlar için pusula işlevi görmeye başladı. Münih’teki 48 saatlik zirvede söylenen ya da söylenmeyenler, jeopolitik uzmanlarının geleceği görmesine yardımcı olan “kristal küre” işlevi görüyor bir süredir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi başlamadan 3 gün önce Anadolu Ajansı’nda yayınlanan ve 2022 yılındaki Münih Güvenlik Konferansı’nı değerlendirdiğim makaleye "Ukrayna Krizinde Münih Cephesi" başlığını atmış ve makaleye şu cümle ile başlamıştım:

Münih Güvenlik Konferanslarının 58’incisi tam anlamıyla “Ukrayna krizine” bağlı gelişmelerin etkisi altında geçti.

Makalenin finalini ise şu cümlelerle yapmışım:

İki dünyanın hasım süper güçleri arasındaki rekabet tırmanırken cephenin ortasında kalan Almanya, Ukrayna ve Fransa gibi ülkeler daha derin bir jeopolitik krize ilerliyor. İngiltere ve ABD’nin, Rusya’nın nüfuz alanlarının yeniden belirlenmesini talep ettiği "Büyük Oyun"a dönüşünü engellemekteki kararlı tavırları haziran ayında Madrid’de yapılacak NATO zirvesini daha kritik bir hale getiriyor. Gelişmeler, NATO’nun doğuya ilerleme planının Ukrayna-Karadeniz ve Kafkaslar ile sınırlı olmadığını, ittifakın Hint-Pasifik bölgesini de kendi etki alanı olarak gördüğüne işaret ediyor. Tayvan ile Güney Çin Denizi’nin Güneydoğu Asya’nın Ukraynası’na dönüşmesi halinde jeopolitik çelişkilerin daha da keskinleşeceği bir dünya bizleri bekliyor.

İşte geçen bir yılda bu çelişkilerin daha da keskinleştiğine tanık olduk. Nitekim geçen hafta sonu 59’uncusu düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda verilen mesajlar, yeni sıcak çatışma ihtimallerinin doğuşuna işaret ediyor.

Bu yıl konferansa Rusya ve İran’ın davet edilmemesi bu iki ülkenin Kuzey Atlantik İttifakı tarafından, net bir müttefiklik ilişkisi içerisinde Batı’ya karşı savaşan hasımlar olarak değerlendirildiklerini ortaya koydu. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın açıklamaları da bu bakış açısını teyit eder nitelikteydi.

İran’ın, mühimmat sıkıntısı çeken Rusya’ya kamikaze dronlar tedarik etmesine yönelik tepkiler, Tahran yönetiminin yalnızca nükleer programı nedeniyle değil, Moskova ile askeri ittifakını geliştirmesi nedeniyle de somut bir hedef haline geldiğini teyit ediyordu. Ancak Blinken Münih’teki açıklamalarında Rusya’nın başta gelişmiş savaş uçakları olmak üzere İran’a sağladığı askeri ekipman konusuna odaklandı. Kamikaze dronlar için bir ödeme niteliği taşıyan bu savaş uçağı satışı, ABD Dışişleri Bakanı’na göre İran’ın daha ciddi bir tehdit kaynağı haline gelmesine yol açtı.

Blinken’in bu açıklamalarının ve Münih Güvenlik Konferansı gündeminin ardından İran’a yönelik olarak 29 Ocak gecesi düzenlenenden daha kapsamlı kamikaze dron saldırılarının yapılması sürpriz olmayacaktır.

2022 yılı tamamlanmadan savaşın bitmemiş olmasının uluslararası toplumda yarattığı hayal kırıklığı sürerken gelişmeler 2023 yılında da bir diyalog masası kurulmasının mümkün olmadığına işaret ediyor. ABD Başkanı Biden çok kısa süre önce Ukrayna’ya F-16 savaş uçağı vermeyeceklerini açıklamışken, Münih Güvenlik Konferansı sırasında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin İletişim Koordinatörü John Kirby’den sürpriz bir açıklama geldi: “Müttefiklerimiz Ukrayna’ya savaş uçakları temin etme yönünde karar alırlarsa bunu memnuniyetle karşılarız”. Görünen o ki Ukrayna’ya tank gönderme konusunda köşeye sıkıştırılan Almanya-Fransa ikilisi henüz bu şoku atlatamadan, çok kısa vadede savaş uçakları gönderilmesi konusunda yeni bir sınav verecekler.

Uluslararası basına yansıyan haberler Münih’teki buluşmanın ertesinde Ukrayna’nın şiddetle talep ettiği uydu güdümlü uzun menzilli roketler ile F-16 uçaklarında kullanılacak füzelerin de tesliminin yakın olduğuna işaret ediyor. Ukrayna’nın yaz mevsimi sonuna kadar Kırım Yarımadası’nı ele geçirmesi hedefi netleşirken, Rusya’nın Donbas cephesindeki inisiyatifi ele geçirmesine müsaade edilmeyeceği anlaşılıyor.

Nitekim NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, Münih Güvenlik Konferansı’nın hemen öncesinde düzenlenen NATO Savunma Bakanları toplantısı vesilesiyle yaptığı açıklamaların da üzerinde durmak gerekir. Stoltenberg 13 Şubat’taki açıklamasında beklenen Rus taarruzunun çoktan başladığını öne sürerek, Rusya Devlet Başkanı Putin’in barış yapmaya niyetli olmadığını söyledi. Stoltenberg’in bir yandan “NATO bu çatışmanın parçası değildir” ifadesini kullanırken bir yandan da “NATO’nun Ukrayna’ya silah gönderme hakkı vardır” demesi ise savaşın aslında bir NATO-Rusya savaşı olduğunun itirafıydı.

59’uncu Münih Güvenlik Konferansı, Kuzey Atlantik İttifakı ile Rusya-İran ikilisi arasındaki jeopolitik fay hattında enerjinin giderek biriktiğini ve derin bir kırılmanın çok yakın olduğu gerçeğiyle noktalandı. Bu fay hattının diğer ucunda bulunan Çin Halk Cumhuriyeti için de durumun parlak olduğunu söylemek olası değil. Münih’teki söylemlerin içeriğine bakarak, AUKUS İttifakı’nı genişletmek ve Japonya’yı silahlandırmak için çabalarını artıran ABD-İngiltere ikilisinin, ABD Hava Kuvvetleri’nden General Mike Minihan’ın Ocak ayının son haftasında dile getirdiği Çin ile 2025 yılında çatışma çıkacağına dair kehanetini gerçeğe dönüştürme çabası içerisinde olduklarını söyleyebiliriz.

Mehmet Kancı

Tartışma