National Defence: Nükleer caydırıcılık kavramı yeniden mi şekilleniyor?

Çok sayıda ülkenin nükleer güce sahip olması, ABD'nin caydırıcılık etkisini giderek azaltıyor. Değişen nükleer dengeler, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzeni tehdit ediyor!

1. resim

ABD merkezli yayın organlarından National Defence'de, son dönemde özellikle Ukrayna savaşı özelinde artan nükleer tartışmalarının olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Mevcut küresel düzende, çok sayıda ülkenin nükleer güce sahip olmasının ABD'nin yıllardır devam eden caydırıcılık gücünü azalttığı tespiti yapılan analizde, mevcut gelişmelerin 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzeni de tehdit eder hale geldiği belirtildi.

Analizde ayrıca; Rusya'nın Ukrayna'ya karşı nükleer unsurları kullanma ihtimaline dair öngörülere de yer verildi.

İşte National Defence'da yayınlanan analiz:

Mevcut küresel düzende, çok sayıda ülkenin nükleer güce sahip olması, ABD'nin nükleer silahları caydırıcılık olarak kullanılmamasının etkisi giderek azaltıyor.

Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik nükleer tehditleri, Kuzey Kore'nin nükleer sınırları zorlaması ve İran'ın hızla nükleer bir güce dönüşmesi 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzeni tehdit ediyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, artan küresel tırmanmayı nükleer tehdit ile yıkımın eşiğine getirmesi ise an meselesi olabilir.

Yaptırımlar, değişen normlar, siber araçlar ve sürekli gelişen nükleer olmayan stratejik silahlar caydırıcılık unsurları arasına eklenirken, dünya da yeni bir caydırıcılık gerçekliğine doğru ilerliyor.

Çeşitli uluslararası raporlar, şu anda nükleer silahlara sahip olan ulus-devletlerin sayısının bu silahları terk edenlerin sayısından iki kat daha fazla olduğunu iddia ediyor.

Kuzey Kore 2003 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'ndan resmen çekildi ve o tarihten bu yana bilinen altı nükleer deneme gerçekleştirdi. Hindistan ve Pakistan hiçbir zaman bu anlaşmayı imzalamadı ve birer nükleer güç haline geldiler.

Çin ise anlaşmaya tanımış bir nükleer devlet olarak, nükleer gücünü korumaya hatta artırmaya devam ediyor. Pentagon'un tahminlerine göre, Çin'in 2030 yılına kadar konuşlandırılmış nükleer savaş başlığı sayısı ABD'yi ve Rusya'yı geride bırakacak.

Ancak bütün bu nükleer silah gerçekliğinin Armageddon'u çağrıştırması gerekmiyor.

Her ne kadar liberal demokrasiler caydırıcılık dışında nükleer kullanımdan kaçınsalar da, insan haklarını defalarca ihlal eden, toprak egemenliklerini görmezden gelen ve çatışmalarda orantılılık sınırlarını reddeden Rusya ve Kuzey Kore gibi çeşitli devletler, nükleeri her an hedefleri doğrultusunda kullanabilir.

Ancak herhangi bir nükleer kullanımının ilk türevinin, ABD ve Sovyetler Birliği'nin test ettiği onlarca megatonluk bomba türlerinden gelmesi pek olası değildir.

ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre tehdit taktik nükleer başlıklı füzelerin kullanımı ile başlayabilir ve bu tür seçenekler Rusya'nın envanterindeki 1000 ila 2000 adet stratejik olmayan nükleer başlıktan oluşmaktadır.

Onlarca ton ağırlığındaki bu silahlar, nükleer silahların vaat ettiği “küçük bir paketteki müthiş güç” ile şehirleri yok etme kapasitesine sahip değildir.

Amerika Birleşik Devletleri'nin George H.W. Bush yönetiminin sonunda taktik nükleer silahlarını elden çıkarmasının ardından, bu tür stoklara sahip tek bir ülke olarak Rusya kalmıştır.

O nedenle Putin'in Ukrayna'da bu tehditi kullanma olasılığı da yükselmektedir.

ABD taktik nükleer silahlarını rafa kaldırmış olsa da, geçen yıllar içerisinde Moskova caydırılamadı ve Kırım'ı ele geçirdikten sonra, en ağır normları bile ihlal etmeye devam etti.

Ufukta görünen şey ise; Rusya'nın açık, zorlayıcı ve dayanılmaz sonuçlar olmaksızın bir eşiği daha ihlal etme olasılığıdır. Rusya bunu özellikle, Putin rejimini sona erdirecek ezici bir ABD tepkisini tetikleyeceği için kesinlikle emin olmadan yapmayacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri; yaptırımlar, değişen normlar, siber araçlar ve sürekli gelişen nükleer olmayan stratejik silahlar ile yeni caydırıcılık unsurları yaratmaya çalışsa da dünya, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzenin tehdit edildiği daha kaotik bir döneme doğru hızla ilerliyor.

Tartışma