Project Syndicate: ABD eşi görülmemiş ve zor zamanlardan geçiyor
ABD merkezli Project Syndicate, eski başkan Donald Trump'ın başkanlık seçimlerini kazanması durumunda polis devleti kuracağını iddia etti.
ABD'de 5 Kasım 2024'te Başkanlık ve Kongre seçimi yapılacak. Seçim öncesi yapılan anketler de kamuoyuyla paylaşılmaya devam ediyor.
ABC/Washington Post tarafından gerçekleştirilen son anket, Biden ile Trump arasında 2024 başkanlık seçimleri için yapılan varsayımsal karşılaştırmanın sonuçlarını ortaya koydu.
Ankette, katılımcıların yüzde 51'i Trump’ı desteklerken, Biden selefinin 9 puan gerisinden kalarak yüzde 42 oranında destek aldı.
İki kez mahkemeye çıkarılmış, şu anda hakkında ciddi suçlardan dört ayrı iddianame bulunan eski başkan Trump, iki büyük siyasi partiden birinin fiili lideri durumunda.
ABD merkezli Project Syndicate, eski başkan Donald Trump'ın 2024'teki başkanlık seçimlerini kazanması durumunda polis devleti kuracağını iddia etti.
İşte Project-Syndicate'teki o yazı:
Cumhuriyetçi Parti’yi kendi suretinde yeniden yaratan Donald Trump’ın mali kabahatlerine ve darbe girişimindeki rolüne dair deliller artsa da 2024 başkanlık seçimlerindeki adaylığı kesin görünüyor. Demokratlar bu ayki çeşitli seçimlerde iyi iş çıkarsa bile anketlere göre çekişmeli kilit eyaletlerde Trump mevcut başkan Joe Biden’ın önünde. Kısacası, çürümüş bir şey var ABD'de.
Polis devleti kurabilir
Trump’ın olası ikinci dönem başkanlığı demokrasi için ilkinden çok daha büyük bir tehdit olur. Kendi görünüşüne ve söylemine bakılırsa daha da radikalleşmiş durumda. Üstelik Trump destekçileri 2020 seçimlerini iptal ettirmeye yönelik başarısız girişimden bazı dersler çıkardı.
Yandaşı düşünce kuruluşları ABD devletinin güçler ayrılığı ilkesini paramparça etme planları yapıyor. Böylelikle Trump polis devleti kurarak siyasi muhaliflerini hedef alabilecek. The Heritage Foundation adlı düşünce kuruluşuna ait ‘Proje 2025’in amacı “solun yıkıcı politikalarından muzdarip Amerikalılara bir an önce soluk aldırmak adına yeni yönetimin ilk 180 günde alacağı tedbirler için bir taktik plan oluşturmak.” Çalışmaların merkezinde kilit makamları Trumpçı kadrolarla doldurmak olacak.
Medyanın yükümlülüğü
Berbat gidişattan Trump’ın ve siyaset zümreleri içindeki destekçilerinin sorumlu olduğu ortada. Ama ona gereğince karşılık veremeyen Amerikan solu ve olgulara dayalı haber yapan medya da sorumlu. Reaksiyonlar, örtük normalleştirmeden (Büyük bir partinin aday tercihine kim karşı çıkabilir?) Trump destekçilerine sıfır toleransa kadar uzanıyor. Ancak duruma müdahale etmek için yol haritası yok. Halbuki Amerikan demokrasisinin geleceği söz konusu.
İşe yarar bir tepki verilecekse ilk bakışta çelişkili görünen iki tutum benimsemek gerekiyor. Birincisi, merkez ve sol siyaset bir araya gelerek Trump’ın ve yakın çevresinin Amerikan Cumhuriyeti için ölümcül tehdit oluşturduğunu ilan etmeli. Önde gelen Trump yandaşlarını da reyting artıran gevezeler olarak görmeyi bırakıp aynı şekilde davranmaları şart. Trump’ın Amerikan demokrasisini yok etmeye yönelik net planları sürekli gündemde tutulmalı.
Ama sol ve merkez siyaset bir yandan da çoğu Trump destekçisinin meşru memnuniyetsizlikleri olduğunu görmeli. Olası başarı tepkilerin bu yönü hep eksik kalıyor. MAGA (Amerika’yı Tekrar Büyük Yap) hareketi içinde güçlü beyaz-milliyetçi ve ırkçı unsurlar bulunduğuna şüphe yok ancak önümüzdeki seçimlerde Cumhuriyetçilere oy verecek insanların çoğunluğu bunlardan oluşmuyor.
Eğitimli çalışanların kazancı düşüyor
ABD nüfusunun ciddi bir kısmı son 40 yılda ekonomik sorunlar yaşadı. Lise ve altı okullardan mezun erkeklerin reel (enflasyona göre düzeltilmiş) kazancı 1980’den beri düşüşte. Ortalama ücretler ise 2010’ların sonuna kadar aynı seviyede kaldı. Bu arada üniversite mezunu ve programlama gibi özel becerilere sahip Amerikalıların gelirleri ciddi şekilde arttı.
Değişim terse döndü
Emek piyasasındaki dönüşümün birçok sebebi var ve bunların birçoğu yerleşik siyasetçilerin ve medyanın yıllar boyu çalışanların yararınaymış gibi gösterdiği ekonomik trendlerden kaynaklanıyor. Her gemiyi yüzdüreceği varsayılan küreselleşme dalgasının sonunda birçokları karaya vurdu. ABD’de imalatı daha rekabetçi kılıp işçilerin yararına olacağı varsayılan otomasyon, üniversite mezunu olmayanların kazanç düşüşündeki en büyük faktör oldu. Bu arada sendikalar, asgari ücret yasaları ve düşük ücretli çalışanları koruyan kurallar zayıfladı.
Bu trendlerin mağduru birçok çalışan, sosyal açıdan da mevzi kaybettiğini düşünüyor. Geçmişte dezavantajlı olan azınlıklar, kadınlar, LGBTQ+ topluluğu gibi grupların lehine olan hukuki, siyasi ve kültürel değişimler diğerlerini telaşlandırdı. Bu süreçte birçok Amerikalı kendi dünya görüşünün ve şikayetlerinin gerek ana akım medya gerekse eğitimli teknokrat elitler tarafından ciddiye alınmamasına gücendi.
Yakın zamanlı bir makalede iktisatçı Ilyana Kuziemko, Nicolas Longuet-Marx ve Suresh Naidu az eğitimli çalışanlar ile iyi eğitimliler ve Demokrat Parti arasındaki ekonomik öncelik farklarını ortaya koydu. Sıradan çalışanların önceliği asgari ücret, iş garantisi, ticarete karşı koruma ve güçlü sendikalarken elitler piyasaya hukuksuz müdahale olarak gördükleri bu tarz programlara itiraz ediyor. Demokratik Parti’nin dezavantajlılara yardım için tercih ettiği yöntem ise vergi ve transfer sistemi aracılığıyla gelir dağılımını düzenlemek.
Çalışanlar ile merkez sol siyaset arasındaki kopukluk ABD’ye özgü değil. İktisatçılar Amory Gethin, Clara Martínez-Toledano ve Thomas Piketty’nin de gösterdiği gibi 21 Batı demokrasisinde benzer bir politik kayma söz konusu. 1950 ve 60’larda işçi sınıfı düzenli olarak merkez sol ve sosyalist partilere oy verir, zengin ve daha eğitimli seçmen ise sağa yönelirdi. Ama 2010 itibarıyla eğitimliler büyük ölçüde merkez sol partilere oy vermeye başlarken çalışan kesim sağa kaydı. Bunun bir sebebi de merkez sol partilerin, çalışanların maddi menfaatleriyle ve diğer öncelikleriyle uyumlu politikalardan uzaklaşmasıydı.
Gidişatı tersine çevirmek için merkez sol partilerin sadece benimseyecekleri spesifik politikaları değil kullandıkları dili de değiştirmeleri gerekiyor. Ayrıca üst makamlara iyi eğitimli elitlerin doluşmasına izin vermek yerine çalışan kesimi parti yönetim kadrolarına getirecek proaktif çabalar gerekebilir.