gdh'de ara...

Rus askerinin gözünden Ukrayna'daki savaş

Rus ordusunun gerçek durumunu bu kez hava indirme birliği askeri olarak Ukrayna’ya savaşa gönderilen ve sağlık sorunları nedeniyle iki aylık hizmetten sonra geri dönen 33 yaşındaki Rus askeri Pavel Filatev bir kitapta ele aldı.

1. resim
13.08.2022

24 Şubat’da Ukrayna’ya saldırı başlatan Rus Ordusu'nun durumu ile ilgili son 5 ayda yüzlerce makale ve haber yayınlandı. “Dünyanın ikinci büyük ordusu” diye övülen Rus Ordusu Ukrayna’ya topyekün saldırının ardından “aç”, “savaşamayan”, “tecavüzcü”, “savaş suçu işleyen”, “yağmacı” sıfatları ile anılmaya başladı. Ancak bu değerlendirmelerin çoğunluğu dışarıdan idi. Rus ordusunun gerçek durumunu bu kez hava indirme birliği askeri olarak Ukrayna’ya savaşa gönderilen ve sağlık sorunları nedeniyle iki aylık hizmetten sonra geri dönen 33 yaşındaki Rus askeri Pavel Filatev bir kitapta ele aldı. 

Pavel Filatev Volgograd’da doğdu, 2010’lu yıllarda Çeçenistan’da askerlik yaptı, geçtiğimiz sene Ağustos ayında ise işsizlik ve parasızlık yüzünden yeniden sözleşmeli askerliğe başvurdu. Rusya’nın 56. Hava Saldırı Alayı askeri olarak Ukrayna topraklarındaki savaşa katıldı. Onun yer aldığı bölük savaşın ilk günlerinde Herson’a saldırıya geçti. Çatışmalarda aldığı travma nedeniyle tahliye edildi, tedaviye gönderildi ve bir daha cepheye dönmedi. 

Şimdi ise savaşa karşı çıkıyor ve gördüklerini anlatarak gerçeklerin ortaya çıkmasına yardımcı olmaya çalışıyor. “ZOV” adında bir kitap yazan Filatev, Rus ordusunun savaş öncesi durumunu ve işgalin ilk günlerini anlattı. “Vajnıe İstorii” sitesi, o kitaptan önemli kısımları yayınladı. 

Filatev kitabına şu sözlerle başlıyor:

“Savaştan döneli bir buçuk ay oldu. “Savaş” kelimesini kullanmanın yasak olduğunu biliyorum. Ancak bu savaştı: bizim Rus ordusu Ukrayna ordusuna ateş ediyor, onlar cevap veriyor, mermiler, füzeler patlıyor. İki taraftan da askerler ölüyor. Aynı zamanda “özel operasyon” adlandırılan savaşın başladığı yerde yaşama “şansına” sahip olan siviller ölüyor… 

Savaş öncesi Rus Ordusu

“Birkaç ay farklı yerlerde başarısız şekilde iş aradıktan sonra geçtiğimiz sene Ağustos ayında yeniden orduya dönme kararı aldım. 33 yaşındayım ve halen kendi evim yok… Kırım’daki askeri birliğe gitmem emredildi. 10 gün sonra bir üniforma verdiler, ancak sadece yazlık. Kafama göre bere yok, gidip kendim aldım. Sabah sıraya geçince dehşete kapıldım: sahnede iki dev Rusya Federasyonu ve Deniz Kuvvetleri bayrakları var, yüksek sesle milli marş okunuyor, ancak askerlerin yarıdan çoğu söylemiyor…

Ekim ortalarında geçiş sezonu ve kış için üniformalar dağıtıldı – ancak yıpranmış ve beden yok. Yıpranmış ve bedenime uymayan üniformayı almayı reddettim; komutanlık ile gerilim yaşadık; zira isyancıları sevmiyorlar. Bölük komutanı ile tartıştıktan sonra gidip kendime kışlık asker montu aldım. Komutan intikama başladı, günaşırı nöbet yazıyordu…

***

Paraşüt atlamak için eğitim alanına gidiyoruz. Gece hava eksilerde, üstü açık KamAZ’larla, herkes soğuktan ağaç gibi olmuş. Çoğu askerin sıcak kıyafeti bile yok; bir kısmına verilmemiş, bir kısmı eski üniformayı almak istememiş. Ertesi gün ateşle uyanıyorum, çift taraflı zatürre… Bir hafta içinde benim bulunduğum askeri birlikten yaklaşık 30 asker bronşit, bademcik iltihabı, solunum yollarının enfeksiyonu teşhisi ile revire kaldırıldı. Hepsi paraşütle atlamaya katılanlar…

Bu saçmalıklardan bıktığım için Savunma Bakanlığına şikayet yazdım: “81505 sayılı askeri birlikte benim komutanlarım askeri haklarımı yerine getirmiyor. Üniforma sağlamaları gerekirken, yarısını kendim aldım. Yemek yetmiyor. Üç buçuk aydır askerim, halen daha bu askeri birlikte hizmette olduğum mazbatama işlenmedi. Halen adıma bir silah yok. Paraşütle atlama öncesi kısa hazırlığı dikkate almazsak, üç buçuk aydır eğitim verilmiyor. Sözleşmeli askerler arasında bıkkınlık ortamı var ve sigara odalarında “Sözleşme biran önce bitseydi” diye tartışıyorlar.  Bu kadar stratejik bir noktada ben sadece anarşi görüyorum”.

Bu şikayetimin ardından birlik komutanlığı hızla bir mahkeme tertipledi, beni birliğin en kötü askeri olmakla ve sürekli disiplin ihlali ile suçladı. 

Savunma Bakanlığı, cevabında bana sağlık dileklerinde, disiplin kurallarına uyma ve bu tımarhanede hizmete devam etme  tavsiyesinde bulundu. Ve düşünün, Hava İndirme Birlikleri, Rus Ordusu'nun elit birliklerinden. Diğer birliklerde durumun nasıl olduğunu düşünmek bile korkutucu…

Eğitim nasıldı?

Şubatın ortalarında benim bulunduğum alay da diğer birlikler gibi Eski Kırım’daki poligona götürüldü.  Haberlere bakarak bir şeyler olduğunu anlıyordum. Bir taraftan insan yerine konulmadığım, haklarımın sadece kağıt üzerinde olduğu, maaşımın “Magnit” marketler şebekesindeki hamaldan bile az olduğu bir orduda kalmak istemiyordum. Bu ordunun hiçbir kabiliyetinin olmadığını görüyordum. Diğer taraftan bir şeyler olacağını ve bu durumda kaçmanın ayıp olacağını, korkaklık olarak değerlendirileceğini düşünüyordum… 

***

40 kişi bir çadırda kalıyorduk. Ranzalar ve bir soba vardı. Hatta Çeçenistan’da bile şartlar daha normaldi. Kantindeki yemekler garnizondan bile daha kötüydü. Yıkanacak yer yoktu. Benim gibi diğerlerinden biraz geç gelenlerin ne uyku tulumu, ne kamuflajı, ne zırhı, ne de miğferi vardı…

Şubatın ortasında sobayı ısıtacak bir şey ve yıkanacak yer olmadığından bazı insanlar denize giriyordu. Bu nedenle şubat ayında artık askeri hastaneler hastalarla doluydu ve hatta bu yüzden yatılı tedaviye yasak getirmek zorunda kalmışlardı.  Ben komutanımı her gördüğümde “Uyku tulumum ve “Ratnik takımım nerde” diye soruyordum. O ise bunların olmadığını, nerede yatacağımın ve gerekenleri nereden alacağımın benim sorunum olduğunu söylüyordu…

***

Sonraki birkaç gün bizi atış poligonuna götürdüler. Nihayet orada ilk kez elime makineli tüfek aldım. 4 aylık süre içerisinde silah bile verilmemişti.  Ancak 4 ay sonra verdikleri makineli tüfeğimin de kayışı kopmuş ve paslanmıştı; daha ilk gece ilk atışların ardından takıldı. 

Tahminen 20 Şubat’tı, herkesin toplanıp acil hareket etmesi için emir geldi; bilinmeyen bir yöne doğru yürüyüş başladı. Çoğu kişi eğitimlerin nihayet sona erdiğini umuyordu. Ancak bizi Kırım’daki Armyansk şehrinin yakınında bir tarlaya götürdüler. UAZ’ların çoğunda soba bile çalışmıyordu. Herkes kirli ve bitkindi. Bazıları neredeyse bir ay poligonda çok kötü şartlarda yaşamıştı, herkesin sinirleri gergindi, çok ciddi, ancak belirsiz bir ortam vardı…

Kimse bir şey anlamamıştı, herkes sadece tahminde bulunuyordu. 23 Şubat’ta alay komutanı geldi, hepimizi Ordu ve Donanma Günü dolayısıyla tebrik etti ve yarından itibaren günlük maaşımızın 69 dolar olacağını söyledi. Bu, ayda 200 bin rubleden fazla demek idi ve ciddi bir şeyler olacağının somut işareti idi.  Biz bunun Kırım’daki “Kibar adamlar” operasyonu veya eğitim olmadığını, tam kapsamlı savaş başladığını anladığımızda ve füze, uçak ve helikopter saldırıları altında Ukrayna sınırını geçtiğimizde herkes hiçbir paranın bu işe değmeyeceğini konuşmaya başladı…

Savaş nasıl başladı?

24 Şubat’ta gece saat 2’de KamAz’ın arkasında uyandım, konvoy ıssız bir yerde durdu, motorlar, farlar kapatıldı. Bir gürültü duydum, gökyüzü yaylım ateşi ile aydınlandı. Sağdan ve solda topçular ateş etmeye başladı. Ne olduğunu, nereye, kime ateş ettiklerini anlamak zordu. Bir mırıltı duyuldu: “Başladı”.  Ben bunun “KırımBizim” senaryosunun olmadığını ürkütücü şekilde idrak ettim…

Ancak halen anlayamıyordum: biz saldıran Ukraynalılara mı ateş ediyoruz? Yoksa NATO’ya mı? Yoksa biz mi saldırıyoruz? Bu cehennem ateşi ne için?.. 

Ordu öyle kurulmuş ki, kimseye soru soramıyorsun, kimse açıklama yapmıyor. Sadece silahı atıp geriye kaçarak korkak olmayı kabul etmen, ya da herkesle birlikte ileri gitmen gerekiyor. Şimdi kullanıldığımı anlıyorum: bir yerde vatanseverlik propagandasıyla, bir yerde güçle (yasalar ve cezalar), bir yerde şekerle (maaşla), bir yede ödülle (para ödülleri ve rütbe vaatleri)…

***

Konvoy canlanıyor ve yavaşça ilerlemeye başlıyor. Gittiğimiz yönde çatışma ve patlama sesleri duyuyorum. İçinde bulunduğum araç dağıtılmış Kırım-Ukrayna gümrük karakolunu yavaşça geçiyor. Sınırı geçerken ezilmiş, duman yükselen, kurşunlanmış arabalar görüyorum. Tabelalar görünüyor, Ukraynaca yazılar, Ukrayna bayrağı…

Birden araba aniden ıssız sokakta duruyor ve “Savaşa” emri geliyor. Hepimiz aniden arabadan beceriksizce iniyoruz ve yolun iki tarafında savaş pozisyonu almaya çalışıyoruz: bazıları dizi üstünde duruyor, bazıları uzanıyor, bazıları da kirlenmemek için aptalca duruyor. Allahtan emir yalandan verilmiş, yoksa iyi hazırlanmış bir düşman bizi bu eğitimle güzelce yok ederdi…

***

Bu süre içerisinde ben makineli tüfeğimle ilerliyorum ve tehlike arz eden her şeye ateş etmeye hazırım. Neden, ne için, niye gidiyoruz, belli değil. Sadece gerçek bir savaşın başladığı belli. Daha sonra bize Herson’a gitme, Dinyeper nehri üzerindeki köprüleri işgal etme emri verildiği anlaşılıyor. Ukrayna’ya saldırdığımızı anlıyoruz…

Artık bizden yaralananlar ve ölenler olduğunu öğreniyorum. Sonra üzerimizden savaş uçağı alçak uçuş yapıyor, bizim mi, değil mi, kimse anlamıyor, çünkü komutanlıkla irtibat yok. Komutan irtibatın olmadığını, ancak şimdi korkmak zamanı olmadığını, ileri gideceğimizi söylüyor. Bunu söylerken yüzünde yapmacık bir cesaret ifadesi var, ancak gözlerinden onun da korku içinde olduğunu görüyorum…

25 Şubat’ta ilerlemeye hazırlanıyoruz. Birden sağlık servisi yetkilisi geliyor ve yaralı koyacak yer aramaya başlıyor. Bizim aracın arkasında sadece iki kişinin olduğunu, arabanın ise mayın kutuları ile dolu olduğunu görüyor. Yaralıyı sedyede kutuların üzerine uzatıyorlar, doktor iğne yapıyor, sarıyor ve bize izlememizi söylüyor: kanama başlarsa, ipi sıkmamız gerekiyor.

Yaralı, zırhlı araca ateş ederken geri seken kurşunla bacağı kırılan bir gençti.  Sessizce inliyor ve sürekli üşüdüğünü söylüyor. Sonra bana o gencin öldüğünü söylediler. “Amerikan filmlerinde” olduğu gibi askeri hastaneye tahliye etmek ve ilgili, güzel sağlık görevlilerine teslim etmek yerine biz onu mayınlarla birlikte freni çalışmayan bir  “Ural”ın arkasında düşmanın içerilerine doğru götürüyorduk…

Rus askerlerin sivillere davranışı

Ukrayna yerleşim birimlerinde çok az sayıda insanla karşılaştık. Bizi kindar bakışlarla izliyorlardı. Bu evlerden gelebilecek tehlike beklentisi ve endişe duygusunun yanı sıra o insanların vatanseverliklerine saygı duyuyordum. Biliyordum ki, o evlerden birinden bana tehlike olursa düşünmeden ateş edeceğim. Dikkatsizlik veya gecikme benim veya arkadaşlarımın ölümü demekti. Ancak aynı zamanda da kimseyi öldürmek istemiyordum. Konvoyun yanından otoyolla çantalı siviller yürüyordu; belli ki savaştan kaçanlar idi. Bizim ilerleyeceğimiz Herson’dan kaçıyorlardı. Yanımızdan video kayıt cihazı olan yüzlerce otomobil geçiyordu, bazıları ise açık pencereden bizi telefonla kayda alıyordu. İşte böyle bir tımarhane durumu…

***

…Bir anda bulunduğumuz pozisyonun sağ tarafında yolda bir şey yanmaya başladı. 10 dakika sonra ise solda yangın çıktı.  Birisi sağdan ve soldan etrafımızdaki kuru kamışları yakmış. Belli ki bilinçli olarak yapılmış ve bunu yapan bizimkiler değil. Sivillere sinirleniyorum. Biliyorum, biz orada çağrılmamış misafiriz, ancak kendi güvenlikleri için bizden uzak durmaları gerekiyor. Bu yüzden hem şaşırıyorum, hem kızıyorum…

…Biz burada ne yapıyoruz? Ne işimiz var. Bu bizim özel operasyonumuz değil ki. Biz polis değiliz, OMON değiliz. Herkes Ukrayna ordusu ile savaşmaya odaklanmış ve kimse sivillere burada ne ölümümüzün olduğunu anlatmıyor, zira kendimiz de bilmiyoruz. Ancak bunları tartışmak için artık çok geç, artık ön cephedesin ve ya sen öldüreceksin, ya da seni öldürecekler...

****

28 Şubat’ta birisinin zırhlı araçtan ateş ederek sivil otomobili vurduğuna ilişkin söylenti duyuyorum. Arabada anne ve çocukları varmış, sadece bir çocuk sağ kalmış. Her savaşta suçsuz insanlar ölüyor ve yine ölecek, ancak bir anda kalbim acıyor. Bizim iktidarımız kendi kendine kimle nasıl yaşanacağına karar verirken iki taraftan da askerler buna alet oluyor, siviller ölüyor. İnsan bunu idrak ettiğinde nasıl davranacağını bilmiyor. Her şeyi bırakıp gidersen korkak ve hain olacaksın. Devam edersen insanların ölümünün ve acılarının sebebi olacaksın. 

Savaşın ilk günleri

Herson’a nasıl saldıracağımızı düşünüyorum. Belediye başkanının ekmek ve tuzla bizi karşılayacağını, binaya Rusya bayrağını çekeceğini ve bizim askeri geçit töreni ile şehre gireceğimizi düşünmüyorum. Duyduğum kadarıyla Herson büyük şehir, oraya konvoyla girersek, mahvolduk. Bizim hazırlık düzeyimizi ve organizasyon kapasitemizi biliyorum, o yüzden kendimi en kötüye hazırlıyorum.  Ukrayna ordusunda işler o kadar kötü mü ki, bizim komutanlık bu kenti öyle kolayca alabileceğimize karar verdi? Bizim dün kenti işgal etmemiz gerekiyordu, çünkü saldırımız beklenmiyordu, ancak her zaman böyle olmuyor. Normal zamanlarda bile berbat olan durumumuz savaş zamanı daha da kötüydü…

****

…Düşmanın “Grad”larını yok etmemiz bekleniyor ve belli ki, o zaman en az 200-300 ölü ve yaralımız olacak. Zira uçaklarımız ve helikopterlerimiz çoktan görünmüyor, irtibat yok, herkes yorgun, uyumak istiyor. Ancak kimse de ölmek istemiyor. Bazıları son güçleriyle kan ter içinde hendek kazıyor. Yaklaşık 500 kişiyiz. Araçlar rastgele dizilmiş, hendekler kazılıyor. Kumdan yapılan siperlerin bizi MLRS saldırısından kurtaramayacağını anlıyorum. Sabaha sağ çıkamayacağım düşüncesiyle boğazımda bir yumruyla yürüyorum. Bir grup askere yaklaşıyorum, tanışıyoruz, bulundukları 11.Tugay’dan sadece 50 kişinin sağ kaldığını anlatıyorlar. Kendimin de aynen bu şekilde MLRS saldırısı ve Ukrayna ordusunun karşı hamlesiyle onursuzca ölüp gideceğimi düşünüyorum ve çok utanıyorum. Bizim için bu, bir kıyma makinesi olacak. Yorgunuz, kendi toprağımızda değiliz, coğrafyayı bilmiyoruz, irtibat yok, hava ve topçu desteği yok, ileri gidenler artık yok edilmiş… Nerede an güçler? “Armat”lar, “Sarmat”lar, “Beyaz Kuğu”lar ve televizyondaki diğer propaganda çerçöpleri nerede?..

Bizim tüm hazırlığımız sadece kağıt üzerindeydi, askeri araçlarımız umutsuzca eskimiş. Bizi – hava indirme alayını savaşa “UAZ”larla gönderdiler! Askeri araçların büyük bir kısmı cepheye kadar bile gidemedi, oysa bu, sadece 200 kilometrelik bir mesafe. Bizim hatta dedelerimiz kadar bile taktiğimiz yok…

Bu düşüncelerle bir “UAZ”a yaklaşıyorum, bir yerlerden bir şişe konyak buluyorum…

***

Herson’a saldırıya hazırlanıyoruz. Hava İndirme birliklerinin ciddi silah ve mühimmatı yok, biz ana ordu değiliz, sayımız sadece 40 bin, bir kısmı da yeni askere gelenlerden oluşuyor ve onlar da garnizonda. Ordu nerede?..

Biraz daha ilerliyoruz, karşıda küçük bir köprü görünüyor, burası artık kentin girişi. Köprüde konvoyumuz sıralanıyor ve olduğu yerde kalıyor… Kuşatma için ideal yer, dar bir yolda uzayan konvoy. Kendi zırhsız UAZ’larımızda ideal hedef olarak 20 dakika hareketsiz bekliyoruz. Ve sonra geri hareket ediyoruz. Meğerse doğru dönüşü kaçırmışız…

Yağmacılık

Hava kararıyor, herkesin siperlere çekilmesi emri geliyor. Çok soğuk, ayaz başlıyor, bazıları sıra ile uyumaya çalışıyor. Kimsenin uyku tulumu yok. Şiddetli rüzgar başlıyor, soğuk iliklerimize işliyor. Üzerinde uyumak için bir şey aramaya gidiyorum. Bazıları karton ve bez parçaları bulmuşlar, onlarla örtünmeye çalışıyorlar. Karşıda evler var. Birisinin boş olduğunu ve içinde yaşam olmadığını görüyorum.  Aynı bahçenin içindeki diğer eve bakıyorum ve içeri girip evdekilerden battaniye isteme arzumla mücadele ediyorum. Evde birileri olmasa da girerim ve ısınmak için bir şeyler alırım. Birkaç dakika sonra bu düşünceden vazgeçiyorum: tepkilerin ne olacağını kestiremiyorum. 

Aşağılık yaratıklar olarak yaşamaya çalışıyoruz. Bizim düşmana ihtiyacımız yok. Komutanlığımız öyle duruma sokmuş ki, sokak alkolikleri bizden daha iyi yaşıyor. Yere bir poşet seriyorum, bir gençle bir birimize sığınarak ısınmaya çalışıyoruz, üzerimize de başka bir naylon atıyoruz, ısıtmıyor, ama rüzgardan biraz koruyor…

Ertesi gün Herson deniz limanına geliyoruz. Herkes yorgun görünüyor ve çılgına dönmüş. Evlerde yemek, su, duş, yatmak için yer aramaya başladık. Bazıları da bilgisayarları ve eline geçen değerli eşyaları taşıyor. Ben de istisna değilim: ezilmiş bir kamyonda bir şapka buldum, aldım. Birkaç kişi televizyon odasında haberleri izliyordu, onlar da bir şişe şampanya buldular…

Bulunduğumuz ofiste mutfak ve buzdolabı vardı. Biz vahşi gibi her şeyi yedik – yulaf, reçel, bal, kahve… Kimsenin hiçbir şey umurunda değildi, biz artık son raddeye gelmiştik; çoğunluk bir ay yıkanmadan ve normal yemek yiyemeden yaşamıştı. Ve bu bir aydan sonra insanları dinlenmeden savaşa göndermişlerdi. O yüzden herkes kaotik biçimde uyumak için yer arıyordu, duş sırasında ise kavga çıktı… 

İnsanları bu kadar vahşileşecek duruma getirmişlerdi…Bir gecede her şeyin altını üstüne getirdik. Hatta grivna aramak için kahve otomatını kıran asker bile gördüm…

Savaş yorgunluğu

3 Mart’ta bizim Mikolayiv’e, oradan ise Odessa’ya saldırıya geçeceğimize ilişkin söylentiler yayıldı. İnanmadım. Gerçekten yukarıdakiler burada insanların ne kadar bitkin olduğunu anlamıyor mu? Motorize piyadelerin toplu şekilde savaşa katılmayı reddettiği söylentileri bize kadar ulaştı, o yüzden dinlenme şansımız yok. Savaşmayı reddedenlere kızıyorum…

Sonra bir ay “Groundhog Day” oldu. Biz topçu ateşi altında siper kazdık, bizim topçular Ukrayna ordusuna ateş etti. Bizim hava araçlarımız hiç görünmüyordu. Ön cephede yemeden, yıkanmadan, normal uyumadan siperde nöbet tuttuk. Herkesin sakalları uzamış ve vücutlarımızı kir basmıştı. Üniformalar ve bereler tamamen yıpranmıştı. Üst düzey komutanlıktan kimseyi görmüyorduk. İki güne bir kutu kuru gıda dışında yiyecek hiçbir şey yoktu. 

Sonra daha önce Çeçenistan’da olduğu gibi, her öldürülen Ukrayna askeri veya vurulan Ukrayna aracı için ödül para vereceklerini duyurdular. Ancak kimse yeni üniforma, ayakkabı, sıcak kıyafet getirmedi. Birkaç insani yardım kutusunun içinden sadece ucuz çorap, atlet, iç çamaşırı ve sabun çıktı. Sadece arada Feodosiya’daki eşimden ve akrabalardan paketler geliyordu. Çoğu zaman bu paketler bize ulaşmıyordu ve açılıyordu, ancak yine de sadece onlar sayesinde normal çay, kahve, çikolata, konserve yiyebiliyorduk…

****

Birliğimizden birisi 3 milyon ruble yaralı ücreti almak ve bu cehennemden kurtulabilmek için uzuvlarını kurşunladı. Bizim esirlerin parmaklarını ve cinsel organlarını kestiler. Bir yerde ölü Ukraynalılar direğe bağlandı, onlara isimler takıldı…

Topçu ateşleri sonucu birkaç köy yeryüzünden silindi. Bir nine bizimkileri poğaça ile zehirledi. Herkeste mantar oluştu, birilerinin dişleri düştü, birilerinin derisi soyulmaya başladı. Bazıları mevzide yorgunluktan uyuyordu. 

***

Her bombardımanda kafamı yere gömüyordum ve beynimden “Tanrım, eğer sağ kalırsam bunları değiştirmek için her şeyi yapacağım” düşüncesi geçiyordu. Ölmekten korkmuyordum, sadece böyle aptalca öleceğimden utanıyordum. Ne için? Kim için? Üsttekilerin bizi umursamamalarından utanıyordum. Onlar her seferinde bizim insan olmadığımızı, hayvan olduğumuzu sergiliyorlardı. Savaş öncesinde ordumuzun dağılması için ellerinden geleni yapmışlardı, bundan utanıyordum…

İnsanın savaş alanını terk ettiğinde hissettiği duygular tarif edilemez. İki ay boyunca kir, soğuk, açlık, ter, ölümün yakında olması hissi… Maalesef, bizim muhabirleri ön cepheye bırakmıyorlar; bu nedenle de ülke yıkanmamış, kirli, zayıflamış ve küstahlaşmış paraşütçülerden, onların hatta savaş zamanı bile askerinin teçhizatıyla ilgilenmeyi başaramayan vasat komutanlarından tiksinmiyor. Bizim askerlerden yarısı Ukrayna üniforması ile geziyordu; çünkü daha kaliteli ve rahattı; ya da bizim askerin üniforması tamamen parçalanmıştı. Bizim büyük ülkemiz ise kendi ordusunu giydirmeyi, yedirmeyi bile başarmıyor. 

Yaralıların kaderi

Nisanın ortalarında topçu ateşi sırasında gözüme toprak kaçtı ve keratit başladı. Birkaç gün acı çektikten ve gözümü kaybetme tehlikesi altında yaşadıktan sonra gözlerim tamamen kapanınca nihayet tahliye ettiler. Beni tahliye etmek için gönderdikleri sağlık görevlisi, şırınga ve ağrıkesici olmadığını söyledi…

Durumu anlamak için Rus askerleri ile şimdi Ukrayna ordusunda da bulunan Amerikan askerlerinin ilk yardım çantasını karşılaştırmak yeterli olacak. “Jiguli” ve “Mercedes” kıyaslaması gibi düşünün…

Beni hastaneden taburcu olarak askeri birliğine dönmeyi bekleyen askerler için belirlenen bir kışlaya getirdiler. Orada savaştan dönen, yaşadıklarının ve sağ kalarak medeniyete kavuşma sevincinin etkisiyle çılgına dönen yüzlerce insan vardı. Bazıları çok kekeliyordu, iki kişi hafızasını kaybetmişti, çok fazla alkol alanlar vardı, geceler 100 bin rubleye fahişelere giden vardı…

Tedavi ve ilaç masraflarını kendim karşıladım. Ben iki ay tedavi olmak için uğraştım, savcılığa, komutanlığa, askeri hastaneye gittim, Devlet Başkanına mektup yazdım. Kimsenin umurunda olmadı. Kimse yardım etmedi. Ne sigorta, ne tedavi…

Her şeye tükürdükten sonra askeri sağlık komisyonundan geçmeye ve tedavi için ordudan ayrılmaya karar verdim. Komutanlık hizmetten kaçtığımı iddia ederek ceza davası açılması için savcılığa başvurdu. Çoğu insanı bu tür tehditlerle geri döndürmeye çalışıyorlar. Onların amacı omuzlarındaki yıldız sayısını arttırmak için mümkün olduğunca çok sayıda insanı geri döndürmekti – hazırlık ve teçhizat olmasa da olurdu…

Kendi askerlerini çürüten bir ordu… Savaşta olanlar artık geri dönmek, bir hiç uğruna ölmek istemiyor. Ebeveynlerine hiçbir tazminat ödenmeyen çok sayıda ölü var. Yaralılar ve hastalara vaat edilen tazminat ve sigortalar çoğu zaman ödenmiyor. Bölüklerin yarısı yok, bir kısmı ölmüş, yaralanmış, bir kısmı farklı sebeplerle geri dönmüş. Hatta halen hiçbir kuruş ödeme yapılmayan sözleşmeliler var. Savunma Bakanlığına yazılan mektuplardan ise sonuç bile alınamıyor. Başkaları gibi ben de “Putin’den” dediğimiz 3 milyon rubleyi almadım. İki aylık “özel operasyon” süresinde benim kartımda 215 bin ruble vardı…

Rus Ordusu neden başarısız?

Başarısızlığımızın en önemli nedeni hiçbir manevi hakkımız olmadan başka ülkeye ve bize en yakın halka saldırmaktı. Bütün bunlar başladığında ben Nazilerin varlığına inanan ve Ukrayna ile savaşmak isteyen çok az insan tanıyordum. Bizim hiçbir nefretimiz yoktu ve Ukrayna halkını düşman olarak görmüyorduk. 

Başarısızlığın ikinci sebebi ise nasıl başlamamız idi. “Özel operasyon”a Ukrayna topraklarına roket, füze, hava saldırıları ile başlamak… 24 Şubat’ta bu patlamalarla uyanan insanlardan biz ne tür bir karşılama bekliyorduk? Bundan sonra halkın işgalcilere karşı ayaklanmayacağını kim bekleyebilirdi? 

Üçüncü sebep ise bizim ordumuzdaki korkunç yolsuzluk ve kendi başınalık, ahlaki ve teknik aşınma. Kariyerde yükselme ancak bağlantılar ve sisteme sadakat varsa, mümkün. Rusya ordusunda sorunlar karşılaşmamak için sana söylenen en aptal şeyleri bile yapman gerekiyor. Subaylara halen daha sözleşmeli profesyonel orduyu değil, zorunlu orduyu nasıl yönetmeleri gerektiği öğretiliyor. Orduya sözleşmeli seçimi her türlü mantıktan uzak, sözleşmeli olarak çalışmak zor, istifa etmek ise daha da zor. Sözleşmelinin maaşı oldukça az…

Askeri disiplin kuralları eski ordu için yazılmış ve çağdaş realite ile hiçbir alakası yok. Biz hizmet ediyoruz, ancak orduyu güçlendirmiyoruz. Araçlarımızın çoğu eski ve yeterli değil, yeni tedarik zinciri etkili şekilde çalışmıyor. Bir çok şey sadece kağıt üzerinde ve raporlarda mevcut. Üniforma ve teçhizatımız rahat değil ve kalitesiz. Çoğu asker Amerikan, Avrupa ve hatta Ukrayna üniformalarını alıp giyiyor. Biz neden 1941’de olduğu gibi yine de çağdaş askeri realitelere hazır değiliz? Neden orduda hizmette olan milyonlarca erkek bunu biliyor ve susuyor? 

Rus askerleri savaşmak istiyor mu?

Orduda çoğunluk yaşananlardan, hükümetten, komutanlıktan, Putin’den ve onun politikalarından, orduda hizmette olmayan Savunma Bakanından memnun değil. Askerlerin çoğu kimseyi öldürmek istemiyor ve savaş istemiyoruz. Ancak biz vatanseverlik propagandasıyla, yasalarla, asker arkadaşlarımız karşısında suçluluk duygusuyla zincirlenmişiz. Kimse korkak olmak istemiyor, o yüzden silahı bırakıp kaçmak istemiyoruz…

Ben siperlerde propagandacılar Skabayeva’nın, Solovyev’in, Kiselyev’in, Rogozin’in, Lavrov’un, Medvedev’in çocuklarını görmüyorum, ancak sürekli onların öldürmek emirlerini duyuyorum. Hangi milletvekilinin oğlu savaşıyor? Onların çocukları köylülerin ve işçilerin çocuklarından daha yetenekli ve akıllı mı? Yoksa ebeveynleri onlara bizim gibi hayat istemiyor mu? Çoğu insan savaşa gidiyor, çünkü hiç olmazsa bu, para kazanma şansı…

Biz hepimiz intikam, vatanseverlik, para, borç, kariyer, devlet karşısında korku gibi faktörlerin esiriyiz. Bana göre, biz kaybetmişiz. Biz Donetsk ve Luhansk’ı birleştirmedik, biz korkunç bir savaş başlattık. Şehirlerin yok olduğu, çocukların, kadınların ve yaşlıların öldüğü bir savaş…”

Vajnie İstorii'de yayımlanan çalışma gdh.digital tarafından tercüme edilmiştir.