The Financial Times: İsrail ve ABD, 1982'de yaşananlardan ders çıkarmalı
1982'deki Ariel Şaron'un kibri ile yaşanan sürecin etkileri, bölgede hala devam ediyor. Son kırk yılın dersi; Filistinli silahlı grupları yok etmeye yönelik her girişimin daha kötü sonuçlar ürettiğidir.
İngiltere merkezli Financial Times'da, İsrail ve Hamas arasında yaşanan çatışmaların olası sonuçlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
1982 yılında yaşanan sürecin bugüne de ışık tuttuğu belirtilen analizde, o dönemdeki İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron'un “kibri” ve ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig'in “onayı” ile gerçekleşen çatışmaların etkilerinin hala devam ettiği belirtildi.
Analizde ayrıca, bölgesel değişimler ve küresel ittifakların kritik bir kavşağa ulaştığı ve bölgedeki şiddetin uzun sürebileceği belirtildi.
İşte The Financial Times'da yayınlanan analiz:
Gazze kuşatması başladı ve İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu, hafta sonu İsrail'de yaşanan dehşetin ardından Hamas'ı "ortadan kaldırmaya" yemin ederek "güçlü bir intikam" sözü verdi.
Hamas Gazze Şeridi'nden tamamen çıkarılabilir ve Netanyahu eylemin "Orta Doğu'yu değiştireceğini" iddia ediyor.
İsrail ve Hamas arasında, grubun 2007'de bölgeyi şiddet kullanarak ele geçirmesinden bu yana dört savaş yaşandı ve her biri savunulamaz statükoya geri dönüşle sonuçlandı.
1982 yazında dönemin savunma bakanı Ariel Şaron'un Filistin Kurtuluş Örgütü'nü güney Lübnan'dan temizleme sözü vermesinin yankıları dikkat çekiciydi. O da Orta Doğu'yu değiştirmek istiyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig'in başını sallayıp göz kırpmasıyla Şaron askerlerini Beyrut'a kadar gönderdi ve şehri iki ay boyunca kuşatma altına aldı.
Filistin Kurtuluş Örgütü sonunda Lübnan'ı terk etmiş olsa da, İsrail'in devlet olmayan bir varlığa karşı ilk büyük ölçekli kara savaşı en kötü stratejik hatalarından biriydi ve İsrail'in Lübnanlı Hıristiyan müttefiklerinin Sabra ve Şatilla katliamına yol açtı.
Şaron'un kibrinin ve Haig'in göz kırpmasının sonuçlarını, Şam'dan Tahran'a uzanan bir direniş ekseninin doğuşu da dahil olmak üzere hala yaşıyoruz.
İsrail sadece Filistin Kurtuluş Örgütü'nü kovmak değil, aynı zamanda Beyrut'ta barış yapacak dost bir hükümetin kurulmasına yardımcı olmak ve Lübnan'daki silahlı kuvvetlerini darmadağın ederek Suriye'yi dize getirmek ve belki de masaya oturtmak ve tüm bunları Filistinlilere tek bir taviz vermeden yapmak istiyordu.
Eğer Netanyahu bu kez Gazze'yi bombalayabileceğini ve ardından Filistinlilere önemli bir çözüm sunmadan Suudilerle normalleşme görüşmelerine dönebileceğini düşünüyorsa, Riyad'ı ciddi şekilde yanlış okuyor demektir.
Son kırk yılın dersi de Filistinli silahlı grupları yok etmeye yönelik her girişimin sadece daha aşırı yinelemeler ve daha kötü muammalar ürettiğidir.
İsrail'in Lübnan'ı işgalinden iki gün sonra bir uçak dolusu İran Devrim Muhafızı Şam'a geldi ve Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'ın onayıyla Lübnan'ın Bekaa Vadisi'ne doğru yola çıktı ve İran Levant'a geldiğinden bu yana hiç ayrılmadı.
Bu gelişmelerin ardından Tahran'ın 1979 İran devriminden bu yana en çarpıcı adımı olan Hizbullah kuruldu ve Amerika'yı Lübnan'dan ve Orta Doğu'dan çıkarmaya yemin etti. 1983'te ABD, intihar kamyonlarının önce Beyrut'taki büyükelçiliğini, ardından da ABD-Fransa çok uluslu gücünün deniz piyadelerini havaya uçurmasıyla yıkıcı bir darbe aldı. Başkan Ronald Reagan deniz piyadelerini geri çekerek ABD savaş gemilerini kısa süreliğine Lübnan açıklarında tuttu.
Hamas'ın yıldırım saldırısında ölenler ve rehineler arasında ABD vatandaşlarının da bulunması ve bir ABD uçak gemisinin de yolda olması nedeniyle Amerika artık İsrail'in müttefiki olmanın ötesinde bir rol oynuyor. İsrail intikam peşinde ama ABD, 1982'deki daha geniş uyarılara kulak vermeli.
O dönemde Sovyetler, Mısır'ın taraf değiştirerek ABD müttefiki olmasının ardından önemli ölçüde zemin kaybettikleri Orta Doğu'da yeniden nüfuz kazanmanın yollarını arıyordu. Beyrut'taki Sovyet Büyükelçisi Alexander Soldatov, Moskova'nın Orta Doğu'daki herhangi bir Amerikan başarısına karşı olduğunu açıkça ortaya koydu ve Lübnan ile İsrail arasında ABD'nin aracılık ettiği anlaşmayı bozmak için çalıştı.
Benzer şekilde, Rusya'nın da Cumartesi günü İsrail'de yaşanan dehşete herhangi bir destek verdiğine dair bir kanıt yok ve Moskova, Tel Aviv ile iyi ilişkilerini sürdürüyor. Ancak özellikle Washington Ukrayna'yı desteklerken ve İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirmeye çalışırken, Rusya'da Amerikan karşıtı gündem devam ediyor.
Mevcut çatışma; özünde modern tarihin en uzun işgaliyle ilgili ve İsrail kendi güvenliği için durmaksızın çabalarken, Filistinlileri ise mülksüz bırakan bir işgal söz konusu.
Ancak daha büyük resim, bölgesel değişimler ve küresel ittifakların kritik bir kavşağa ulaşmış olmasıdır. Şu anki tehlike, şiddeti önümüzdeki yıllarda da sürdürecek daha fazla stratejik hata yapılmasıdır.