SIPRI: NATO ittifakı kritik bir dönüm noktası yaşıyor!
Küresel çatışmalar, ABD'de yaşanacak seçimler, Avrupa'nın güvenliği, nükleer savaş riski... Dünyanın yaşadığı kritik dönüm noktasında NATO nasıl bir strateji izleyecek?
İsveç merkezli düşünce kuruluşu Stockholm Uluslararası Araştırmaları Enstitüsü'nde, Rusya-Ukrayna savaşı başta olmak üzere dünyadaki çok sayıda gelişmenin, 75. kuruluşu yıldönümü yaklaşan NATO'nun stratejilerine olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
NATO'nun 75. kuruluş yıldönümü yaklaşırken, dünyada Rusya-Ukrayna savaşı başta olmak üzere yaşanan küresel çatışmaların, ABD'nin NATO yaklaşımının ve Avrupa'nın güvenliğinin NATO için öncelikli hale geldiği belirtilen analizde, yaşanan büyük gerilimlere rağmen nükleer bir savaşın çıkmaması ise şans olarak değerlendirildi.
Analizde ayrıca, NATO'nun kuruluş amacının Sovyetler Birliği ile mücadele olduğuna dikkat çekilerek, ittifakın bundan sonra atması gerektiği adımlara dair öngörülerde bulunuldu.
İşte SIPRI'de yayınlanan analiz:
NATO 75. yıldönümüne yaklaşırken, ittifakın tam bir dönüm noktası yaşadığına dair yaygın bir kanı var.
Sovyetler Birliğini caydırmak için kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün, şimdi ilk temel görevi bir kez daha Rusya'yı caydırmak ve Avrupa'yı savunmaktır.
Yıllarca barışı koruma ve başka yerlerdeki teröristlerle mücadeleye odaklandıktan sonra NATO müttefikleri şimdi yeniden caydırıcılık ve Avrupa'da toprak savunması üzerine düşünmeye başladılar. Ancak NATO henüz bu açıdan tam bir politika çizmiş değil.
NATO nükleer çağın şafağında kuruldu ve soğuk savaşı başarıyla yönetti. Stratejik meselelerle ilgili teorilerin ve düşüncelerin çoğu ittifakın ve Amerika Birleşik Devletleri'nin yaklaşımları ve politikaları geliştikçe gelişmiştir.
Stratejik düşüncenin temelleri geçerliliğini korumaktadır
Soğuk savaşın sona ermesinden bu yana çok şey değişti. Uluslararası sistem artık iki kutuplu değil.
ABD'nin Çin'i 'hızlanan tehdit' olarak görmesi ve düşüncelerinin çoğunu 'Tayvan senaryosuna' dayandırması Avrupa için de sonuçlar doğurmaktadır. Kuzey Kore ve İran gibi diğer potansiyel düşman aktörler, soğuk savaş dönemine kıyasla çok daha yeteneklidir.
Dahası, teknolojik bağlam da temelden değişmiştir. Soğuk savaş sırasında stratejik istikrarı doğrudan etkileyen konvansiyonel silahlar yoktu. Ne bir siber uzay alanı ne de yapay zekanın (AI) yarattığı zorluklar vardı. Bu yeni faktörlerin kavramsal çerçevelere dahil edilmesi elbette gereklidir ve şu anda ilk aşamalarında olan bir süreçtir.
Caydırıcılık ve stratejik meselelerle ilgili eski tartışmaların birçoğunda bulunan ve bugün çok daha az revaçta görünen daha derin bilgelik son derece geçerli olmaya devam etmektedir. Hiçbir şeyin kesin olmadığı, caydırıcılığın kesin bir bilim olmadığı, olasılıkların her yerde olduğu ve düşmanın algılarının çok önemli olduğu fikirleri, belki de o dönemden çıkarılacak en değerli ve zamansız derslerdir.
Bu dersler, ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir hükümetin ya da ittifakın her şeyi kontrol edemeyeceğini, kısacası caydırıcılığın riski ortadan kaldıramayacağını ortaya koymaktadır.
Buna göre, caydırıcılık ve savunmaya ilişkin tüm düşüncelerin temelinde daha mütevazı bir yaklaşım yer almalıdır. Zira, nükleer strateji diye bir şeyin gerçekten mümkün olup olmadığı tartışmaya açıktır.
Şampiyon boksör Mike Tyson ünlü bir sözünde; 'Herkesin suratına yumruğu yiyene kadar bir planı vardır' demiştir. Aynı şey muhtemelen hayatta kalmanın söz konusu olduğu güvenlik ve savunma alanındaki sorularla ilgili strateji oluşturmak için de geçerlidir. Bu nedenle nükleer strateji ve 'tırmanma yönetimi' üzerine yazılanların çoğunu bir tuz tanesi ile almak en iyisidir.
Güvenlik ikilemi
Belirsizliğin keskin farkındalığı, soğuk savaş sırasında nükleer ve stratejik tartışmaların merkezinde yer alan bir dizi kavrama yansımıştır. Belki de en önemlisi, güvenlik ikilemi fikrinin temelini oluşturmaktadır.
1951 yılında John H. Herz tarafından ortaya atılan güvenlik ikilemi, 'devletlerin kendi güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik kendi kendine yardım girişimlerinin, niyetten bağımsız olarak, her birinin kendi önlemlerini savunma, diğerlerinin önlemlerini ise potansiyel tehdit olarak yorumlaması nedeniyle diğerleri için artan güvensizliğe yol açma eğiliminde olduğu yapısal bir kavramdır'.
Mantıksal olarak bunun ardından algıların merkeziliği ve en azından hasmı, değerlerini ve hırslarını anlamaya çalışmadan hiçbir stratejinin tasarlanamayacağı anlayışı gelmektedir.Bu aynı zamanda algıların dikte edilemeyeceğinin ve bir tarafın beyan ettiği niyetlerin diğer taraf için asla otomatik olarak ikna edici olmayacağının kabul edilmesi anlamına gelir.
Günümüz bağlamına tercüme edildiğinde bu, NATO'nun savunma amaçlı önlemlerinin Rusya'da saldırı amaçlı olarak algılanabileceğinin ve dolayısıyla kontrolden çıkabilecek gelişmeleri tetikleme riski taşıdığının farkında olmak anlamına gelir.
Bu argüman ABD Savunma Bakanı Robert McNamara tarafından 1967 yılında, silahlanma yarışı ve Vietnam'daki savaşın yarattığı baskılar nedeniyle muhtemelen biraz daha yıpranmış olduğu uzun görev süresinin sonlarına doğru güçlü bir şekilde dile getirilmişti:
Onların niyetleri ne olursa olsun, bizim niyetlerimiz ne olursa olsun, ister saldırı ister savunma silahları olsun, her iki tarafın da nükleer güç birikimine ilişkin eylemleri mutlaka karşı tarafta tepkilere yol açacaktır.
Silahlanma yarışını körükleyen de tam olarak bu etki-tepki olgusudur.
Kontrol edilemeyen bir etki-tepki dinamiği riski konvansiyonel silahlarla ilgili olarak da mevcuttur ve aynı şekilde siber uzay, dış uzay ve yapay zeka alanındaki yeteneklerde de bulunabilir.
Bugün NATO genelinde güvenlik ikilemi konusunda benzer bir farkındalığın mevcut olup olmadığı şüphelidir. NATO'nun web sitesinde "Kayıtları düzeltmek" başlığı altında "NATO'nun çatışma peşinde olmadığı ve Rusya'ya karşı bir tehdit oluşturmadığı" belirtilmektedir.
Güvenlik ikilemini anlamak, Rusya'nın olayları bu şekilde görmediğini ve NATO'yu gerçekten bir tehdit olarak algılayabileceğini kabul etmek anlamına gelir. Daha da önemlisi, Rusya'nın NATO'nun değil kendi algılamalarına göre hareket edeceğini anlamak demektir.Bu normatif bir mesele ya da kimin haklı kimin haksız olduğu sorusu değildir.
Bu, uluslararası ilişkilerdeki temel dinamikleri bir gerçeklik olarak kabul etme meselesidir.
Uluslararası sistem
Modern tartışmalara geri getirilmeye değer bir diğer kilit unsur ise, devletler arasındaki çeşitli ikili ve çok taraflı ilişkilerin toplamından daha fazla bir şey olan uluslararası bir sistem olduğu fikridir.
Uluslararası politika ve güvenlik meselelerine 'sistemik' bir yaklaşım, güç dengesi ve istikrara dayanan herhangi bir analiz için mantıksal bir ön koşuldur. Böyle bir istikrar, hiçbir tarafın diğerine önce saldırmak için bir teşviki olmadığında elde edilir.
Sistemik bir yaklaşım aynı zamanda silahların kontrolü üzerine düşünmek için de bir ön koşuldur ve uluslararası sistem kavramını orijinal anlamlarından biriyle, yani güvenlik ikilemini yönetmeye yardımcı olan bir araç olarak, diğer şeylerin yanı sıra istikrar yaratarak veya istikrarı yeniden tesis ederek kullanır.
Avrupa'daki güvenlik ikilemini yönetmek, yani etki-tepki ivmesine rağmen istikrar yaratmak, NATO'nun önündeki kilit görevdir.
Ancak, yukarıda özetlenen dinamiklere odaklanmak yerine, günümüzün daha geniş Avrupa güvenlik tartışması, Rusya'nın emperyal veya sömürgeci bir güç olarak iddia edilen gerçek özüyle ilgilidir.
Rusya'nın egemen bir ülkeyi işgal etmeyi de içeren eylemlerinin ve rejiminin söyleminin son derece endişe verici ve kabul edilemez olduğuna şüphe yok. Ancak açıklamalar için yalnızca Rus kimliğine odaklanmak uluslararası ilişkilerin dinamik doğasını göz ardı etmektir.
Rusya'nın Batı'ya ve eylemlerine ilişkin algıları nadiren tartışılmaktadır.Batı'nın eylemlerinin stratejik istikrarı nasıl etkilediği de öyle.Rusya'nın niyetlerinin Avrupa güvenliği için çok önemli bir faktör olduğu açık olsa da, Rusya'nın doğasını tartışmak son derece spekülatif olma eğilimindedir.
NATO'nun hem Ukrayna'daki savaşın tırmanmasını önlerken hem de önümüzdeki yıllarda istikrarlı stratejik ilişkilerin temelini atarken kendisini en iyi nasıl koruyabileceğini belirlemede pek yardımcı olmaz.
Daha da kötüsü, Rusya'nın sadece emperyalist doğası gereği hareket ettiği fikrine saplanıp kalmak algılamaların önemini ve buna bağlı olarak Batı'nın caydırıcılık duruşunu tasarlamaması ve Rusya'ya yönelik politikalarını büyük bir dikkatle yönetmemesi halinde tetikleyebileceği gelişmeleri göz ardı etmektir.
Mevcut koşullar altında caydırıcılık kaçınılmazdır. Ancak tırmanma, sadece karşı tarafın algılarını dikkate alarak makul ölçüde iyi yönetilebilecek gerçek bir risk olmaya devam etmektedir.
NATO 75 yıl boyunca ayakta kalmayı başardığını düşünürken, bazıları da NATO'nun varlığının bile caydırıcılık konusunda 'işe yaradığını' iddia edecektir. Ancak belki de nükleer savaşın henüz patlak vermemiş olması tamamen bir şanstır.
Bu olasılığın bilincinde olmak NATO'nun geleceğini planlamaya yönelik her türlü girişim için en güvenli başlangıç noktasıdır.