gdh'de ara...

Suudi Arabistan-İran normalleşmesi: Ortadoğu’da “Pax-China” dönemi mi?

💢 Çin, Ortadoğu’da barışı inşa edebilen aktör konumuna ulaşmış gözükmektedir.
💢 Çin’in Suudi Arabistan ve İran gibi iki enerji ihracatçısını uzlaştırmasının küresel bir mesajı barındırdığı söylenebilir.

1. resim

Küresel güç mücadelesini ele alan analizler, en temelde ABD ile Çin arasındaki rekabete odaklanmaktadır. Zira 2030 senesi itibarıyla dünyanın en büyük ekonomisi olması öngörülen ve Pentagon raporlarına göre 2027 yılında askeri modernizasyon noktasında ABD’yi geçmesi öngörülen Çin’in yükselişi, Washington yönetiminin ilgisini Asya-Pasifik Bölgesi’ne yoğunlaştırmasına sebebiyet vermekte.

Esasen Donald Trump döneminde ABD’nin Çin’e karşı ticaret savaşları başlatması da iki ülke arasındaki ticari ilişkilerde ABD’nin her yıl Çin’e yaklaşık 300 milyar dolardan fazla açık vermesinden kaynaklanmakta.

Bu kapsamda Washington yönetimi, bir yandan Tayvan Sorunu, Hong Kong Meselesi, Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri ve hatta Tibet Sorunu gibi meseleler üzerinden Çin’in sinir uçlarıyla oynarken; diğer taraftan da ANZUS, QUAD ve AUKUS gibi ittifaklar vesilesiyle Çin’i çevrelemeye çalışan bir yaklaşım sergilemekte.

Nitekim ABD’nin Irak ve Afganistan’dan çekilmesi de Çin’i çevrelemeye daha fazla önem vermesiyle ilişkili. Lakin uluslararası politikanın fizik gibi olduğu da gerçek. Fizik, boşluk kaldırmaz! Yani sistem, boşluk kaldırmıyor. Dolayısıyla ABD’nin çekildiği yerlerde oluşan güç boşluğu, başka aktörler tarafından doldurulmaya çalışılıyor. Bunların başında ise Çin geliyor.

Tahmin edileceği üzere çevrelenmek istenen Çin, gerek küresel vizyonunu hayata geçirme gerekse de kuşatmayı aşma çabasıyla dünyaya açılmaya daha fazla ehemmiyet atfetmekte ve bu yüzden de ABD’nin çekildiği bölgelerde oluşan güç boşluğunu doldurmaya odaklanmaktadır.

Halihazırda ABD’nin ilgisinin azaldığı bölgelerin başında Ortadoğu geliyor. Buna karşılık Kuşak ve Yol Girişimi’nin güney güzergahını sağlama almaya çalışan Çin’in bölgeye yönelik ilgisinin arttığı da görülüyor. Kuşak ve Yol Girişimi, en temelde Pekin yönetiminin küresel ticareti ve ticaret güzergahlarını kontrol etme stratejisi olarak tanımlanabilir. Güney güzergahı ise İran’a kadar uzanan bir rotayı içermekte. Bu yüzden de Çin açısından Ortadoğu’da barışın inşa edilebilmesi oldukça mühim. Ne demek mi istiyoruz?

Uluslararası ticarete egemen olmanın ön koşulu, ticaret yollarının ve yatırımların güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu anlamda Basra Körfezi’nin istikrarı da Çin açısından elzem. Zaten bu yüzden de Çin, Ortadoğu’daki normalleşme süreçlerinde “barış yapıcı” aktör olarak konumlanma arzusu içerisinde.

Söz konusu bölgedeki en ciddi ihtilaf ise İran ile Suudi Arabistan arasında cereyan etmekte. Tahran-Riyad hattındaki ihtilafın bölgesel hegemonya mücadelesi ve mezhepsel rekabet ve İslam Dünyası’nın lideri olarak konumlanma arzusu gibi jeopolitik, ideolojik ve dini boyutları var. Bu yüzden de taraflar, özellikle de Arap Baharı’nın ardından pek çok coğrafyada vekaleten savaşlar yürütmüş ve farklı aktörlere verdikleri destekler vesilesiyle karşıt cephelerde yer almıştır. Bir anlamda Selefi ekseni yaratmak isteyen Riyad ile Şii Hilali oluşturmaya çabalayan Tahran sık sık karşı karşıya gelmiştir.

Öte yandan küresel hegemon güç olmanın temel vasfı, bulunduğu bölgede barışı inşa edilebilen aktör haline gelmektir. Pax-Americana denilen şey de en temelde ABD’nin ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri kapasitesiyle sistemin istikrarını koruyabilmesini ifade etmekte. Lakin güçten düşmeye başlayan ABD, barışı inşa edemeyeceğini anladıkça, gücünü koastan beslenmeye yönlendirmiş ve çatışmalardan azami kâr çıkarmaya odaklanmıştır. Bu nedenle de ABD’nin Ortadoğu’daki liderliğinin son döneminde bölgesel çatışmalar hız kazanmıştır. Barış inşasında zorlanan Washington, arkasında çatışmalar, bölünmüşlükler, kan ve gözyaşı bırakmıştır.

ABD’nin bölgeye olan ilgisinin azalmasının ardından Çin ise bölgenin en önemli ihtilafı olan İran-Suudi Arabistan anlaşmazlığını gidermeye yoğunlaşmıştır. Bunun ilk işaretlerini 2021 yılının Ağustos ayında ŞİÖ’nün Duşanbe Zirvesi esnasında İran’ın örgüte üyeliği onaylanırken; Suudi Arabistan’ın da gözlemci üye olmasında görmek mümkün.

Son dönemde Pekin’in Riyad ile Tahran arasında nasıl bir diplomasi yürüttüğü ise tartışma konusu olmuştu. Zira pek çok kesim, İran ile Çin arasındaki münasebetlerde ciddi anlaşmazlıkların bulunduğunu iddia etmişti. Bilhassa Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 7-9 Aralık 2022’de gerçekleşen Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi’ne ve Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi’ne iştirak etmesi, Pekin’in Tahran’la arasına mesafe koyduğu yönünde yorumların yapılmasına sebebiyet vermişti. Oysa İran’ın 2021 senesinin Nisan ayında Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılmasını sağlayan 25 Yıllık Kapsamlı İşbirliği Anlaşması’nı imzaladığı realitesi göz önünde bulundurulduğunda, Şi’nin Ortadoğu’da arabuluculuk diplomasisi yürüttüğünü anlamak mümkündü.

Nitekim arabuluculuk diplomasisinin yansıması olarak Şi’nin mevzubahis ziyaretinin akabinde Çin Başbakan Yardımcısı Hu Chunhua Tahran’a gitmiş ve bu ziyarette ikili ilişkilerin yolunda olduğunu gösteren mesajlar verilmiştir. Esasen Hu’nun Tahran’da verdiği fotoğraf, İran-Suudi Arabistan ilişkilerindeki normalleşme sürecinin de önizlemesini sunmuştur.

Tüm bu sürecin nihayetinde ise 13 Mart 2023’te İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musaad bin Muhammed el-Ayban ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkezi Dış İlişkiler Komisyonu Direktörü Vang Yi'nin katıldığı tören vesilesiyle İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi öngören anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma, iki ülkenin yedi yıl aranın ardından karşılıklı olarak büyükelçiliklerini açmasını öngörmekte.

Kuşkusuz bu gelişme, ABD’nin Ortadoğu’daki imajına gölge düşürecek mahiyette. Zira artık Çin, Ortadoğu’da barışı inşa edebilen aktör konumuna ulaşmış gözükmekte. Buna “Pax-China”nın ilk adımı demek de yanlış olmaz. Üstelik Pekin’in Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından belirginleşen enerji krizi karşısında Batı’ya karşı elini yükseltmek maksadıyla bir “Enerji Bloğu” inşa etmeye yöneldiği düşünüldüğünde, Çin’in iki enerji ihracatçısını uzlaştırmasının küresel bir mesajı barındırdığı da öne sürülebilir.

Tartışma