Tahran zirvesi: Astana sürecinden tahıl koridoruna
Tahıl koridoru krizinin Türkiye ara buluculuğunda çözümü, savaş uzayacak gibi görünürken hazırlıklı olunması gereken bölgesel ve küresel krizler için olumlu bir model oluşturacak.
Prof. Dr. Vişne Korkmaz, Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya geldiği Tahran’daki görüşmeler bağlamında Astana süreci ve tahıl koridoru meselesini AA için kaleme aldı.
19 Temmuz Tahran toplantısının Astana ayağı verilecek mesajların jeopolitik önemi nedeniyle gündemin ön sıralarına oturdu. Astana görüşmeleri Suriye özelinde ortaya çıkmış bir iş birliği modeli. Ankara, Tahran ve Moskova’nın Suriye’nin geleceği konusunda farklı fikir ve stratejileri olduğu biliniyor. Bu farklılıklar Astana diyaloğunun ortaya çıktığı günden bugüne Suriye’de sahada vuku bulan değişikliklere ve Münbiç, İdlib ve Tel Rıfat'da olduğu gibi eylem gerektiren durumlarda üzerinde anlaşılan protokollere rağmen ortadan kalkmış değil.
Farklılıklar zaman zaman aktörleri, birbirlerinin caydırıcılığını test eden stratejiler izlemeye de götürüyor. Rusya ve İran’ın Türkiye’nin caydırıcılığını sınamak için kendi güçlerinden ziyade Suriye rejimini kullanmayı tercih ettikleri, böylece rejimi Anayasa Komitesi çalışmalarını yavaşlatma ve köstek olma konusunda cesaretlendirdiği de bilinen bir gerçek. Tüm bu sebeplerle, son dönemde “Astana sürecinin altı boşalıyor mu?” sorusu sürecin takipçileri tarafından sıklıkla soruluyordu.
ABD faktörü
Bu sorunun son dönemde daha sık sorulmasının bir nedeni de Joe Biden yönetimindeki ABD’nin Orta Doğu politikasının Astana sürecini nasıl etkileyeceğiyle ilgili meraktır. Bir süredir Biden yönetiminin esas gündeminin İran Nükleer Anlaşmasıyla ilgili Viyana-Doha hattında süren görüşmeler dışında Orta Doğu olmadığı, öncelikli gündeminin Asya ve Ukrayna olduğu iddia ediliyordu.
Bu çerçevede Tahran toplantısından hemen önce gerçekleşen Biden’ın İsrail ve Suudi Arabistan ziyareti, ABD’ye Orta Doğu’ya yönelik sorumluluklarının maliyetini düşürmek istediğini ancak Orta Doğu’yu terk etmek gibi bir niyeti olmadığı mesajını vermek için fırsat sundu. Biden yönetimi, Rusya, Çin ve İran’a bölgede doldurmaları için alan açmayacağı mesajını verirken büyük ihtimalle Moskova ve Pekin’e odaklanıyordu.
Öte yandan Biden’ın Tahran’a da Viyana-Doha sürecinin sonsuza kadar sürmeyeceği uyarısı yaptığı görülüyor. Dolayısıyla ABD’nin ileriye yönelik gündem inşa etmek için kullandığı Rusya ve İran’a yönelik olumsuzlamanın, iki ülkenin tutumlarını nasıl etkileyeceği ve bu durumun Suriye’deki süreci nasıl etkileyeceği merak konusuydu.
Astana süreci yaşatılacak
Tahran’da Astana süreci çerçevesinde ortaya çıkan en somut mesaj, Suriye’nin geleceğine yönelik taraflar arasındaki farklılıkların giderilmemesine rağmen asgari müşterekler üzerinden Astana sürecinin yaşatılması yönündeki kararlılıktır. En önemli müşterek olarak görülen Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ilkesinin terörle mücadeleye bağlanması, özellikle Fırat’ın doğusunda terör örgütlerinin faaliyetlerinin ve bu örgütlere verilen dış desteğin zikredilmesi Ankara açısından önemli. Fırat’ın doğusunda ABD varlığının istenmemesi ve terör örgütleri PKK/PYD/YPG’ye ABD desteğinin ortadan kalkması konusunda taraflar Astana süreci başlarken durdukları pozisyonu koruduklarını gösterdiler.
Ankara açısından Tahran’da uyarılan tek aktörün Washington olduğunu söylemek zor. ABD’ye yönelik uyarıların yanında Suriye’de siyasi çözümün önünün tıkanmaması konusunda ciddi bir uyarının rejim üzerinden, bu süreci tıkadığı düşünülen aktörlerden Rusya’ya da gittiğini görüyoruz. Bu noktada Türkiye, Suriye gündeminin Ukrayna’da süren Batı-Rusya sürtüşmesinden olumsuz etkilenmemesi konusunda da aslında bir uyarı dillendiriyor.
Hatırlanacaktır; Ukrayna krizi şekillenmeye başladığında Rusya’nın, Doğu Akdeniz’deki varlığını güçlendirerek bunu Batı’yı sıkıştırma aracı olarak kullanıp kullanmayacağı sorgulanmıştı. Ancak Suriye ve Libya jeopolitiğinin bir parçası Ankara olduğundan Türkiye-Rusya ilişkilerine, özellikle de Türkiye’nin Ukrayna-Rusya denklemindeki dengeli tutumuna bir zarar vermemek için Moskova’nın belirli sınırlar dahilinde hareket etmesi de beklenmekteydi.
Tahran toplantılarında Ankara’nın uzun bir süredir çaba gösterdiği tahıl koridoru meselesinin görüşülmesi ve bir mutabakat oluşacağına yönelik olumlu sinyallerin gelmesi, Türkiye-Rusya arasında farklılıklara rağmen oluşmuş iş birliği modelinin hala işe yaradığını gösteriyor. Ayrıca ikili-üçlü-dörtlü zeminde Türkiye’nin arabuluculuğu ile süregiden tahıl diplomasisinde Ankara’nın güven sağlayıcı bir aktör olarak görüldüğünü de ispatlıyor.
Tahıl koridoru meselesi
Önemli tahıl üreticileri olan Rusya ve Ukrayna’nın tahıllarının depolardan uluslararası pazara çıkarılması aslında bölgedeki savaş dolayısıyla oldukça karmaşık. Bu süreç Ukrayna’da ilgili liman açıkları ve güzergahlarının mayınlardan temizlenmesini, limanların varış ve çıkış noktalarının kontrolünü, Karadeniz’de tahıl taşıyan gemilerin seyir güvenliğinin sağlanmasını, gemiler Türkiye’ye ulaştıktan sonra boğazlardan uluslararası pazara tahılın taşınmasını ve İstanbul’da Ukraynalı ve Rus yetkililerin görev alacağı koordinasyon merkezinin işlemesini içeriyor. Yani çok katmanlı ve farklı alanlarda kolaylaştırıcı eylemler gerektiren bir süreç.
Bu sürece kolaylaştırıcı olarak katılacak aktörün hem Karadeniz güvenliği açısından kabul edilebilir bir aktör olması, hem de Ukrayna Savaşı dahilinde savaşın tırmandırıcı etkilerine karşı aldığı pozisyon nedeniyle Kiev ve Moskova tarafından kabul edilebilir olması gerekiyor. Ankara dışında bu iki şartı yerine getirebilecek farklı bir aktörün olmadığı da krizin başlangıcından bugüne kadar çözüm denemelerinde bulunan Fransa, Romanya, Almanya ve AB gibi diğer bazı aktörlerin herhangi bir ilerleme sağlayamamalarından anlaşılmaktaydı.
Moskova neden yeşil ışık yaktı?
Kiev ve Moskova’nın birbirlerine güvenmedikleri aşikar. Hatta tahıl krizi bağlamında her iki aktör hem tahılın limanlardan uluslararası pazara çıkarılmasını önlemek hususunda hem de süreç başladığında limanlara ulaşımın savaş içerisinde kullanılacağı korkusuyla birbirlerini suçluyorlar. Dolayısıyla hem arabulucu hem kolaylaştırıcı olarak hareket eden Türkiye’nin güvenilir bir aktör olarak ortaya çıkması, bugün mutabakata yaklaşılmasının en önemli sebebi.
İki aktörün sorunu bir tırmandırma aracı olmaktan çıkarmak için başka sebepleri de mevcut. Öncelikle tahıl koridoru meselesi küresel gıda krizinin bir parçası ve gıda hammadde tedariki ve fiyatlarında yaşanan sorun en çok nüfus yoğunluğu yüksek ve “gelişmekte olan” ülkeleri, bölgeleri etkiliyor. Orta Doğu, Afrika, Güneydoğu Asya kırılgan olarak tanımlanan alanlar. Bu bölgelerdeki başat bölgesel güçlerin Ukrayna-Rusya Savaşı’nda ortada bir tutum izlemesi Moskova için önemli. Bu nedenle çözümsüzlüğün bir parçası gibi durmak ve küresel yönetişimi tıkıyormuş görüntüsü vermek istemiyor.
Ayrıca tahıl ticaretinden gelecek ekonomik katkının yanında Moskova tahıl koridoru üzerinden kendisine karşı uygulanan yaptırım rejiminin sınırlarını da göstermek istiyor. İstanbul’da BM, Moskova, Kiev ve Ankara’yı bir araya getiren Haziran’daki zirvenin hemen akabinde ABD, Rus menşeili tarım ürünleri ve gübrenin piyasalara çıkışının yaptırımlar nedeniyle engellenmemesi için bir dizi tedbir aldı. Bu tedbirlerin gıda hammaddesinin taşınması ve sigortalanması kısmında da etkili olması söz konusu. Benzer şekilde AB, 20 Haziran’da duyurduğu gıda güvenliğine yönelik bazı tedbirler arasında Rusya’dan tarım ürünlerinin temini, karşılığının ödenmesi ve üçüncü ülkelere satışıyla ilgili bir yaptırım uygulamadığının altını çizdi.
Bu motivasyonların yanında tahıl koridoru krizinin Türkiye ara buluculuğunda çözümü, Ukrayna savaşının uzayacağının varsayıldığı bir ortamda hazırlıklı olunması gereken bölgesel ve küresel krizler için de olumlu bir model oluşturacak. Ayrıca Ukrayna ve Rusya arasında barış görüşmeleri ortamının yeniden ayağa kaldırılması için gerekli güven inşası sürecini başlatacak. Her halükarda hem Astana garantörlük süreci içerisinde hem de tahıl koridoru diplomasisi çerçevesinde Ankara’nın meşru bir güvenlik sağlayıcısı olarak yerini pekiştirdiğini görüyoruz.