Taktik müttefik, stratejik rakip: Rusya

Geçtiğimiz hafta Recep Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin'in Soçi'de gerçekleştirdiği görüşmenin yankıları sürerken, Türkiye-Rusya ilişkilerinin bir ittifak mı yoksa stratejik bir yakınlaşma mı sorusu gündemde.

1. resim
15.08.2022

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmenin yankıları sürüyor. Ukrayna’nın, Ankara ile müttefiklik ilişkilerini bozmamaya çalışsa da, bu görüşmede alınan kararlardan rahatsızlık duyduğu aşikar. Ukrayna basınında, Türkiye’nin tarafsız arabuluculuktan Rusya eksenine kaydığı yorumları yapılıyor. 

Rus propaganda basınına bakılırsa, Moskova, Erdoğan’ın Putin ile 17 günde ikinci kez bir araya gelmesinin Ukrayna’da ve Batı’da doğurduğu rahatsızlıktan memnun. Ancak bununla birlikte, devlet kanallarında görüşmenin Erdoğan’ın Putin’e el uzatması değil, Putin’in Erdoğan’a seçim desteği niteliği taşıdığı yorumları yapılıyor.  

Batı’da ise Rusya’nın yaptırımlardan kaçışına yardım etmesi durumunda Ankara’nın zarar görebileceği iddiaları gündemde. Financial Times gazetesi, Avrupa Birliği’nin Türkiye-Rusya işbirliğini oldukça dikkatle izlediğini ve Türkiye’nin Rusya ile ticaret platformuna dönüşmesinden rahatsızlık duyduğunu yazdı. Haberde üst düzey Batılı bürokratlardan birinin açıklamasına da yer verildi. Bürokrat, Batılı ülkelerin kendi şirketlerini Türkiye’den çıkmaya çağırabileceklerini iddia etti. Bununla birlikte gazeteye konuşan üç kaynak Brüksel’de Türkiye için olası sonuçlarla ilgili resmi müzakerelerin yapılmadığını bildirdi. 

Batı basınında son bir haftada çıkan haberlerde Türkiye’nin Rusya’ya yaptırımları aşma konusunda yardımcı olduğu vurgusunun artması da dikkat çeken gelişmelerden…

ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada da

“Türkiye’yi yasadışı Rus varlıkları için güvenli bir liman haline gelmemeye çağırıyoruz”

denildi, ancak şu anda bir kanıt görünmediği bildirildi. Açıklamada ayrıca

“Uzun vadede enerji güvenliğini artırma çabalarına yardımcı olmak için Türkiye ile birlikte çalışıyoruz”

denildi. 

Soçi'de ne oldu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 Ağustos’ta Soçi’de Putin ile görüştü. Erdoğan, görüşmenin basına açık bölümünde iki ülke heyetinin siyasi, ekonomik ve ticari alanlarda görüşmeler yaptığını söylerken; Putin ise iki ülke arasında ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik mutabakat zaptı imzalanabileceğini söyedi. Görüşme sonrası, beklenildiğinin aksine, basın toplantısı düzenlenmedi. Mutabakat zaptının imzalanıp imzalanmadığı da kamuya açıklanmadı. 

Görüşmenin ardından yapılan yazılı açıklamada Libya ve Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün korunması vurgusu yapıldı, tarafların Suriye’de tüm terör örgütlerine karşı mücadelede dayanışma ve eşgüdüm içinde hareket etme kararlılığının teyit edildiği bildirildi.  Açıklamada yer alan bir diğer bilgiye göre ise, Türkiye Rusya Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin toplantısı Türkiye’de yapılacak. 

Görüşmenin hemen ardından Rus basını Türkiye’nin satın aldığı doğalgaz için Rus Rublesi ile ödeme yapmayı kabul ettiğini duyurdu. Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak, iki ülkenin kendi para birimleriyle ticaret yapma konusunda anlaştığını, Türkiye’nin Ruble ile doğalgaz ödemesiyle bu sürecin başlatılacağını açıkladı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da Soçi dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamda görüşmenin Türkite-Rusya ilişkilerinde farklı bir sayfayı açacağını söyleryen özellikle Suriye vurgusu yaptı:

“Suriye'deki gelişmeleri bu vesileyle özellikle ele almamız inanıyorum ki bölgeye ayrıca rahatlama getirecektir. Terörle mücadelede dayanışmamız büyük önem arz ediyor ve bu konuyla ilgili olarak da atacağımız adımlar, yapacağımız görüşmelerle inanıyorum ki bir güç kazanacaktır”. 

Dünyanın bu görüşmeyi yakından takip ettiğini belirten Erdoğan,

“Bizim de yapacağımız bu görüşmelerden sonra da bunlara verilecek olan cevaplar onları belli istikamette yönlendirecektir”

diye konuştu.

Akkuyu Enerji Santrali konusunun da gündemde olduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı,

“Akkuyu'nun belirlenen zamanda bitirilmesi çok çok büyük önem arz ediyor. Zira Türkiye'nin enerji temininde yüzde 10 enerji potansiyelini Akkuyu Enerji Santrali halledecek ve bu konuyla ilgili olarak da etraflıca bir görüşme yapmamızın faydalı olacağına inanıyorum”

dedi. Erdoğan, görüşmenin ardından 9 Ağustos’ta Akkuyu Nükleer Enerji Santrali üzerinde incelemelerde bulundu. 

Mersin'in Gülnar ilçesinde yapımı süren Akkuyu Nükleer Güç Santrali
Mersin'in Gülnar ilçesinde yapımı süren Akkuyu Nükleer Güç Santrali

Cumhurbaşkanı Erdoğan Soçi dönüşünde ayrıca, Rusların Visa ve Mastercard yerine kullanmaya başladığı “Mir” ödeme sistemlerinin Türkiye’de kullanımı konusunda ciddi ilerlemeler olduğunu söyledi.

Ankara'nın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik hedefi var mı? 

Erdoğan’ın yaptığı en dikkat çeken açıklamalardan birisi ise Özbekistan’da Eylül ayında düzenlenecek Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine katılacağı ile ilgiliydi. Cumhurbaşkanı, Putin’in kendisini Semerkand’da düzenlenecek Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesine katılmaya davet ettiğini, bir engel olmazsa toplantıya katılacağını söyledi:

“Şanghay örgütünün gerek üyeleri gerek gözlemci ya da diyalog ortağı olarak oraya katılacak olanlarla biz de beraber olalım diyoruz. Örneğin Çin geliyor, öbür tarafta Suud gelecek, Katar gelecek. Orada onlarla bir arada olmayı hedefliyoruz”. 

Erdoğan’ın açıklamasında dikkat çeken nokta üyelik talebi vurgusunun yapılmamasıydı. Rus basınında da Türkiye’nin bu yönde bir talebinin olduğuna ilişkin her hangi haber yok. Görünüşe bakılırsa, gerek Moskova, gerekse de Ankara için zirveye katılma sembolizmi bu aşamada yeterli görünüyor…

Ankara, bu ziyaretle NATO ve Avrupa Birliği’ne başka alternatiflerinin olduğu mesajını veriyor.  Rusya ve Çin, özellikle Rusya için ise Ukrayna’daki savaş ve Tayvan’daki gerilim devam ederken NATO’nun çok güçlü bir ülkesi ile ortak platformda buluşmak büyük önem arz ediyor.

Çin, küresel rekabette öne çıkmak için bir süredir ŞİÖ ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin artırılmasını,  serbest ticaret anlaşması imzalanmasını ve ortak banka kurulmasını istiyor. Şimdiye kadar bu hedeflerde başarılı olamadı; ancak görünüşe bakılırsa, özellikle Rusya’nın Batı’dan izole olmasıyla bu fırsatı yeniden değerlendirmeye çalışıyor ve bunu yaparken de Rusya-Çin eksenindeki etkili müttefik saysını arttırmayı hedefliyor.  

Gayri resmi olarak NATO’ya karşı kurulan Şanghay İşbirliği Örgütü, Asya ülkeleri arasında güvenlik ve ekonomik işbirliği platformu olarak faaliyet gösteriyor. Terör ve terör propagandası, aşırılık ve organize suçlarla mücadele, uyuşturucu ile mücadele, ayrılıkçılıkla mücadele, bölge ekonomisinin geliştirilmesi, iç ve dış ticaret, kültürel ilişkiler ŞİÖ’nün ana faaliyet alanları arasında gösteriliyor. 

1996 senesinde Çin, Rusya, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan’ın Orta Asya’daki toprak sorunlarını çözmek üzere yola çıktığı “Şanghay Beşlisi” 2001’de Özbekistan’ın katılımı ile sayısını arttırdı. Çin’in küresel liderlik iddialarının artması ve Rusya ile Batı arasındaki gerilimin yükselmesi ile birlikte Hindistan ve Pakistan’ın da örgüte katılması için girişimler başlatıldı. 2017 senesinde bu iki ülke ŞİÖ üyesi oldu. 2021’de ise İran’ın tam üyelik prosedürü başlatıldı. Eylül’de bu sürecin de tamamlanması bekleniyor. Şanghay İşbirliği Örgütü’nde Afganistan, Belarus ve Moğolistan da gözlemci statüsü ile yer alıyor. Bu sene Belarus’yn üyelik prosedürünün de başlatılması bekleniyor. 

ŞİÖ, kendisini askeri blok olarak tanımlamıyor;  ancak dünyadaki nükleer silahların yüzde 20’sine ev sahipliği yapıyor. Düzenli olarak ortak askeri tatbikatlarla Batı’ya gözdağı verilmesi de ihmal edilmiyor. Ancak üye ülkeler arasındaki ciddi sorunlar ŞİÖ’nün etkinliğini şüphe altına düşürüyor.

Hindistan ve Pakistan, Hindistan ve Çin, Tacikistan ve Özbekistan, hatta Kazakistan ve Özbekistan arasında yıllardır süregelen çözülmemiş sorunlar, ek olarak Orta Asya üzerindeki Çin-Hindistan rekabeti ŞİÖ’nün güçlü bir askeri ittifak olmasının önündeki büyük engeller. 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamada

“Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyelik için sıra oluştu”

dedi. Rusya Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise Semerkand’da Mısır, Katar ve Suudi Arabistan’a diyalog ortaklığı verilmesine ilişkin antlaşma imzalanacağı,  Belarus’a üyelik, Bahreyn’e ise diyalog ortağı statüsü verileceği bildirildi. Rusya Duması’ndaki kaynaklar, 2016 senesinden beri diyalog ortağı statüsünde olan Azerbaycan ve Ermenistan’a üye statüsü verilmesi konusunda da konsensüs olduğunu vurguladılar. 

Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise bürokratik prosedürleri beklemeden hemen üyelik statüsü talebinde bulunduğu bildirildi. Üyelik, gözlemci veya diyalog ortağı statüsü gerektirdiğinden bu konuda nasıl karar alınacağı belli değil, ancak talebin Semerkand’da düzenlenecek zirvede ele alınacağı kaydedildi…

Rusya Duması’ndaki kaynak, Özbekistan’ın bu ülkelerin büyük kısmını zirveye davet etmeye hazırlandığını, ancak “bunun hemen olamayacağını” söyledi. Özbekistan Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise Eylül zirvesine Suudi Arabistan Prensinin davet edildiği bildirildi. 

Türkiye,  Azerbaycan, Ermenistan, Kamboçya, Nepal ve Sri Lanka ile birlikte ŞİÖ’de diyalog ortağı statüsünde yer alıyor.  

2007 senesinde üyelik talebi Çin engeline takılan Türkiye,  2013’te Şanghay İşbirliği Örügütü’ne diyalog ortağı olarak dahil oldu. Ankara’nın bu adımı o dönem Avrupa Birliği’ne üyelik engellerine karşı tepki olarak da, çok yönlü denge politikası olarak da değerlendirildi.  Gözlemci statüsünün altında olan Diyalog Ortaklığı, üçüncü ülkelerin ŞİÖ ile bazı konularda ve sınırlı işbirliği imkanı tanıyor. 

2016 senesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Birliği’nin engellemelerine tepki gösterirken Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyelik niyetini yeniden ifade etti. Ancak geçen 9 sene içerisinde Türkiye’nin örgütteki statüsü değişmedi.  Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyelik isteği zaman zaman dillendirilse de, bunun Türkiye’nin stratejik hedefi olduğunu söylemek mümkün değil.  Zira her ne kadar Moskova ve ona yakın çevreler Şanghay İşbirliği Örgütü’nün NATO, Avrupa Birliği gibi taahhütler içeren kuruluştan ziyade, kararları konsensüs yolu ile kabul eden diyalog platformu olduğunu iddia etse de, gerçekte Rusya ve Çin’in patronajlığı altındaki bir kuruluş olduğu çok açık.

Her ne kadar bünyesinde Türk coğrafyasının bir kısmını ve Pakistan gibi Türkiye’nin önemli müttefikini barındırsa da, karar mercinin bu ülkeler olmadığının kanıta ihtiyacı yok. Örgütün ilkelerinde yer alan “üye ülkelerin dış politikalarını Şanghay ruhuna uygun olarak belirlemesi şartı” da bu teşkilata katılma niyetinde olan devletlerin bir tercih yapmasını gerektiriyor.  Türkiye için Şanhgay İşbirliği Örgütü üyeliği Batı ile özellikle de NATO ile ilişkilerde manevra alanını daraltmak anlamına gelir.  

Şanghay İşbirliği Örgütü NATO'ya rakip olamaz

Özetle, dünya ne kadar değişirse değişsin, gerek güç ve karar mekanizmasındaki etkinlik, gerek üye ülkelerin yapısı, gerekse de bölgesel-küresel rekabet açısından Türkiye için ŞİÖ, NATO’nun rakibi olamaz. 

Ekonomik ilişkilerde yeni fırsat kapıları aralar mı, elbette. Şanghay İşbirliği Örgütü, hiç kuşkusuz, coğrafi-ekonomik açıdan büyük potansiyel barındırıyor. Avrasya topraklarının üçte ikisine yayılan ŞİÖ, dünya nüfusunun yüzde 44’ünü kendinde barındırıyor. Dünyanın toplam gayrisafi hasılasının yüzde 22’sine sahip. 2030 senesinde bu rakamın yuzde 30-40 civarında olacağı tahminleri yürütülüyordu, ancak bu, Ukrayna savaşından, yani hem de dünyadaki yeni ekonomi savaşından önceydi. 

Dolayısıyla, ŞİÖ ile ekonomik ilişkileri geliştirmek elbette mümkün, ancak burada da AB ile bir rekabet söz konusu olamaz. Zira, Ankara’nın AB üyeliği hedefindeki en önemli amaç AB standartlarına ve demokratikleşme hedeflerin ulaşmak. ŞİÖ üyeliği, Türkiye için bu imkanları sağlamıyor. 

Dünya ekonomisinin darboğazdan geçtiği dönemde fırsatları değerlendirmek elbette, Türkiye’nin en doğal hakkı. Ancak özellikle Rusya ve Çin gibi güvenilmez antidemokratik partnerler için oldukça etkin olduğu NATO’da itibarını sarsmak ve zor ekonomik koşullarda bir de Rusya için ilave yaptırımlara maruz kalmak Ankara’nın çıkarlarına ne kadar uygun, bunun iyi tartılması lazım…

Rusya-Türkiye Stratejik İttifakı'ndan bahsetmek fazla iyimserlik

Ukrayna’ya açtığı savaşla birlikte Batı tarafından izole edilen,  yaptırımları delmek için yollar arayan Putin için elbette, Türkiye gibi büyük bir gücün lideri ile aynı karede bulunmak bir meşruiyet, Batı ile iletişim, yeni ticari anlaşmalara imza atma ve “NATO’da bölünme” propagandası fırsatı demek…

Ancak Rusya, her zaman olduğu gibi şimdi de Türkiye’ye stratejik değil, taktik müttefik olarak bakıyor. Zira gerek Suriye’de, gerek Kafkaslarda, gerek Orta Asya’da ve Türkistan coğrafyasında, gerekse de bu ülkelerin temel dış politika tercihlerinde aşılması çok zor olan oldukça ciddi sorunlar var. Bu sorunlar devam ederken Türkiye ile Rusya’nın uzun vadeli stratejik müttefikliğinden bahsetmek fazla iyimserlik olur. Özellikle de güvenilirlik sicili hayli bozuk olan Rusya gibi bir devletle kurulan ilişkilerin her zaman bıçak sırtında yürüyeceğini, en küçük anlaşmazlıkta Moskova’nın taahhütlerinden kolayca kaçacağını Ankara’daki karar mercileri de hiç şüphesiz, biliyordur. Bunun en bariz örneği yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi ziyaretinin ardından yaşandı.

Çeçenistan lideri Ramzan Kadırov’un görüşmeye katılmasının, ardından da Türkiye’nin üst düzey yetkilileri ile görüştüklerini duyurmasının sadece basit bir “sızıntı skandalı” değil, Kremlin onaylı bir itibar operasyonu olduğunu açıkça söylemek gerekiyor. Ukrayna’da günahsız sivilleri katletmekle övünen, Türkiye’yi her fırsatta aleni tehdit eden, aşağılayan, Bayraktar’lardan dolayı meydan okuyan Kadırov ile görüşmenin kendisi bile Ankara’nın gerek kendi çıkarları açısından, gerekse de arabuluculuk pozisyonu açısından bir “yol kazası” iken Çeçenistan liderinin bunu zafer edasıyla duyurması Türkiye açısından hiç hoş olmayan manzaraydı. Ve hiç kuşkusuz, bu, Kadırov’un “gevezeliğinden” kaynaklanmıyordu. Zira kendisinin de söylediği gibi, “Kadırov Kremlin’dir, Putin’dir”… 

Aynı şekilde yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinin daha bir haftası dolmadan Rusya Devlet Başkanının Sözcüsü Dmitri Peskov’un Ukrayna’da tesis kurmayı planlayan Bayraktar’a yönelik bombalama tehdidi de Ankara ile Moskova’nın taktik müttefikliğinin bile ne kadar kırılgan olduğunun göstergesi.

Azerbaycan-Ermenistan, ardından da Ukrayna savaşında Türkiye savunma sanayisinin, dolayısıyla da Ankara’nın itibarını dünya çapında arttıran, Ukrayna’da ve Batı’da efsaneleşen “Bayraktar”ın Moskova’yı ne kadar rahatsız ettiği savaşın ilk günlerinden biliniyor. Defalarca bu konuda farklı tonlarda açıklamalar yapıldı. Ancak ilk kez üst düzey bir yetkili, Türk İHA fabrikasının “Ukrayna’nın askerden arındırılması planının” bir hedefi olacağını açıkladı. Savaşın başından beri oldukça net duruş sergileyen,  İHA satışını sadece ticari anlaşma değil, hem de Ukrayna’nın özgürlük savaşına destek olaraktanımlayan “Baykar” yetkilileri için bu açıklama sürpriz olmasa gerek. Ancak Putin’in gerçekten Türkiye ile müttefik olabileceğine inanan uzmanların ve danışmanların üzerinde düşünmesi gereken bir detay…

Tahıl Anlaşması'ndaki başarı gölgelenmemeli

İstanbul’da imzalanan ve şimdilik uygulanmasında ciddi sorun yaşanmayan tahıl anlaşması hiç kuşkusuz, Türkiye’nin, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarı hanesine yazılan bir olay.  Rusya, şimdilik bu anlaşmayı bozmuyor, çünkü BM ile imzaladığı ikili anlaşma, kendi gıda ürünlerinin, tahıl ve gübresinin de ihracatını, yani yaptırımları belli ölçüde delmesini öngörüyor. Bu hedefleri yerine getirildikten sonra nasıl davranacağı ile ilgili artık çok fazla kuşku olmaması lazım. 

Ancak öyle veya böyle, bu zorlu süreç, Türk diplomasisinin başarısı, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çabaları ile çözüme kavuştu ve Ankara’nın ciddi oyuncu olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. 

Kulis haberlerine bakılırsa, Ankara, benzer bir anlaşmanın enerji konusunda da sağlanabilmesi için çaba sarf ediyor. Eğer gerçekten dünyayı ilgilendiren ikinci bir anlaşma Erdoğan’ın arabuluculuğu ile imzalanırsa, bu, elbette, Cumhurbaşkanının ve Türkiye’nin ağırlığını bütün taraflar için daha fazla arttıracak.  Putin elbette, bunun farkında ve oyun kurucunun kendisi olmamasından memnun değil; ancak neredeyse izolasyonda olan Rusya liderine de, Batı ile bir şekilde irtibatta kalmak, mesajlarını iletmek için bir kanal lazım… 

Savaş cephesindeki durum, Rusya’nın bir araya ihtiyacı olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Rus ordusu ve paralı grupları son bir ayda Donbas cephesinde 10 kilometre bile ilerleme katedemedi.  Ukrayna, Batı’dan gelen yeni topçu sistemleri ile Donbas’da Rusya’nın ikmal hatlarını zayıflatırken, Herson’daki 15 binlik Rus ordusunu neredeyse kuşattı, yetmedi, Kırım’daki askeri havalimanını yok etti.  

Rus ordusunda savaşmayı reddedenlerin sayısı da giderek artarken Moskova’nın açık seferberlik (ki buna gitmek istemediği çok açık) başlatmakla ateşkes anlaşması imzalamak dışında pek fazla seçeneği görünmüyor. Bu ateşkes elbette, savaşın sona ereceği, Putin’in Ukrayna’yı yok etme hedefinden vazgeçmesi anlamına gelmiyor. Tam tersi, Putin, nefeslenip birkaç ay sonra işgale kaldığı yerden devam etmeyi planlıyor. Türkiye’nin ateşkes imzalanması ve savaşın sona erdirilmesi ile ilgili bütün iyi niyetli çabaları ile Putin’in “ateşkes” isteği bu noktada çelişiyor.  Öte yandan, Ukrayna, Budapeşte anlaşmasından Minsk anlaşmalarına kadarki süreçte aldığı derslerden dolayı artık Moskova’nın niyetini daha doğru okuyor ve bu sebepten ateşkesin değil, Rus ordusunun Ukrayna topraklarını tamamen terk etmesinin müzakere konusu olabileceğini vurguluyor. Dolayısıyla, Putin’in şartlarıyla  “ateşkes”in kabulü şimdiki ortamda imkansız ve bu sebepten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Zelenskiy ile Putin’i bir araya getirebilme olasılığı 5 ay öncekinden daha düşük… 

Mevcut konjonktürde Türkiye’nin kendi çıkarlarını koruması ve bu çıkarlar doğrultusunda politika belirlemesi, elbette, en doğal hakkı. Ancak bu politikalar belirlenirken risklerin de göz önünde bulundurulması  gerekiyor. Özellikle de Rusya gibi güvenilmez bir “müttefik” söz konusuysa…