The American Conservative: Avrupa, "Batı'nın hasta adamı" haline geliyor!
Bir savaşın pençesinde kıvranan ve temel sorunlarını ele alacak liderlikten yoksun olan Avrupa, "Batı'nın hasta adamı" haline geliyor. Avrupa'nın "Yerelde oy ver, uluslararası sonuçları yönet" anlayışı nasıl başarısızlığa uğradı?
ABD merkezli düşünce kuruluşlarından The American Conservative'de, Avrupa'da son dönemde yaşanan gelişmelerin olası etkilerinin ve sonuçlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Avrupa Parlamentosu'nda yaşanan seçimler başta olmak üzere, Avrupa kıtası ülkelerinin son dönemde ekonomiden güvenliğe kadar çok sayıda başlıkta büyük sorunlar yaşadığı belirtilen analizde, Avrupa'nın çözümsüz bir savaşın pençesinde kıvrandığı ve temel sorunlarını ele alacak liderlikten yoksun bir hale gerelerek "Batı'nın hasta adamı" haline geldiği belirtildi.
İşte The American Conservative'de yayınlanan analiz:
Avrupa hastalanıyor. Komşusunda artık neredeyse çözümsüz bir savaşın pençesinde kıvranan ve temel sorunlarını ele alacak liderlikten yoksun olan Avrupa, hızla "Batı'nın hasta adamı" haline geliyor.
Son yıllarda, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa arasında çıkarların örtüşmesini öngören ve uzun süredir hüküm süren "Atlantikçi" konsensüs giderek daha sürdürülemez bir hal aldı.
Okyanus ötesinden gelen militanlığın kışkırttığı Avrupa, tamamen Amerikan askeri desteğine bağımlı, ancak sonuçları her zamankinden daha istikrarsız ve belirsiz bir süreci yaşıyor.
Sıradan Avrupalılar bir şeylerin çok yanlış gittiğinin farkında.
Araştırma şirketi Semafor'un son anketine göre; Fransa ve Almanya'daki seçmenler ABD'nin Avrupa'nın güvenliğine olan bağlılığından şüphe duymaya başladı. Ancak bu duygu savaş yanlısı bir duygu değil.
Ana akım Avrupalı siyasetçilerin aksine, Batı Avrupa vatandaşları Ukrayna'da müzakere edilmiş bir çözümden yana. Avrupa'nın kendi savunmasından daha fazla sorumlu olması gerektiğini düşünüyor ve ABD ile daha dengeli bir ilişkiden yana.
Aynı şekilde AB vatandaşlarının yüzde 69'u Ukrayna'ya asker gönderilmesine karşı çıkıyor.
Ancak bu sıradan görüşler Avrupa siyasetinin düzeyine yansımıyor. Savaşın yeniden gözden geçirilmesini sağlamak bir yana, Ukrayna çatışmasının vahim durumu Avrupalı liderleri askeri taahhütlerini iki katına çıkarmaya teşvik etti.
Geçtiğimiz hafta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Ukrayna'nın Rusya içindeki hedefleri vurmak için bazı Fransız füzelerini kullanabileceğini açıkladı. NATO genel sekreteri de benzer bir yaklaşım sergileyerek, örgütü çatışmaya doğrudan müdahil olmama konusundaki kırmızı çizgilerini aşmaya yaklaştırdı.
Avrupa'da siyaset hala ulusal denilebilir. Ancak Brüksel'in kurumları muazzam bir güce sahip.
Bu ayrışma Avrupa'nın uluslararası rolünü tanımlamasında bir felce neden olmuş durumda.
Avrupa'nın "Yerelde oy ver, uluslararası sonuçları yönet" anlayışı açık bir başarısızlığa uğramıştır.
Avrupalı seçkinler Avrupa'yı birleşik bir siyasi varlığa dönüştürecek bir "Hamilton anı"nın özlemini çekerken, pratikte halkın memnuniyetsizliğine karşı yalıtılmış Avrupa kurumlarını tercih ediyorlar.
Son gelişmeler ne anlama geliyor?
Ukrayna'daki çatışmaya müdahil olmak Avrupa siyasetinin belirleyici bir anı olarak kabul edildi ancak bu, Avrupa vatandaşlarından çok az ya da hiç katkı alınmadı.
Macaristan ve daha önce muhafazakar Polonya hükümetine karşı başlatılan "hukukun üstünlüğü" soruşturmaları, Avrupa kurumlarının siyasallaşmasını daha da sıkılaştırdı. Avrupa'daki en son egemenlikçi dönüş yani Slovakya başbakanı Robert Fico'nun bu yaklaşımı, Avrupa'da siyasi bir suikast girişimiyle sonuçlandı.
Tüm bu eğilimlerin sonucu, ekonomik gerilemenin eşiğinde, güvenilirliği azalan siyasallaşmış kurumlara, kontrolsüz yasadışı göçün tahrip ettiği bir sosyal modele ve büyük kırılganlığa sahip bir siyasi modele sahip bir kıta ortaya çıkardı.
Avrupa'nın bu sorunu çözmeye başlamak için çok zamanı yok ve bunu tek başına yapamaz.
Felaket bir göç politikasının sonuçlarına katlanan ve başarısız bir enerji yaptırımları politikasının yükünü çeken Avrupa'nın rezervleri azalıyor.
Bu endişeleri çözüme kavuşturacak kurumsal bağlam ise Avrupa da eksiktir. Çoğu parlamentonun aksine, Avrupa Parlamentosu yeni yasalar önermez, ancak AB'ninyapısında Avrupa Komisyonu ve Konseyi tarafından önerilen politikaları oylama yetkisine sahiptir.
Ursula von der Leyen'in liderliğinde Komisyon, Amerikan "merkezinin" zaman içinde giderek daha radikal bir gündemi yansıtmasına benzer şekilde "merkezci" bir gündemi yansıtmıştır. Uygun bir şekilde, von der Leyen Komisyonu da Amerikan derin devletinin liberal-Atlantikçi gündeminin sadık bir kopyası olmuştur.
Brexit ve göç krizinin ardından 2019'da yapılan son seçimlerde sağcı partiler güçlendi.
Ancak von der Leyen Komisyonu nihayetinde merkez sağ ve merkez soldan oluşan "merkezci" bir ittifakla seçildi.
Mevcut sonuçlar eğilimin sağa doğru olduğunu gösteriyor. Avrupa'nın sağ parti grupları olan Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri sırasıyla Giorgia Meloni'nin Fratelli d'Italia'sı ve Marine Le Pen'in Rassemblement National partisi tarafından domine ediliyor.
Diğer yandan örnek olarak Macaristan'da Viktor Orban'ın Fidesz Partisi, AP içerisinde herhangi bir parti grubuna bağlı değil.
Ukrayna'daki çatışmaya müdahil olma konusunda şüpheci olan bazı Amerikalılar da, Avrupa sağını çatışmaya hızlı ve barışçıl bir çözüm bulunmasını savunma konusunda daha cesur davranmadıkları için suçluyor.
Ancak Avrupa büyük ölçüde dış desteğe bağımlı olduğu sürece, çoğu Avrupalı siyasetçinin transatlantik konsensüsten ayrılmasını beklemek hayalcilik olabilir. Avrupa siyasetinin barışçıl bir çözüm arayışına doğru gerçek bir dönüşümü, liderlik değişiminin yanı sıra daha güçlü bir yerel savunma kapasitesinin geliştirilmesini gerektirir.
Diğer bir büyük korku ise, Avrupa'nın uluslararası rolüne ilişkin tartışmaların, savaş ve barışa ilişkin stratejik meselelerin çok az tartışıldığı, son derece gerilemiş bir hal almış olmasıdır.
Başka bir deyişle Avrupa, Ukrayna'nın askeri çabalarını desteklemek için kasasını boşaltıyor ve çatışmanın sonucuna ilişkin herhangi bir plan yapmıyor.
Avrupa savunmasının muhtaç durumu ve Amerika'nın küresel askeri projeksiyonunun sınırları, Avrupa'nın kendi öz savunmasında daha büyük bir rol oynaması gerçeğini ortaya koyuyor.
Önümüzdeki günlerde, Avrupa'nın bu temel mücadelede nasıl bir yol izleyeceğini tedirginlik ile izleyeceğiz.