The Conversation: İsrail-Hamas savaşında siyasete karşı reelpolitik ve Türkiye
İsrail-Hamas savaşı, siyasete karşı reelpolitik gerçeklerin çatıştığı bir durumu yansıtıyor. Erdoğan ülkesini, kilit bir bölgesel oyuncu olarak konumlandırma fırsatını değerlendiriyor.
ABD merkezli yayın organlarından The Conversation'da, İsrail'in Gazze'ye olan soykırım düzeyine varan saldırılarının ve çatışmalara karşı Türkiye'nin tutumunun değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İsrail-Hamas savaşı sırasında siyasete karşı reelpolitik gerçeklerin çatıştığı bir ikilemle karşı karşıya kaldığı belirtilen analizde, ancak ülkesini kilit bir bölgesel oyuncu ve potansiyel bir arabulucu olarak konumlandırma fırsatını değerlendirdiği belirtildi.
Analizde ayrıca, Erdoğan'ın stratejisinin işe yaradığı ancak yine de iki tarafla da iletişim kanallarını açık tutma konusunda zor bir süreçle karşı karşıya olduğu belirtildi.
İşte The Conversation'da yayınlanan analiz:
Erdoğan daha bir aydan kısa bir süre önce Ortadoğu'daki durumu yatıştırmak için diplomatik ilişkileri geliştirmeye çalışıyordu. Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Kasım 2023 tarihinde İsrail'deki büyükelçisini geri çekti.
Bu diplomatik değişim, Türkiye'nin sadece birkaç hafta içinde İsrail ve Gazze Şeridi'nde tırmanan şiddete karşı tutumunu nasıl yeniden ayarladığının açık bir göstergesi.
Erdoğan'ın 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'de gerçekleştirdiği katliamın ardından verdiği ilk tepki, itidal ve "saldırgan eylemlere" son verilmesi çağrısında bulunan dikkatli ve dengeli bir tepkiydi.
Ancak Gazze'de ölü sayısının artması ile birlikte İsrail karşıtı bir pozisyona yöneldi.
Türk lider 25 Ekim'de İsrail'i "tarihin en kanlı ve vahşi saldırılarından biri" ile suçlarken Hamas'ı bir "kurtuluş grubu" olarak tanımladı.
Erdoğan bir yandan Orta Doğu'daki bir krize daha yanıt verirken bir yandan da önemli bir ikilemle karşı karşıya.
Erdoğan bir yandan İslamcı ve güçlü Filistin yanlısı sempatilere sahip ülke içindeki siyasi tabanını yatıştırırken, diğer yandan Türkiye'nin önemli jeopolitik ve ekonomik bağlara sahip olduğu ve şimdiye kadar ilişkilerin ısındığı İsrail'i tamamen yabancılaştırmaması gerekiyor.
Erdoğan aynı zamanda kendisini Orta Doğu siyasetinde kilit bir bölgesel oyuncu ve mevcut krizde potansiyel bir arabulucu olarak yansıtma fırsatını da değerlendiriyor.
Ve tüm bunları nasıl yapmayı planladığını anlamak için sadece retorik ve diplomatik jestlerin ötesine bakılması gerekiyor.
Siyasete karşı reelpolitik
Erdoğan'ın çatışmaya verdiği tepki iki güç arasında bir denge kurma çabasını yansıtıyor. Bu; iç politika ve uluslararası sahnedeki reelpolitik.
Uluslararası arenada artan İsrail karşıtlığı da Erdoğan'ı açıkça İsrail karşıtı tutum almaya teşvik etti. 26 Ekim'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 120 ülke "acil, kalıcı ve sürekli bir insani ateşkes" çağrısında bulunan bir karar lehinde oy kullandı. Bu arada Batı başkentlerinin sokaklarındaki protestolar, oradaki hükümetler üzerinde daha fazla baskı oluşturdu. Bütün bu gelişmeler Erdoğan'ın yeniden konumlanmasını da kolaylaştırdı.
İsrail Türkiye için önemli bir ortak. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler giderek artıyor ve Türkiye'nin İsrail'e ihracatı 2017'den 2022'ye iki katına çıktı. Buna kapsamlı silah ticareti de dahil. 2021 yılında İsrailli ve Türk silah üreticileri dünya çapında silah satışlarında en yüksek büyümeyi kaydetti.
Bu arada, bölgesel jeopolitik dinamikler İsrail ve Türkiye'yi daha fazla hizaya sokacak şekilde değişti. Son zamanlarda Azerbaycan-Dağlık Karabağ çatışması Ankara ve Tel Aviv'i yakınlaştırdı ve her ikisi de Azerbaycan hükümetini silahla destekledi.
Erdoğan'ın yaklaşımı barışçıl mı?
Erdoğan'ın tutumunun gelişmesinde bir başka kritik faktör daha var. Krizin başından beri Erdoğan kendisini bir arabulucu olarak konumlandırmaya çalıştı.
Bu amaçla bölgesel liderlerle görüşmelerde bulundu ve bu görüşmelerde bir arabulucu olarak hareket etme niyetinin sinyallerini verdi.
Üst düzey Türk yetkililer de Gazze'de Hamas tarafından tutulan rehineler konusunda müzakere girişimlerinde bulunduklarını açıkladılar. Bu yaklaşım, Erdoğan'ın kendisini potansiyel bir arabulucu olarak konumlandırdığı Ukrayna'daki stratejisini yansıtıyor.
Bazı yerel ve bölgesel kaygıları dengelemenin zorlukları, Erdoğan'ı arabulucu olarak benzersiz bir şekilde uygun kılıyor. Nitekim Erdoğan, Hamas ile bağlarını sürdürürken son dönemde İsrail ile ilişkilerini de derinleştirdi.
Erdoğan İsrail'e karşı sert konuşurken, Batı ile gerilen ilişkilerin bozulmasını önlemek için somut adımlar attı. 23 Ekim'de İsveç'in NATO'ya katılım protokolünü imzalayarak Türkiye ile NATO müttefikleri arasında zaman zaman yaşanan gerginliğin sona ereceğine dair umutları artırdı.
Bütün bu gelişmeler, Washington ve Tel Aviv'in Erdoğan'ın açıklamalarına karşı şimdiye kadar nispeten sessiz kalmasını açıklayabilir.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, son Orta Doğu gezisi kapsamında Ankara'yı ziyaret etti ve ABD yönetimi Hamas konusundaki anlaşmazlıklara rağmen Türkiye'nin bir müttefik olarak değerini vurgulamaya özen gösterdi.
Erdoğan'ın stratejisinin işe yaradığını gösteren sebepler var. Ton değişikliğine rağmen Ankara kriz boyunca hem İsrail hem de Hamas ile iletişim kanallarını açık tuttu.
Ancak taraflar arasındaki ilişkileri dengelemek Erdoğan için çok ince bir çizgide yürümek anlamına geliyor ve son açıklamalarından bazıları bu sürecin Erdoğan için zor olacağını gösteriyor.