gdh'de ara...

The Middle East Institute: ABD, İsrail'e gerçek bir baskı uygulamak zorunda kalabilir!

Hamas geçen beş ayda, tüm saldırılara rağmen pozisyonunu koruyabilmesi, İsrail'in başarısızlığını ortaya koyuyor. ABD'nin güvenilirliği giderek sarsılırken İsrail'e olan koşulsuz bağlılığı iki ucu keskin bir kılıç haline dönüşüyor.

1. resim

ABD merkezli düşünce kuruluşu The Middle East Institute'de, İsrail-Filistin savaşının gidişatı ve ABD'nin süreç ile ilgili yaşadığı/yaşayacağı olası sonuçların değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Netanyahu'nun itirazlarının; Hamas'la savaştan ziyade bireysel hedeflerini yerine getirmek ve Filistin devletinin kurulmasını engellemek olarak görülmeye başlandığı belirtilen analizde, sürecin ABD'nin güvenirliğine de büyük zarar verdiğine dikkat çekildi.

Analizde ayrıca, ABD'nin İsrail'e olan koşulsuz bağlılığının iki ucu keskin bir kılıç haline geldiği belirtildi.

İşte The Middle East Institute'de yayınlanan analiz:

Biden yönetimi; Gazze'de ateşkes ve esir takası, Suudilerin İsrail'i tanıması ve İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik bir yol bulunması gibi bölgesel ilişkileri çözememekle ilişkilendiriliyor.

Özellikle Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinin yaklaşması nedeni ile yaşanan zaman kısıtlaması ve Gazze'de silahlar sustuğunda İsrail'de bir seçim yapılması ihtimali göz önüne alındığında krizin boyutunun büyüklüğü beklenenden daha fazla olabilir.

Münih Güvenlik Konferansı'nda konuşan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail'in Arap komşularıyla ilişkilerini normalleştirmesi için önümüzdeki aylarda "olağanüstü bir fırsat" olduğunu iddia etti.

Blinken yaptığı konuşmada;

"Neredeyse her Arap ülkesi şu anda ilişkileri normalleştirmek için İsrail'i bölgeye entegre etmek istiyor. Ayrıca, İsrail'in güvenliğini de sağlayan bir Filistin devletine doğru ilerleme zorunluluğunun her zamankinden daha acil olduğunu düşünüyorum"

ifadelerini kullandı.

İşte asıl mesele de tam olarak burada başlıyor.

Bu konuşmaya cevap olarak Suudi Dışişleri Bakanı Faisal bin Farhan ise Bay Blinken'a cevaben;

"Bölgede hepimiz için sürdürülebilir güvenliğe giden tek yol Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etmelerinden geçmektedir. Arap devletleri bunu sağlama konusunda tamamen kararlıdır.”

açıklamasında bulundu.

Benzer terminolojiyi kullansalar da Blinken ve Bin Farhan'ın aynı noktayı işaret edip etmedikleri aslında belirsiz.

Zira Blinken, Filistinlilere karşı on yıllardır süren şiddete değinmek yerine İsrail'in güvenlik hissine daha fazla önem atfeden bir konuşma yaptı.

Bin Farhan ve diğer Arap liderlerin bu vizyonu paylaşıp paylaşmadıkları ve Filistinlilerin İsrail'in kaygıları kadar kendi tehdit algılarının da merkezinde yer aldığını açıkça ortaya koyduklarında tutumlarının ne olacağı net değil.

Nihayetinde tarih, müzakerelerin, müzakere edilmiş bir çözüme ulaşamamanın bedeli çok yüksek olduğunda sonuç verdiğini göstermektedir.

Katar, Mısır ve ABD'nin ateşkes görüşmelerini durdurma çabaları ne İsrail'in ne de Hamas'ın bu noktaya ulaştığını gösteriyor. Her ikisi de uzlaşmazlıklarının bedelini Gazzelilere ödetmek istiyor.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçen hafta Kahire'de müzakerecilerle yaptığı görüşmelerde bir anlaşmayı müzakereye açık olmadığını ortaya koydu. Hatta Netanyahu, İsrail heyetinin müteakip görüşmeler için Kahire'ye gitmesine bile izin vermeyi reddetti.

Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada;

“İsrail Hamas'ın hayali taleplerine boyun eğmeyecektir.”

ifadeleri kullanıldı.

Hamas görüşmelerde; Gazze Şeridi'ne uygulanan ablukanın kaldırılması, yerlerinden edilmiş Gazzelilerin evlerine güvenli bir şekilde dönmesi ve savaştan harap olmuş bölgenin yeniden inşasını içeren bir anlaşmadan "daha azını kabul etmeyeceği" konusunda ısrar etti.

Netanyahu'nun itirazları ise; Hamas'la savaştan ziyade bireysel hedeflerini yerine getirmek ve Filistin devletinin kurulmasını engellemek olarak görülüyor.

Netanyahu;

"Topyekûn zaferden başka alternatif yok. Filistinlilerle gelecekte yapılacak bir anlaşmaya ilişkin uluslararası diktalara boyun eğmeyeceğiz.”

açıklamasında bulundu.

Netanyahu yaptığı konuşmada ayrıcai Kasım ayında 120 rehinenin serbest bırakılmasını sağlamakla övündü. Ancak bu rehinelerin büyük çoğunluğunun İsrail'in askeri operasyonları sonucunda değil, bir haftalık ateşkes sırasında Hamas ile yapılan esir takası sırasında serbest bırakıldığını dile getirmedi.

Netanyahu'nun Gazzelilere kabul edilemez bir zarar verdiği ve İsrail'in uluslararası itibarına onarılamaz bir zarar verdiğini kabul etme konusundaki isteksizliği işleri daha da çıkmaz bir hale sürüklüyor.

Hamas'ın geçen beş ayda, ateşkes ve esir takası müzakerelerinde pozisyonunu koruyabilmesi, İsrail'in şimdiye kadar grubu askeri ve siyasi bir güç olarak yok etmedeki başarısızlığını ortaya koyuyor.

Dahası, İsrail henüz Hamas'ın Gazze'deki üst düzey liderlerini yakalayamadı ya da grubun yeniden güçlenmesini engelleyemedi.

ABD istihbaratı bu ayın başlarında İsrail'in Hamas'ın 30,000 kişilik savaş gücünün en fazla yüzde 30'unu öldürdüğünü ya da esir aldığını tahmin ettiğini açıkladı.

Gazze savaşı, İsrail'in Filistin topraklarını 57 yıldır işgal altında tutmasının sonu gelmeyen ve giderek tırmanan bir şiddet döngüsü yarattığını ortaya koymaktadır.

Kuşkusuz bu döngü, elini taşın altına koymaktan aciz zayıf bir Filistin liderliği tarafından sürdürüldü ve İsrail'in sürekli olarak otoritesini zayıflatmasına ve böl ve yönet oyununu oynamasına izin verdi.

Hamas aslında, Filistin yönetiminin siyasi zayıflığının ve İsrail'in alaycı politikalarının bir ürünüdür.

Ateşkes, esir değişimi ve İsrail-Filistin çatışmasını çözmeye yönelik inandırıcı bir süreç işletilememsi durumunda, muhtemelen İsrail'e gerçek bir baskı uygulamak zorunda kalacaktır.

Ancak burada dikkat çekilmesi gereken bir durum sözkonusu. ABD-İsrail ilişkilerindeki güç dengesi değişmiştir. ABD'nin mali desteği 1981 yılında İsrail'in GSYH'sinin yüzde onuna denk geliyordu. ABD'nin 2021'de İsrail'e ayırdığı yıllık 4 milyar ABD Doları ise GSYH'nin yalnızca yüzde birine denk geliyor. Dahası, İsrail bugün en temel silahlarının çoğunu yurt içinde üretiyor ve bu da onu ABD'nin silah satışlarına daha az bağımlı hale getiriyor.

Dahası, ABD'nin İsrail'e olan koşulsuz bağlılığı iki ucu keskin bir kılıç haline dönüşüyor.

Zira yaşananlarla birlikte, ABD'nin pazarlık güvenilirliği giderek azalıyor ve ABD'nin çatışmada özerk bir aktör olduğu algısı yıkılıyor.

ABD'nin Gazze'deki sürekli İsrail işgaline karşı baskı yapması ve kilit Arap ortaklarıyla bağlarını güçlendirmesi gerekebileceği için bu giderek daha önemli hale gelebilir.

Diğer yandan, yaşananlarla ilgili olarak ABD'nin Filistinli sivil ölümlerine ağıt yakmaktan daha fazlasını yapmasını gerektiğini ortaya koymaktadır.

Tartışma