The New Arab: İsrail'in “meydan okuma yaklaşımı” ve aşınan ABD-İsrail ilişkileri
İsrail'in yeni kabinesinin meydan okuma yaklaşımı, en güçlü müttefikleriyle bile ilişkilerini aşındırıyor. ABD'nin kendisine, İsrail'in “bir yük haline gelip gelmediğini” sormak zorunda kalması şaşırtıcı olmayacak.
Zorbaların özelliklerinden biri, diğer insanların ihtiyaçlarına, isteklerine ve duygularına son derece saygısız olmaları ve empatiden tamamen yoksun olmalarına rağmen, aynı zamanda da herhangi bir eleştiri karşısında çok alıngan olmalarıdır.
Bu, mevcut İsrail kabinesinin çoğu için oldukça doğru bir tanımdır.
İsrail kabinesinin yeni üyeleri, bütün bir ülkeyi demokratik sisteminin bazı temel unsurlarından vazgeçmeye zorlama girişimini kabul edilebilir buluyorlar. Ancak teşvik ettikleri antidemokratik önlemleri sorgulamaya cüret eden herkesi, vatan haini ve cahil olmakla suçlayarak saldırgan bir şekilde tepki veriyorlar.
Diğer bir deyişle, rakiplerinin gözünü korkutmak ve onlara korku salmak amacıyla klasik “gaslighting” davranışı sergiliyorlar.
Hatta bu davranışları ülkelerinin sınırlarında bitmiyor. Kendi vatandaşlarını sindirmeye çalıştıkları gibi, dışarıdan gelen eleştirileri de susturmaya çalışarak bu davranışlarını bir adım öteye taşıyorlar.
Bunun başlıca nedeni; başta Başbakan Netanyahu olmak üzere, İsrail hükümetini oluşturan kişilerin çoğunun desteklediği ve sözde "yargı reformu" olarak adlandırdıkları şeyin aslında bir yarı diktatörlük inşaa ettiğini bilmeleridir.
Bu kişiler, demokrasiyi yok eden politikalarına yönelik uluslararası muhalefetin ve yaklaşık altı aydır onları protesto eden halkın uyarılarını görmezden geliyor hatta bir saldırganlık olarak nitelendiriyorlar.
Son zamanlarda, Netanyahu koalisyonunu eleştiren isimlerden birisi beklenmedik bir şekilde, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris oldu.
Aslında Harris'in konuşması genel olarak İsrail'e yönelik sert bir eleştiri barındırmıyordu. Aksine, kocasının da Yahudi olduğu düşünüldüğünde, Yahudiliğe olan kişisel bağlılığını ortaya koyan yaratıcı bir yaklaşımdı.
Harris konuşmasında, Amerika'nın İsrail'in güvenliğine olan bağlılığını ve İsrail'in son yıllarda komşularıyla imzaladığı barış anlaşmalarını dikkat çekti.
Ancak İsrail'deki mevcut siyasi koşullar göz önüne alındığında, Harris'in konuşmasındaki küçük bir pasaj, İsrail'in yeni kabinesinden tepki çekti.
Harris konuşmasının o pasajında;
“Demokrasilerimizi güçlendirmeye devam etmeyi de içerecek şekilde, ABD-İsrail ilişkilerinin temelini oluşturan değerleri savunmaya devam edeceğiz. Her iki ülkenin de temellerini; güçlü kurumlar, dengeler ve bağımsız bir yargı üzerine inşa etmesi gerekiyor.”
ifadelerini kullandı.
Harris'in bu sözleri, Netanyahu hükümetinin 'yargı reformu' adı altında İsrail demokrasisini tanınmayacak şekilde bozmaya yönelik ilkesiz girişimine bir darbeydi.
Amerikan başkan yardımcısı temkinli ve diplomatik davrandıysa da, İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen'in yanıtı ise sert oldu.
Cohen; diplomatik olmayan bir tavırla, seçkin bir avukat ve eski bir Kaliforniya başsavcısı olan Harris'in önerilen yasayı okumadığını ve okumuş olsaydı, yasanın kendisini rahatsız edecek bir yönünün olmadığını göreceğini söyledi.
Bu cevap; İsrail tarihinin en popülist, en sağcı hükümetinin bir temsilcisi için bile diplomatik sınırı tamamen yanlış yollardan ele almanın bariz bir örneğiydi.
İsrail'in bu meydan okuma yaklaşımı aslında güçten çok zayıflığını gösteriyor ve İsrail'in en güçlü müttefikiyle olan ilişkilerini aşındırıyor.
Onlarca yıldır ABD'nin askeri, siyasi, diplomatik ve ekonomik desteği, İsrail'in gelişen bir ekonomiye sahip olmasını ve dünyanın en güçlü ordularından biri ile bölgesel bir güç merkezi olmasını kolaylaştırdı. İsrail yılda en az 3.8 milyar dolar ABD yardımı alıyor ve en gelişmiş silahlarla donatılıyor. Ayrıca İsrail, ABD ile özel bir anlaşmaya sahip ve ABD, diğer ülkelerle ilişkilerinde İsrail'in kaygılarını ve çekincelerini dikkate alıyor.
Örneğin Washington, BM Güvenlik Konseyi'nde Filistin'in bir devlet olarak tanınmasını engelledi. İsrail, sürekli olarak Filistinlilerle iki devletli bir çözüme dayalı barış ihtimaline zarar veren eylemlerde bulunmasına rağmen, ABD İbrahim Anlaşmalarını da destekledi. Ve aynı fikirde olmadığı zamanlarda bile, her zaman uluslararası arenada İsrail'i savunmaya devam ediyor.
Bütün bunlar büyük ölçüde, iki ülkenin güçlü demokratik bağlarının yanı sıra İran'ın nükleer ve konvansiyonel emellerini kontrol altına alma çalışmalarının bir sonucudur.
İsrail'in şunu bilmesi gerekiyor ki; Amerikan stratejik şemsiyesinin sağladığı koruma olmadan, İsrail'in uluslararası toplumdaki konumu büyük zarar görecektir.
İsrail, hem Washington'daki hem de ABD genelindeki dostlarının eleştirileri karşısında küstah bir tavır sergilemeye devam ederse; ABD'nin artık kendisine İsrail'in bir dost olmaktan çok bir yük haline gelip gelmediğini sormak zorunda kalması şaşırtıcı olmayacaktır.