The Spectator: AB gözlerimizin önünde yavaş yavaş parçalanıyor!
AB ülkeleri ve yapısı, ekonomi, savunma, göç ve ortak karar alma gibi çok sayıda başlıkta büyük krizler yaşıyor. Avrupa hızla “üçüncü dünya ülkeleri” konumuna doğru ilerliyor!
ABD'nin önde gelen yayın organlarından The Spectator'de, Avrupa'nın ekonomiden savunmaya kadar çok sayıda başlıktaki geleceğine dair değerlendirmelerin yapıldığı bir analiz kaleme alındı.
Avrupa'nın savunma alanında Soğuk Savaş'tan bu yana sıkıntılı döneminde olduğu belirtilen analizde, dünyanın önde gelen 50 teknoloji firmasından sadece dördünün Avrupalı olması üzerinden de AB ekonomisinin ne kadar can çekişir hale geldiği tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; Avrupa'nın “birinci dünyadan” hızla “üçüncü dünya” konumuna doğru ilerlediği ve acil adımlar atılmazsa daha büyük kabuslar görebileceği iddia edildi.
İşte The Spectator'de yayınlanan analiz:
Avrupa'da serbest dolaşımın en büyük destekçilerinden olan İngiltere Başbakanı Keir Starmer geçtiğimiz günlerde Berlin'i ziyaret etti. Starmer, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile görüştüğü başlıca konular arasında ticaret, savunma ve göç vardı.
Almanya'nın kitlesel göçü durdurmak amacıyla sınır kontrollerini yeniden uygulamaya koyma kararı ise Keir Starmer'ı zor durumda bıraktı.
Starmer'in ziyaretinden birkaç gün önce Almanya'da, Suriyeli olduğundan şüphelenilen bir mülteci tarafından Almanya'daki bir festivalde üç kişi öldürüldü.
Almanya'nın sınırlarını sıkılaştırma kararı kısmen bu vahşete ve geçen hafta Münih'teki İsrail konsolosluğuna yapılan başarısız saldırıya bir tepki olarak ortaya çıktı.
Uzmanlara göre bu karar ayrıca; Olaf Scholz'un geçen hafta Thüringen eyalet seçimlerinde Alternative für Deutschland'ın (AfD) kazandığı zafere verdiği bir yanıt olarak tanımlandı.
Zira bu sonuç; popülist, aşırı sağcı ya da milliyetçi olarak tanımlanan partilerin Avrupa'daki son zaferi oldu.
Kıta genelinde kitlesel göç, sosyal uyumun bozulmasına, Malmö'den Marsilya'ya ve Mannheim'a kadar şehirlerin 'gettolaşmasına' ve Avrupa'nın üç yüzyıl önce ortadan kaldırmayı umduğu antisemitizmin yeniden ortaya çıkmasına neden oldu.
Hatta bu gelişme şimdi elitlere de sıçramış durumda.
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Merkez Bankası'nın eski başkanı ve Avrupa teknokrat sınıfının “poster çocuğu” Mario Draghi, Avrupa Komisyonu tarafından 2023 yılında yaptırılan rekabet edebilirlik üzerine 400 sayfalık bir rapor yayınladı.
Draghi'nin raporu yayınlamasından kısa bir süre önce AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen sosyal medyada bir mesaj yayınlayarak eski İtalya Başbakanının söyleyeceklerini duymak için 'sabırsızlandığını' ifade etti.
Ancak duydukları hoşuna gitmemiş olabilir.
Zira 400 sayfalık rapor boyunca Draghi, AB'nin bu yüzyılda ne kadar sklerotik ve rekabetsiz hale geldiğini gözler önüne serdi.
Durum o kadar kötü ki Draghi, kıtanın ekonomik düşüşü konusunda hızlıca adımlar atılmazsa Avrupa'nın geleceği hakkında 'kabuslar' görüleceğini belirtti.
Draghi, Avrupa'daki bu düşüşün ancak 'benzeri görülmemiş' reformlarla durdurulabileceğini belirtti.
Draghi yaptığı açıklamada;
“Soğuk Savaş'tan bu yana ilk kez kendimizi koruyamamaktan gerçekten korkmalıyız ve birleşik bir tepki verebilmek hiç bu kadar zorlayıcı olmamıştı”
ifadelerini kullandı.
Draghi, AB'nin Amerika'yı yakalaması ve Çin tarafından geçilmesini engellemesi için yıllık en az 750 milyar Avroluk (AB'nin gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık %5'i) ek yatırıma ihtiyacı olduğunu açıkladı.
Dünyanın önde gelen 50 teknoloji firmasından sadece dördünün Avrupalı olması, AB'nin ne kadar can çekişir hale geldiğinin çarpıcı bir göstergesidir.
Draghi, 27 AB üyesinin bu raporu görmezden gelmesi halinde ise korkunç bir gelecek öngördüğünü belirtti.
Draghi;
“Seçim yapmak zorundayız. Aynı anda hem yeni teknolojilerde lider, hem iklim sorumluluğunda öncü, hem de dünya sahnesinde bağımsız bir oyuncu olamayacağız. Sosyal modelimizi finanse edemeyeceğiz. Hedeflerimizi küçültmek zorunda kalacağız.”
değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa “birinci dünyadan” hızla “üçüncü dünya” konumuna doğru ilerliyor!
Fransa'da, Hollanda'da, İtalya'da ya da Almanya'da bu kadar çok seçmenin geleneksel ana akım partilerden uzaklaşmasının nedeni; yaşam standartlarının düşmekte olduğunu, yoksulluk, şiddet ve antisemitizmin artmakta olduğunu görmeleridir.
Ocak ayında Avrupalı çiftçiler, sektörlerine karşı dayatılan yıkıcı sürece kararlı bir şekilde karşılık verdi ve AB'ye karşı öfkelerini dışa vurmak için şehir merkezlerine akın etti.
Fransa bir ABD eyaleti olsaydı, kişi başına düşen GSYİH'si Idaho ve Arkansas arasında, sırasıyla 48. ve 49. en müreffeh eyaletler arasında yer alırdı. Almanya ise Oklahoma'nın hemen arkasında 39. sırada yer alırdı.
Avrupa'nın iki geleneksel güç merkezi olan Almanya ve Fransa, devasa borçları nedeniyle umutsuz bir ekonomik sıkıntı içinde.
Bu iki ülke aynı zamanda kitlesel göçten duyulan hoşnutsuzluğun en yoğun olduğu AB ülkeleri olarak göze çarpıyor.
Fransa'nın yeni Başbakanı Michel Barnier bu konuyu ele alacağına söz verdi ve Almanya'nın sınır kontrollerini yeniden başlatma kararı onu da cesaretlendirmiş olabilir.
Nitekim sadece üç yıl önce Barnier, mevcut akışın sürdürülemez olduğunu ve güvensizlik ve İslamcılıktaki artıştan sorumlu olduğunu söyleyerek göç konusunda üç ila beş yıllık bir moratoryumdan yana olduğunu açıklamıştı.
Ancak Avrupa, sadece kitlesel göçün olumsuzlukları konusunda değil, AB'nin birlik yapısının çöküşünün boyutları konusunda da kafalarını kuma gömmüş durumda.
Gelinen noktada artık sorulması gereken şu; Aklı başında bir siyasi lider ya da ülke, neden yavaş ve acı verici bir ölümle karşı karşıya olan bir örgütle yakın ilişkiler kurmak istesin?