The Telegraph: Ortadoğu'da “devrimlerden uzlaşıya evrilen” yeni dönemin dinamikleri

Süveyş Krizi, Altı Gün Savaşları, İran Devrimi, 1991 Körfez Savaşı, 11 Eylül saldırıları ve Arap Baharı... Ortadoğu jeopolitiğinin temellerini sarsan köklü değişim dalgalarının yaşandığı on yıllık bir döngünün daha sonuna geliniyor. 

1. resim

Ortalama olarak on yılda bir yaşanan köklü olaylar, bölgenin jeopolitiğinin temellerini kökünden sarsıyor. Son zamanlardaki birçok diplomatik değişiklik, Ortadoğu'da yeni bir devrim sonrası dönemin başladığını gösteriyor.

London School of Economics'te uluslararası ilişkiler profesörü olan ve 2010 yılında hayatını kaybeden Fred Halliday, ortalama on yılda bir olan köklü değişim dalgalarının Ortadoğu jeopolitiğinin temellerini nasıl sarstığına yıllar önce dikkat çekmişti.

Süveyş Krizi, Altı Gün Savaşları, İran Devrimi, 1991 Körfez Savaşı ve 11 Eylül saldırıları, Arap Baharı. Her biri Ortadoğu'daki bölgesel ve uluslararası güçlerin önceliklerini değiştirerek, bölgenin bu olayları takip eden on yılını yeniden şekillendirdi.

Halliday, bu değişimler konusunda özellikle "tarihin büyük dönüm noktaları" bakış açısına karşı da uyarıda bulunuyordu.

Nitekim Halliday'in ölümünden bir yıl sonra, yani 2011'de Arap Baharı'nın patlak vermesiyle bu hipotezi doğrulanmış oldu. Arap Baharı olarak adlandırılan olaylar ve bunların yansımaları, yıllar sonra bir kez daha bölgesel jeopolitiği ve siyaseti yeniden belirledi.

Ancak artık bu 10 yıllık döngünün, yani "2011 dönemi"nin de kapanmak üzere olduğu söylenebilir.

Türkiye'nin Körfez'deki rakipleriyle uzlaşmasından Suudi Arabistan'ın İran ile ilişkilerinin yumuşamasına ve ardından Suriye'nin Arap Ligi'ne dönüşüne kadar bölgesel diplomasideki son değişimler, Orta Doğu'nun yeniden şekillendiğini gösteriyor.

İdeolojik olarak tutarsız

Arap Baharı'na yaklaşımlarında bölge ülkelerinin stratejileri, uzun yıllardır uyguladıkları ideolojik politikalarla tutarlı olmaktan oldukça uzaktı.

Örnek olarak; Suudi Arabistan ve BAE kendileri ile benzer yönetim yapılarına sahip olan ülkelerde bile karşı devrimleri destekliyordu. Her iki ülke de Suriye'de rejim değişikliğinden yana tavır aldı ve her ikisi de Libya'da Muammer Kaddafi'nin, Yemen'de ise Ali Abdullah Salih'in devrilmesini teşvik etti.

Bu arada İran, devrimci bir kisveye sahip olduğunu iddia etmesine rağmen, yalnızca Suudi, İsrail ve ABD etkisinin artma ihtimali olan ülkelerdeki devrimleri destekledi. Suriye'de ise, yaşanan en uzun kriz olmasına rağmen devrimden yana tavır almadı.

Bütün bunlar ideolojik olarak tutarsız olsa da, tüm bu devletlerin eylemlerinin temel özelliği, Arap Baharı politikalarına tepki olarak diğer bloklardaki hükümetlerle büyüyen rekabetti.

Bu rekabetlerden bazıları önceden vardı, ancak özellikle Suudi Arabistan ve BAE'nin İran ile gerilimi gibi bazı gelişmeler, 2011 sonrası yaşanan süreçte güçlendi.

Örneğin Türkiye ve BAE'yi ele alalım.

İki ülke, 2011'den önce nispeten samimi bağlara sahiptiler ve kesinlikle aralarında rekabete benzeyen çekişmeler yoktu. Ancak Abu Dabi, 2013'te Mısır'da Ankara'nın Müslüman Kardeşler müttefiklerine karşı askeri darbeyi desteklediğini idda ederek bir kırılma başlattı. Türkiye ve BAE daha sonra ikinci Libya iç savaşında rakip tarafları desteklediler.

Aynı zamanda iki ülke, Katar ablukası konusunda çatıştılar ve hatta Somali ve Sudan'da da rakip tarafları desteklediler .

Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da da; İran, Suudi Arabistan ve Katar arasında bu süreçte, genellikle askeri veya siyasi çatışmalarda farklı oyuncuları desteklediği bölgesel rekabetler yaşandı.

İşte tüm bu nedenler açık bir şekilde gösteriyor ki; son diplomatik değişimler çok önemli ve büyük ölçüde 2011 sonrası dönemin sonunu işaret ediyor.

Bölgesel parlama noktaları

2011 yılında Arap Baharı ile başlayan Ortadoğu'daki on yıllık bu yeni süreç, muhtemelen Ocak 2021'de Katar ablukasının sona ermesi ve Doha, Riyad ve Abu Dabi arasında uzlaşmanın yolunun açılmasıyla sona erdi. Bu da Katar'ın müttefiki Türkiye'nin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini ısıtmasına ve Mısır'daki rejimle iletişim kanallarını açmasına neden oldu.

Son olarak, İran'ın iç sorunlarının yanı sıra hem BAE hem de Suudi Arabistan'ın tavrını değiştirmesi, bu üçü arasındaki ilişkilerin iyileşmesine yol açtı ve Mart ayında Riyad ile Tahran arasındaki bağların Çin aracılığıyla yeniden kurulmasıyla sonuçlandı.

Türkiye ve Mısır'da olduğu gibi, Riyad'ın İran'ın müttefiki Suriye'yi yeniden Arap Birliği'ne kabul etmesi ve muhtemelen bu konuda müzakere edilmiş bir anlaşmanın yolunu açmasıyla birlikte, 2011 sonrası manzaranın tamamı ile değiştiği net bir şekilde ortaya çıktı.

Bu gelişmeler ayrıca, 2011 yılında Arap Baharı ile patlak veren gelişmelerin yaşandığı Sudan'da da çözümün yaklaştığını gösteriyor olabilir. Zira; Sudan'daki sorunu çözecek olan iki ana oyuncu, Türkiye ve BAE- Suudi Arabistan ittifakı olarak görünüyor.

Libya ve Suriye gibi son bölgesel parlama noktalarında ise hala, bölge dışından gelen müdahaleler nedeniyle rekabet yaşanıyor.

Halliday'in öne sürdüğü gibi, şu anda Ortadoğu'da 10 yıllık köklü değişim dalgalarından birisi artık tamamen şekilleniyor.

Ancak bölgede İsrail-İran rekabeti ve ABD-Çin rekabeti sözkonusu olduğu sürece, her an yeni bir sismik şok yaşanabilir ve Ortadoğu jeopolitiğini tamamen öngörülemeyen bir yöne çekebilir.

Tartışma