The National Interest: Türkiye gibi “orta güçlerin” çağı yaşanıyor
Çok kutuplu dünyada dinamikler değişmeye devam ettikçe, orta güçlerin önemi artıyor. Türkiye'nin iddialı bir aktöre dönüşmesi, dünyadaki orta güçlerin yükselişinin en büyük örneği...
ABD'nin önde gelen yayın organlarından The The National Interest'de, dünyada değişen güç dengelerinin ve 'orta güç' olarak adlandırılan ülkelerin rollerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Çok kutupluluğun yükselişine ve “orta güçlerin” giderek daha etkili hale gelen rolüne dikkat çekilen analizde, Türkiye'nin son dönemde Orta Doğu, Güney Kafkasya, Orta Asya ve Afrika'daki faaliyetleri ile bu konuda öncü bir güç olduğuna diikat çekildi.
Analizde ayrıca, yeni jeopolitikte orta güçlerin daha fazla seçenek, daha fazla bağımsızlık ve sonuç olarak da daha fazla kaldıraç etkisi kazandığı belirtildi.
İşte The The National Interest'de yayınlanan analiz:
Gelişen çok kutuplu dünyada orta güçlerin artan rolü, küresel oyuncular için hem zorluklar hem de fırsatlar sunmaktadır.
BRICS'in İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Etiyopya'yı kapsayacak şekilde genişlemesiyle jeopolitik manzara, dönüştürücü bir değişim geçirdi.
Bu gelişme, küresel düzenin yeniden yapılandırılmasına, çok kutupluluğun yükselişine ve orta güçlerin giderek daha etkili hale gelen rolüne yeni bir dikkat çekmiştir.
Büyük güçlere kıyasla sınırlı kapasitelerine rağmen orta güçler, kendilerine fırsatlar sağlamak için değişen küresel güç dağılımından stratejik olarak yararlanmaktadır.
Büyük güçlerin küresel nüfuz için kendilerine bel bağladığını kabul eden orta güçler, kendi çıkarlarını ilerletmek için işbirliği ve muhalefet arasında gidip gelerek güç oyunlarına girişmektedir.
Genel olarak, büyük güçler arasındaki yoğun yüksek riskli rekabet ve ara sıra gerçekleşen işbirliği, orta güçlerin nüfuzlarını ortaya koymaları için verimli bir zemin sunmaktadır. Bu durum, uluslararası ilişkilerde değişen dinamiklerin yeniden incelenmesini ve giderek çok kutuplu hale gelen dünyada yeni bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünya iki güç kutbuna bölünmüş ve orta güçler ya ABD ya da Sovyetler Birliği'nin yanında yer almaya zorlanmıştı. Bu nedenler de orta güçler için gerçek anlamda bağımsız bir dış politika neredeyse yoktu.
Ancak, tek bir küresel süper güce karşı çıkmak, uyumun beraberinde getirdiği güvenlik garantilerinden ve ekonomik faydalardan vazgeçmek anlamına geliyordu. Sonuç olarak, birçok orta güç ABD liderliğindeki düzene uyum sağladı ve uluslararası örgütlere aktif olarak katıldı.
ABD'nin göreceli küresel etkisi azaldıkça tek kutuplu dönem de yavaş yavaş zayıfladı.
Çin'in ekonomik gücünün yükselişi ve müttefik çekme kabiliyeti, 2008 küresel mali krizi, Irak ve Afganistan savaşları sırasında ortaya çıkan önemli maliyetler ve orta güçlerin genel olarak güçlenmesi gibi faktörler bu paradigma değişimine katkıda bulundu.
Bu azalan etki, ABD ve müttefikleri için dünya çapında ortak çıkarları ilerletme konusunda zorluklar yarattı ve cesur adımlar atmaya daha meyilli bir orta güçler oluşturdu.
Dünya, ABD'nin belirli açılardan tartışmasız süper güç statüsünü sürdürmesi ve Çin'in yükselişi ile hala iki kutuplu unsurlar sergilerken, kendine özgü bir şekil almaya başlamıştır.
Orta güçlerin artan önemi, çok kutupluluğa doğru bir kaymaya işaret etmektedir. Çin liderliğinde yükselen bir blok, orta güçlere alternatifler sunarak ABD'ye olan bağımlılıklarını azaltmaktadır.
Çok kutuplu bir dünyada, orta güçler daha fazla seçenek, bağımsızlık ve sonuç olarak daha fazla kaldıraç gücü kazanırlar. Bu da daha fazla atılganlık ve bir tarafa sorgusuz sualsiz itaatten uzaklaşma anlamına gelir.
Birden fazla küresel gücün olduğu bir dünyanın cesur ve iddialı eylemleri teşvik ettiği düşüncesi birkaç orta güç tarafından örneklendirilmiştir. Çeşitli bölgelerdeki güçlü orta güçler bölgesel hegemonyaya artan bir ilgi göstermektedir.
Türkiye'nin son dönemde Orta Doğu, Güney Kafkasya, Orta Asya ve Afrika'daki faaliyetleri ile Ukrayna ve Filistin-İsrail çatışmasındaki aktif rolü; Brezilya'nın Latin Amerika ve Küresel Güney'in sesi olma arzusu ve Hindistan'ın genişleyen küresel ve bölgesel hedefleri bu eğilimi örneklemektedir.
Türkiye'nin Orta Doğu'da daha bağımsız ve iddialı bir aktöre dönüşmesi, çoklu güç kutuplarının orta güç davranışı üzerindeki etkisini mükemmel bir şekilde göstermektedir.
Teorik olarak, hegemonyanın göreceli olarak gerilemesi milliyetçi dalgalanmaların artmasına, bölgesel krizlere, kurumların küresel olarak zayıflamasına ve orta güçlerin daha bağımsız dış politikalar izlemesine katkıda bulunmuştur.
Değişen dünya düzenini ele almak, ABD ve müttefiklerinin değişen dinamikleri gerçekçi bir şekilde kabul etmesini gerektirmektedir. Orta güçler, mütefiklerini seçme konusunda güç kazanmakta ve ABD için potansiyel olarak yeni zorluklar ortaya çıkarmaktadır.
Önümüzdeki süreçte de bu güçlerin talep ve hırslarında daha da iddialı hale gelmeleri de muhtemeldir. BM'deki son oylamaların da gösterdiği üzere, ABD'nin zahmetsizce itaat ve destek sağlayabildiği dönem geride kalmaktadır ve görünen o ki; ABD'nin bu değişen manzarada yol alabilmek için daha incelikli bir stratejiye ihtiyacı var.
ABD, bölgesel ortakların seçiminde aşırı seçici olmak yerine, belirli konularda işbirliği yapmaya istekli aktif bölgesel güçlerin belirlenmesine odaklanılmalıdır. Tüm bölgesel hegemonik hırsları tehdit olarak görmek, orta güçleri yabancılaştırma ve tüm bölgeleri Batı'ya karşı çevirme riski taşır. Kilit nokta, her bölgede işbirliğine yatkın en az bir hırslı orta güçle ortaklıklar geliştirmekte yatmaktadır.
Bölgesel hegemonyanın artmasının potansiyel risklerini kabul etmekle birlikte, uzun süreli bir güç geçişinin gerçekliği nüanslı bir yaklaşım gerektirmektedir. Bu küresel istikrarsızlık döneminde çıkarların çatışmasının kaçınılmazlığı göz önünde bulundurulduğunda, bölgesel olarak hırslı ve iddialı orta güçlerle dostlukları dikkatli bir şekilde geliştirmek, doğrudan çatışmaya tercih edilebilir bir strateji olmaya devam etmektedir.
Çok kutuplu dünyada dinamikler değişmeye devam ettikçe, orta güçlerle ilişki kurmak ve stratejileri uyarlamak zorunlu hale gelmektedir.
Dünya bir değişim içinde ve uluslararası ilişkilerde esnek ve kapsayıcı bir yaklaşım benimsemek bu karmaşık manzarada yol almak için elzem hale gelmiştir.