Türkiye artık kendisini ABD'nin himayesinde görmüyor
Geçtiğimiz günlerde Rus, İranlı ve Türk liderler arasındaki üçlü zirve ve Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında Ankara'da yapılan toplantı, Türkiye'nin eksen kayması değil stratejik öneminin altını çizdi. Türkiye; yeni şekillenen düzende, pastadan payını alıp yemeye odaklanıyor.
1964'te Türkiye başbakanı olan İsmet İnönü, ABD'nin Kıbrıs'taki Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasındaki ihtilafa müdahale edeceğini ummuştu. Bunu başaramazsa, Batı ittifakının dağılacağı ve yeni koşullar altında yeni bir dünyanın kurulacağı konusunda uyarmıştı.
Bu gelişme neredeyse altmış yıl önce olmasına rağmen, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin arka planında benzer bir şey yaşanıyor. NATO üyesi olan Türkiye, artık kendisini ABD'nin himayesi altında görmüyor ve yeni bağımsız ittifaklar kuruyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yapacağı ziyaret öncesinde birlikte "çok kutuplu, adil ve demokratik bir dünya düzenine" doğru ilerleyeceklerini belirtti.
Eski İngiliz Başbakanı Tony Blair, Ditchley Vakfı için Temmuz ayında yaptığı bir konuşmada, Batı'nın yeni bir dönüm noktasına ulaştığını belirtti. Bu yüzyılın en büyük jeopolitik değişiminin Rusya'dan değil Çin'den geleceği iddiasını paylaştı.
Blair'e göre, Batı demokrasisinin esasen yükselişte olduğu 1945 veya 1980'in aksine, modern tarihte Doğu'nun Batı ile eşit şartlarda olabileceği bir dönem artık geldi.
Blair, Batı'nın siyasi ve ekonomik egemenliğinin sonuna geldiğimize ve dünyanın en azından iki kutuplu ve muhtemelen çok kutuplu olacağına inanıyor.
Soğuk Savaş döneminde Türkiye, Batı odaklı dış politikasıyla el ele giden NATO'nun sadık bir üyesiydi. Bir Türk filozofun dediği gibi:
“Türkiye Doğu'ya giden bir gemidir. Gemidekiler Batı'ya gittiklerini düşünüyorlar. Aslında doğuya doğru giden bir gemide batıya doğru koşuyorlar.”
1998'de Türkiye'nin resmi Kemalist ideolojisine, İslamcı Necmettin Erbakan tarafından karşı çıkıldı ve ardından partisi kapatıldı.
Akıl hocasının hatalarından ders çıkaran Erdoğan, 2001 yılında reformist bir parti hamlesi yaptı ve ertesi yıl iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu. Erdoğan'ın başka bir gündemi olduğu ise yavaş yavaş ortaya çıktı. Eski bir İngiliz parlamenter Andrew Duff'ın ifadeleri ile; AKP, Kemalizmi İslamcılıkla değiştirdi. Ve bu dünya görüşü Türkiye'nin hem iç hem de dış politikasını şekillendirdi.
2009'da Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Saraybosna'da yaptığı bir konuşmada;
“Osmanlı Balkanları'nın yükseldiği 16. yüzyılda olduğu gibi, Türkiye ile birlikte Balkanları, Kafkasları ve Ortadoğu'yu bir kez daha dünya siyasetinin merkezi yapacağız."
ifadelerini kullanmıştı.
Ekim 2012'den sonra Erdoğan'ın baş danışmanı ve sözcüsü olan İbrahim Kalın, İstanbul Forumu'nda Avrupa'nın laik demokrasi, siyaset ve çoğulculuk modelini reddeden yeni bir jeopolitik çerçeve ortaya koydu. Bunun yerine, değer temelli ve ilkeli bir özel dış politika çağrısında bulundu.
Altı yıl sonra bu kez Erdoğan'ın uluslararası ilişkiler danışmanı, Türkiye'nin Batı ile Doğu arasında veya ABD ile Rusya arasında bir seçim yapma ihtiyacı duymadığını açıkça belirtti ve Türkiye'nin artık dış politika tercihlerini çeşitlendirmeyi tercih ettiğini açıkladı.
National Interest'de yayımlanan analiz gdh.digital tarafından çevrilmiştir.