Türkiye-Çin ilişkileri: Ankara birçok cephedeki ihtilafları denge politikasıyla yönetiyor
Türkiye için Çin ile ikili ilişkilerde bir dengeleme stratejisi sadece bir seçenek değil, rasyonel bir zorunluluktur ve Türkiye bu yolu izlemektedir.
Türkiye, mevcut jeopolitik gelişmeler dikkate alındığında ciddi bir dış politika bir ikilemine sahiptir. Türkiye bir NATO üyesidir ve bölgesel ve küresel güvenlik tehditlerine karşı Avrupa-Atlantik güvenlik ittifakına güvenmektedir. Öte yandan ise, Türkiye'nin son on yılda Rus ve Çin ile olan ilişkileri siyasi ve ekonomik etkileri açısından Batı tarafından sorgulanmaktadır.
Çin ve Türkiye, 2010 yılında ilişkilerini “stratejik ortaklığa” yükselterek siyasi, ekonomik ve güvenlik ortakları haline geldi. Bundan önce Çin, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkelerle birlikte yükselen bir ekonomik aktör olarak Türk dış politikasında küçük bir rol oynuyordu.
Çin-Türkiye ikili ilişkileri 2010 yılından itibaren özellikle ekonomik alanda derinleşmiştir. Fakat özellikle Türkiye, tüm diplomatik faaliyetlerini halihazırdaki statükoyu korumak için dengeli bir politika üzerine tasarlanmıştır.
İlişkiler, Çin'in 2016 darbe girişiminden sonra Türkiye'nin seçilmiş hükümetine desteğini göstermesiyle güçlendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017 BRI Forum'un açılış töreninde yaptığı konuşma da kısmen bu takdirini göstermek içindi.
Bununla birlikte, Pekin'in Sincan'daki Uygur nüfusuna yönelik muamelesi diplomatik gerilimin önemli bir nedeni olmaya devam ediyor. Çin, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde (XUAR) “terörizmi” ortadan kaldırmak için toplama kampları kurdu. Çin, Türkiye'nin Sincan'daki insan hakları ihlallerini eleştiren ve suçlayan resmi açıklamalarına yanıt olarak “Kürt kartını” oynamaya meyilli olarak görünüyor.
Dünya siyasetindeki son gelişmelerin ve bölgesel krizlerin baskısı altında, Çin ve Türkiye'nin mevcut güvenlik statükosu kırılgandır. Türkiye, şu anda NATO ittifakının üyesidir ve Avrupa Birliği'ne katılmaya aday bir ülkedir. Çin, Rusya gibi doğrudan Avrupa-Atlantik ittifakını hedef almamış olsa da, aralarında insan hakları, demokrasi ve piyasa ekonomisine karşı politikalar gibi birçok tartışmalı ekonomik ve siyasi konu var.
Ayrıca Türkiye ve Çin, Suriye iç savaşı, Karabağ çatışması, Kosova ve Kıbrıs sorunları gibi bölgesel krizler konusunda farklı pozisyonlara sahipler. Çin ayrıca Doğu Avrupa ve Kafkasya'daki Rus saldırganlığına karşı Türkiye'den tamamen farklı bir konuma sahip.
Çin-Türkiye ekonomik ilişkileri 2001'den bu yana büyük ölçüde iyileşti. İki ülkenin ticari hacmi, 2021 yılı itibari ile 32 milyar ABD doları değerindeydi.
2019 yılında toplam ticaret hacminde en büyük payı 7 milyar ABD doları civarında sermaye malları oluşturdu. İkinci sırada ise makineler ve elektrikli eşyalar, yaklaşık 6 milyar dolar değerindeydiler. Çin ve Rusya ile karşılaştırıldığında AB, 2021'de Türkiye'nin en büyük ihracat ve ithalat ortağıydı.
Türkiye'nin ithalatının yaklaşık yüzde 33'ü, ülkenin ihracatının yüzde 41'ini alan AB'den geldi. Buna karşılık, Türkiye'nin Çin'e ihracatı 2021'de Türkiye'nin toplam ihracat hacminin sadece yüzde 2'sini oluşturuyordu. Ancak Çin, tek tek ülkeler arasında Türkiye'nin en büyük ithalat ortağıydı.
Doğrudan yabancı yatırım (DYY), Çin ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin bir diğer önemli göstergesidir. 2021'de Çin'in Türkiye'de kayıtlı 1060 firması vardı. Bu şirketlerin çoğu Türkiye'ye 2014-2019 yılları arasında yatırımlarını yaptı. Çin'in Türkiye'ye yatırımları, Çinli yatırımcılar açısından hayati çıkarlar ortaya koyuyor.
Açıkça görülüyor ki Çin, ikili ekonomik ilişkilerde şeffaflık ve karşılıklılık eksikliğine rağmen Türkiye'deki ekonomik faaliyetlerini genişletmeye devam ediyor. Çin'in yaklaşık 800 milyar ABD doları tutarındaki Türkiye ekonomisindeki ithalat ve ihracat payı, ciddi bir bağımlılığa işaret etmemektedir.
Büyük güçler arasında denge politikası
ABD-Çin rekabeti Türkiye için ekonomik dezavantajlar getirebilir. ABD-Çin ticaret savaşlarının tetiklediği küresel ekonomik gerilimler Türkiye için ekonomik belirsizlik yaratabilir. Örneğin, ABD çelik ve alüminyum ithalatını daha yüksek tarifelerle sınırlamaya başladığında, Türkiye kısıtlamaların etkisini hissetti. Bir başka endişe de Çin ve ABD'nin birbirlerine karşı koymak için üçüncü ülkelere yönelik ticaret politikalarını sıkılaştırabilecekleri.
Türkiye aynı zamanda bir lojistik, ticaret, yatırım ve finans merkezidir. Küresel bir ekonomik kriz ve ticaret ve yatırımdaki düşüş Türkiye ekonomisine ciddi bir darbe olabilir.
ABD-Çin rekabeti de Türkiye'yi jeopolitik bir güvenlik ikilemiyle karşı karşıya bırakıyor. Türkiye'nin NATO'ya güvenlik taahhütleri var. Özellikle son birkaç yıldır Çin, NATO ittifakına karşı sesini yükseltmiş ve NATO'nun Rusya'ya karşı tutumunu eleştirmiştir. Bu, Türkiye'nin doğu ve Karadeniz sınırları için ciddi jeopolitik riskler yaratıyor. Türkiye şu an için bu rekabette her iki tarafa da doğrudan pozisyon almamıştır.
Türkiye'nin riskten korunma stratejisi hem siyasi hem de ekonomik çıkarlar için bir alan yaratmıştır. Rekabetin devam etmesi halinde Türkiye, Rusya ve Çin'e karşı daha agresif bir yaklaşıma yönelebilir.
Bir başka jeopolitik risk, Çin'in iddialı Kuşak ve Yol Girişimi'nden (BRI) ortaya çıkmasıdır. Türkiye'nin orta koridor stratejisi Çin'in BRI stratejisiyle örtüşse de, Çin'in yakın bölgelerde artan siyasi ve ekonomik etkisi, örneğin Çin'in Kuzey Irak ve Suriye'deki ekonomik etkisinin siyasi ve diplomatik etkiye dönüşmesi durumunda Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit etme potansiyeline sahiptir.
Suriye iç savaşında Çin, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına aykırı şekilde BM Güvenlik Konseyi'nde defalarca veto hakkını kullanmıştır. Ayrıca, yakın ülkelerdeki BRI bağlantılı borç tuzakları veya ekonomik bağımlılık (Pakistan ve Sri Lanka'da görüldüğü gibi) Türkiye için yeni güvenlik sorunları yaratabilir.
Türkiye'de Çin'e ilişkin revizyon gerektiren üç ana akım politika anlatısı var.
Bunlardan ilki ve en etkili olanı ekonomik ilişkilerle ilgilidir. İkili ticari ilişkilerde karşılıklılık ve ticaret açığı, Çin ile Türkiye arasındaki en önemli ihtilaflardır. Toplam ticaretin yaklaşık yüzde 90'ını Çin'in Türkiye'ye yaptığı ithalat oluşturuyor ve bu da Türk yerli üreticiler üzerindeki olumsuz etkiler konusunda endişelere yol açıyor.
İkinci, tartışmalı politika, Çin ve Türkiye arasındaki siyasi tartışmalarla ilgilidir. Çin yıllarca Türkiye'yi Türkiye'deki Uygur “teröristlerini” “korumakla” ve Suriye'ye terör kanalı olmakla suçladı. Türkiye, bu suçlamalara Çin'in SUÖB'deki insan hakları ihlallerini vurgulayarak yanıt verdi. Türkiye ekonomik ilişkilere öncelik verse de siyasi tartışmalar iç siyasette gerginlik yaratıyor.
Üçüncü tartışmalı politika, Çin'in Orta Asya, Orta Doğu ve Balkanlar gibi yakın bölgelerdeki etkisinden kaynaklanan jeopolitik düşüncelerle ilgilidir. Çin'in her üç alanda da ekonomik etkisi arttı. Türkiye, Çin'in Türkiye'nin Suriye iç savaşına müdahil olmasına karşı çıkmasına karşı tarafsız bir tavır aldı. Orta Asya'da Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı gibi yeni ortaklıklar yoluyla kendi nüfuzunu artırmıştır.
Özetle; ekonomik öncelikler, siyasi anlaşmazlıklar ve jeopolitik belirsizlikler Türkiye-Çin ilişkilerinin geleceğini zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla Türkiye için Çin ile ikili ilişkilerde bir dengeleme stratejisi sadece bir seçenek değil, rasyonel bir zorunluluktur ve Türkiye bu yolu izlemektedir.
Mercator Institute for China Studies tarafından yayımlanan analiz gdh.digital tarafından çevrilmiştir.