Ukrayna’da çuvallayan Rusya denizlere mi açılıyor?
Rusya, Ukrayna’daki savaşın da etkisiyle kara hakimiyeti noktasında tıkandığını görmekte ve denizlere yönelmektedir.
24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’ya saldıran Rusya’nın kolay bir zafer elde edeceğini düşündüğü açık. Kiev’in kısa sürede düşeceğini, Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski’nin ülkesini terk edeceğini ve nihayetinde Ukrayna’da Rus yanlısı bir rejimin tesis edileceğini düşünen Moskova yönetimi için sahada işler planlandığı gibi gitmedi. Gelinen noktada Rusya, küresel siyasetteki etkisini arttıracak ve jeopolitik gücünü azami düzeye çıkaracak bir çıkış yolu arıyor.
Esasen Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesi, yakın çevre doktrini olarak tanımladığı jeopolitik okumanın bir neticesi. Kremlin, eski Sovyet coğrafyasında Batı’nın nüfuz elde etmesini istemiyor. Kendisini bir büyük güç olarak konumlandırıyor. Bu nedenle de eski Sovyet ülkelerinin Batı’ya yönelmelerini, cezalandırılması gereken bir husus olarak görüyor. Elbette bu durum, ilgili devletlerin egemenlik haklarının çiğnenmesinden başka bir şey değil.
Rusya’nın yakın çevre doktrini, aslında Avrasya karasına egemen olmayı öngören Halford Mackinder’in geleneksel Kara Hakimiyeti Teorisi üzerine kurulmuş bir yaklaşım. Buna göre, dünya karasının merkezi olan Avrasya jeopolitiğine egemen olan aktör, dünyaya hakim olabilir. Fakat küresel hegemon güç konumuna ulaşan devletlere bakıldığında deniz gücünün kara gücünden çok daha önemli olduğu varsayımını destekleyen bir sonuca ulaşmak mümkün. Nitekim Ukrayna Savaşı vesilesiyle karada çuvallayan Rusya da bir kez daha denizlerin önemine odaklanma kararı almış gözüküyor.
Bu bağlamda 31 Temmuz 2022 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in imzaladığı Rusya’nın yeni deniz doktrini, Rus dış politikasının geleceğine dair öngörülerde bulunmayı kolaylaştırıcı nitelikte.
Rusya’nın büyük bir deniz gücü olma hedefini ortaya koyan doktrin, Rus Donanması’nın modernizasyonuna büyük önem atfetmekte. Ancak mesele bununla sınırlı değil. Rusya, doktrin vesilesiyle jeopolitik çıkar alanlarını bir kez daha tanımlamakta ve esasen ilerleyen dönemlerde ilgileneceği coğrafyaları genel hatlarıyla ortaya koymakta.
Rus yakın çevresi özelinde bakıldığında, Moskova yönetiminin Hazar Denizi havzasında diğer devletlerin askeri işbirliği geliştirmesine karşı çıktığını anlamak mümkün. Rusya, “yalnızca benimle askeri işbirliği yapabilirsiniz” mesajını çok net bir şekilde veriyor. Elbette bu durum, ilerleyen dönemde Hazar’a kıyıdaş devletlerin Rusya’dan algılayacakları tehdidin artması neticesini doğurabilir.
Diğer taraftan Moskova yönetimi, Karadeniz’de kendisini kuşatmaya dönük adımlara karşılık vereceğini de açıkça dile getiriyor. Bu da halihazırda Azak Denizi’ni bir Rus iç denizi haline getiren Rusya’nın orta ve uzun vadede Karadeniz’deki etkisini arttırmaya çabalayacağının işareti. Dolayısıyla Rusya, Ukrayna’da tüm hedeflerine ulaşamasa bile Ukrayna’yı bir kara devletine dönüştürme ve böylece söz konusu ülkenin Karadeniz’e çıkışını önleme; yani Karadeniz’deki kendi etkisini arttırma hedefinden vazgeçmeyecek. Dahası Karadeniz jeopolitiği bağlamında Kremlin’in bir sonraki hedefinin Trans-Dinyester ve dolayısıyla Moldova olması da kaçınılmaz görünüyor. Belki de sıra, Kşinev yönetiminin ataacağı adımlara bağlı olarak Romanya’ya bile gelebilir.
Doktrine biraz daha geniş bir perspektiften bakıldığında, Rusya’nın sıcak denizlere; yani Akdeniz’e ulaşma amacını koruduğu da öne sürülebilir. Nitekim Suriye İç Savaşı vesilesiyle Akdeniz’e ulaşmayı başaran Rusya, bölgede yeni üsler elde etmek istediğini açıkça belirtmekte. Buradan iki sonuca ulaşmak mümkün. İlk olarak Moskova’nın Lübnan ve Libya ülkelerde üs elde etmek ve bölgede varlık göstermek isteyeceği öne sürülebilir. İkincisi, Ukrayna’daki duruma rağmen Rusya, Suriye’ye olan ilgisini azaltmış değil ve çekilmeyi düşünmüyor.
Öte yandan Rusya’nın temel hedefinin küresel bir deniz gücü haline gelmek olduğundan da bahsedilebilir. Bu da su yollarının kontrolünü gerektirmekte. Bu kapsamda Rusya, Kuzey Deniz Rotası’na söz konusu doktrin vesilesiyle vurgu yapmakta ve küresel ısınmanın da etkisiyle oluşan yeni su yolları bağlamında Arktik jeopolitiğinin yeni güç mücadelesinin temel oyun sahası haline geleceğini vurgulamakta. Elbette bu durum, Rus saldırganlığının bir sonraki hedefinin Baltıklar olabileceği yönündeki endişelerin teyit edilmesi anlamını taşımakta.
Büyük deniz gücü olmanın temel gerekliliğinin okyanuslarda etkili olmak olduğu söylenebilir. Bu çerçevede son dönemde Rusya-Japonya ilişkilerinde artan gerilimi de anlamlandırmak makul bir zemine oturmakta. Çünkü Rusya, mevzubahis doktrinde Pasifik’teki etkinliğinin artacağına işaret ediyor. Dolayısıyla Kuril Adaları, uluslararası ilişkilerde daha sık konuşulan bir dondurulmuş çatışma bölgesi olarak ön plana çıkacaktır. Aynı zamanda Pasifik vurgusu, Rusya’nın Çin’le işbirliğini; yani ötekiler ittifakını kurumsallaştıracağının, geliştireceğinin ve derinleştireceğinin habercisi.
Sonuç olarak Rusya, Ukrayna’daki savaşın da etkisiyle kara hakimiyeti noktasında tıkandığını görmekte ve denizlere yönelmektedir. Putin’in imzaladığı yeni deniz doktrini de bunu doğrulmaktadır. Doktrinden ortaya çıkan gerçek ise Rusya’nın yakın çevresi olan Hazar Denizi ve Karadeniz’de taviz vermeyeceği, Akdeniz’de askeri üsler elde etmek için çaba harcayacağı, Kuzey Deniz Rotası bağlamında Arktik’te varlık göstermeye çalışacağı ve dolayısıyla Baltıkları milirarize etmekten çekinmeyeceği ve Pasifik’teki etkisini arttırmaya odaklanacağıdır.